Bebeğimiz büyüdü. 2 yaşına geliyor. Kısa bir süre öncesine kadar evdeki huzur ve mutluluğun yerini gerginlikler, öfke nöbetleri, hırçınlıklar almaya başladı. Neden böyle oldu? Neler oluyor?
Anne ve babalar olarak çocuğumuzun gelişimine tanıklık etmenin mutluluğunu yaşarız. İlk dişi, emekleme halleri, ilk kelimeleri, ilk adımları derken tüm ilklerine tanıklık ederiz. Çocuğun bu anlarına tanıklık etmek her anne baba için mutluluğun zirvesidir. Her şey çok güzel gidiyor derken bebeğimiz 18. ayına adım atar ve tuhaf şeyler olur. Çocuk huysuzlaşmaya başlar.
Yemek yerken inatlaşma, eşyaları fırlatma, uyumak istememe, söz dinlememe, başkalarına vurma, ısırma, anne ve babayla inatlaşma, kendine vurma, kendini yerlere atma... vb.
Anne ve babaların tahammülleri azalmaya ve sinirleri zayıflamaya başlar. Peki ne oldu da çocuk aniden değişti? Gerçekten bir sendrom mu bu yoksa, çocuğum gelecekte onu hayatta tutunacak donanıma sahip olmaya mı çalışıyor? O halde bir zaman yolculuğu yapalım...
Doğduğunda ve ileriki aylarda bebeğimiz kendini bilmez. Kendisini annesinin bir uzvu gibi görür. Eliyle yüzünü çizmesi, saçını çekmesi, sonra da bunları kendi kendine yapmamış gibi ağlaması bebeğin kendini bilmediğini gösteren trajikomik bir olaydır.
Bebeğin bu zamanlarda “ben” temsili yoktur. Konuşabilse de “Anne ben acıktım.” diyemez. Aynadaki kişinin kendisinin olduğunu kavrayamaz. Koltuğun altına kaçan oyuncağını yok oldu sanır. Gördüğü şeyler vardır, görmedikleri yok olmuştur. Bilişsel becerileri yavaş yavaş gelişirken 18. ay olayı ortaya çıkar. İşte insanı diğer canlılardan ayıran dönüm noktası burada başlar. Ben kavramı yani ego kendini göstermeye başlar. Diğer bir ifadeyle bebeğimizin ben merkezciliği dönemi başlar.
Bebeğimiz artık kendini tanımaya, bir birey olduğunu anlamaya başlar. Artık ortada “ben, ben, ben!” vardır. Hayatı boyunca sürecek olan hayatta kalma mücadelesi, macerası başlamıştır bebeğimiz için. Başlamıştır ama bu birdenbire ortaya çıkan “ben”in hayatta kalabilmesi için gördüğü ve istediği her şeye sahip olma dürtüsü de ortaya çıkmıştır. İşte bu dürtü 2 yaş çocuğunun gündelik yaşantısını ciddi manada etkiler.
Çocuğumuzun davranışlarına yansıyan özelliklerin en başında bağımsızlık gelir. Artık gelişmiş bir motor becerisi vardır. 1 yaşındayken yapamadığı birçok davranışı yapabildiğini fark eder. Çatalı, kaşığı kendi tutmak, yemeğini kendi yemek ister. Yemek masasında otururken o da anne ve babası gibi sandalyeye oturmak ister. Kendi başına merdivenlerden inip çıkmak, bardağa su doldurmak, yardım almadan banyo yapmak ister. Çıkabildiği en yüksek yerlere çıkmak, tırmanmak ister. Ayakkabılarını kendi başına giymek ister. Ve daha da fazlası...
Artık 3 tekerlekli bisiklet sürebilen 2 yaş çocuğumuz anne ve babasının kullandığı arabayı bile sürmek ister. Bunları yapamayan veya yapmasına izin verilmeyen çocuğumuz hırçınlaşmaya başlar. Bu farklılıklar sosyal ortamda da gözlenir. Artık büyüklerle basit faaliyetlerde bulunabilir. Böylece sosyal ilişkiler kuran bir bireye dönüşür. Sosyalleşme ile beraber bazı davranışları da öğrenmeye başlar. Özellikle tuvalet eğitiminden sonra kakasını ve çişini tutabildiği için büyük ilgi görür ve ödüllendirilir. Bundan sonra çocuk toplumun doğru, yanlış, ayıp gibi kavramlarıyla da karşılaşır. Çocuğun kaka ve çişini tutabilmede denetim sahibi olması, kendisi için son derece büyük bir gelişmedir. Anne ve babaların gözünde büyüme sembolüdür. Denetim sağlayamayan çocuklar bu dönemde baskı, zorlama, ayıplama ile karşılaşabilir. Bu durum çocukta korku, endişe, öfke ve utanç duygusunu uyandırabilir.
2 yaş çocuğumuz duygusal anlamda da zor bir dönem yaşar. Engellendiğinde karşı çıkabilir ve söz dinlemeyebilir. Sahip olduğu şeyleri korur. Paylaşmayı bilmez, her şey kendisinindir. Anne, baba, ev, eşyalar, oyuncaklar, gittiği parklar, gittiği mekanlar sadece ve sadece ona aittir. Onun isteklerini erteleme veya değiştirme durumunda anlayış gösterebilme davranışı yeterince gelişmemiştir. Hemen sinirlenir, aşırı sabırsızdır, istediği şey anında olsun ister, öfkelendiğinde ağlar. Arkadaşlarıyla ilişkilerinde bile “hep bana” anlayışı hakimdir. 2 yaşına kadar yalnız oynanan oyun, artık arkadaş ilişkilerinin başlamasıyla taklit, birbirini seyretme, birbirinin oyuncağını alma şekline dönüşür. Oyunlarda iş birliği yoktur. Bu dönemde ben merkezci olduğu için empati duygusu geliştiremez. Herkesin kendisi gibi düşündüğünü, hissettiğini sanır. Çevresiyle sorun yaşamasının, istediği olmayınca hemen şiddete başvurmasının altında tam da bu yatar.
Çocuğumuz bilişsel anlamda altın bir çağa adım atmıştır. Herkesi hayrete düşürecek kadar meraklıdır. Doğayı, canlıları araştırma isteği zirvededir. Eğer evdeyse çekmeceleri açıp bakması işte bu yüzdendir. Her şeyin içini merak ederler. Çünkü bunlar onun ilk bilimsel deneyleridir. Bazı şeyleri kırmasının nedeni de budur. Dil gelişimindeki hız üst seviyededir. Erkek çocuklar kız çocukları geriden takip etse de genelde 30. ayda aradaki bu fark kapanmaya başlar.
18. aylarda “ben” duygusu ortaya çıkan çocuğumuzun bağımsızlığını ilan etmesi, özerklik arayışı, çevresindeki herkesi yönetme isteği, her şeye sahip olma isteği, dilediği her şeyi yapma isteği, sınırlarını genişletme çabası annesi, babası ve çevresi tarafından durdurulur. Bunun sonucunda 30. aylara gelindiğinde çocukta gerginlik ve isyankar bir tutum oluşur.
Çocuğumuz sergilediği davranışlar karşısında anne, baba ve çevre tarafından onaylanmayı, beğenilmeyi ve takdir edilmeyi bekler.
Tüm bu açıklamalardan sonra; çocuğumuzun 2 yaş döneminde sergilediği davranışları, taşıdığı özellikleri “sendrom” olarak adlandırırsak çocuğumuza haksızlık yapmış olmaz mıyız? Çocuğumuz hayatı boyunca kendisini ayakta tutacak kişiliğinin temellerini atmakla meşguldür.
Peki bu dönemde neler yapmalıyız, nasıl davranmalıyız?
Çocuğumuzun bağımsızlığını engellemeyelim. Keşif amaçlı, canlılara zarar vermeyen eylemlerine sık sık “hayır” kelimesini kullanmayalım.
Eğer güvenlik tedbirleri aldıysak keşfetmesine, dokunmasına izin verelim. Mümkünse doğada vakit geçirmesini sağlayalım.
Çok soru soruyor olması bilişsel anlamda olumlu bir gelişimin göstergesidir, engellemeyelim.
Boşuna inatlaşmayalım. Çünkü bu inatlaşma ve öfke henüz onun kontrol edebileceği düzeyde değil. Daha büyük öfke nöbetlerine neden oluruz.
Öfke ve diğer duyguları engellemeyelim. Bu duyguları yaşamasına izin verelim. Fakat öfkelenmesine izin verelim, bize vurmasına değil. “Öfkelenmek serbest ama vurmak yasak.” sloganı sorunumuzu halletmeye yardımcı olacaktır.
Yapacağımız uzun süreli açıklamalar da bu yaş dönemi için maalesef pek işe yaramayacaktır. Eylemlerimiz bu konuda daha etkilidir. Örneğin; emniyet kemeri takmak istemiyorsa, uzun açıklamalara gerek yok, siz takın ve yola devam edin. “Neden ağlıyorsun, niye kızıyorsun?” gibi cevabı olmayan sorular sormayın. Dikkat süresi bu dönemde kısa olduğundan bir süre sonra unutacaktır.
Çocukların bu dönemdeki davranışlarını anlayışla karşılamakta zorlanıyorsanız bir uzmandan yardım alın.