Uzun bir aradan sonra tekrar yazılarıma başlamaya karar verdim. İçimizden geçenleri, sözle ifade edemediklerimizi, anlatamadıklarımızı yazıyla daha iyi aktarabiliyor insan. Yazı başlığında ki ifade gibi bu yazım, ne tarih yazısı ne de bir dini içerikli bir yazı olacak. Yaklaşık 4 yıl önce Maderi Mevlana’nın huzurunda yani Aktekke Camisinde vakit namazı için niyetlendim. Camiye yaklaştıkça gördüğüm manzara beni şoka uğratmıştı. Camiye yaklaştıkça hislerimi ifade edemeyeceğim bir şaşkınlık içerisine düştüm. Bu nasıl olur diye de içimden geçirmiyor değildim. Ne oluyor, neler oluyor burada? Aktekke Cami’nin içerisinde her gün alışa geldiğimiz görüntünün bozulması da beni fena etkilemişti. Caminin içerisinde bulunan Mevlana Hazretlerinin akrabaları, Çelebi Ailesi’nin sandukalarının tamamı dışarıya çıkartılmıştı. Yıllardır çoğu insanın denk gelemeyeceği, göremeyeceği bir durum. Buna kimler, kaç kişi şahit olabilirdi ki? Merakla hemen içeriye girdim. Baktım, gözlemledim etrafı. Tabi ki durum hemen anlaşıldı. Caminin tüm halıları yenileri ve daha güzelleriyle yenileniyordu. İçime bir ferahlık, rahatlama aksediverdi. Tabi gazetecilik merakı ile o anları hemen fotoğrafladım. Bununla da işimiz, merakımız biter mi? Bu fotoğrafları ve bu hayrı yapanla birlikte haber yapmamak olmazdı. Hemen araştırmaya, soruşturmaya başladım. Kimse bir şey demiyor, söylemiyor? Kim ki bu hayırsever? Niye haber yapılmasını istemez ki? Tabi bu merakımı gidermezsem olmazdı ve neticede hayırsever kişinin ismini öğrendim. Öğrendim öğrenmesine de ne var ki bunu bana söyleyen kişi başta haber yapılmazsa ve isminin de hiçbir yerde geçmemesi şartıyla açıklamıştı. O gün bu gündür hep bu haberi ve yardımseveri haberleştirememek içimde uhde kalmıştı. Devlet sırrı değildi tabi ki. Şimdi yıllar sonra bu ismi açıklamak beni mutlu edecek. Öyle bir insan ki yanlış anlaşılır düsturu, mahcupluğu ve kişiliği ile bütün Karaman’ın tanıdığı birisiydi. Bir elin verdiğini öteki el görmemeliydi. Aslında bu şehir ve insanları bu büyüğümüzün eserlerini her gün her yerde görüyor. İsmini yazmadan bile siz okuyucularımızın birçoğu bu hayırseveri tahmin edebilmiştir. Şehrin, Ereğli’ye doğru çıkışında ki kavşağa ismini veren fabrikasıyla. Yunuskent Mahallesinde yaptırdığı, devlet okulu, camisi, öğrencilerin ve öğretmenlerin her gün sınıflarında gördüğü, kullandığı kütüphaneleri, şehre kazandırdığı özel okulları, binlerce bağışladığı kitapları, şimdilerde ormana dönüşen dikilen fidanları, açtığı hastaneler, burs verip okuttuğu öğrenciler, beyaz eşyasına kadar aldığı çalışanları, her bayramda verdiği harçlığı alan öğretmenleri vs. her yerde ismi ve izi var zaten. Vefatının seneyi devriyesinde paylaştığımız anma fotoğrafının altında yazılan onlarca güzel yorumlar, dualar beni bu yazıyı yazmaya sevk etti. Hayırseverimizin vefatından önce Recep Armutlu abimiz ziyaretimize gelmiş, uzun süre adam akıllı konuşmuştuk. Zaten her zaman böyle de geçmiştir sohbetlerimiz. Şahsımın özel insanlara karşı yakınlığımı bilenler anlayacaktır. Recep Armutlu abimizin de ifadesiyle bizleri argoya, küfür etmeye insanların zorladığını, teşvik edici tutumlar sebebiyle adamına göre davrandığını ifade etmişti. Konuşmalarımızı da izniyle kayıt altına da almıştım. O konuşmanın satır arasında da ifade etmişti Recep Abi. Karaman’da şehitlerimizin haricinde en kalabalık cenaze Yılmaz Babaoğlu’nun(öyle de oldu) ve kendisinin cenazesi olacağını bizzat söylemişti. Tabi ki bu işler nasip kısmet işi. Rahmetli Üstad Necip Fazıl ölmeden önce Vasiyet Şiirinde
’’Cenazemde olmasın çelengim top arabam.
Tabutumu taşısın dört tam inanmış adam.’’
Diye talebini dile getirmişti ama binlerce gönüldaşı ile defin edildi. Şimdilerde ise pandemi nedeniyle en sevdiğimiz insanların mutluluklarına, cenazesine maalesef katılmaz olduk.
Seneyi devriyesinde hayırsever güzel insan BABA YILMAZ. YILMAZ BABA’yı hayırla yad ediyorum. Hayır yapmak herkese nasip olmuyor. Ardından iyi adıyla, anılarıyla, hayırla yad edilmekte öyle! Karaman, ‘Erenler diyarı, yurdu’ denir. Günümüzde, mazimizde ki gibi ermiş olmak sakal bırakmakla, cüppe giymekle görünüyor, dolaşıyor olmadığını düşünüyorum. Mevlana’nın, Yunus Emre’nin torunları nice erenler gelip gidiyor bu diyarlardan. Rabbim Yılmaz Babaoğlu’nu inşallah cennetin en güzel köşelerinde ağırlasın, rahmetiyle muamele eylesin. Önemli olan ve temennimde, bu müstesna insanların bıraktığı bayrağı taşıyacak BABA diye hakkıyla adlandırılacak, arkasından beddua değil de dua edilecek insanların çoğalmasıdır. Bundan da çok umutluyum. Yılmaz Baba’nın ardından hayırda yarışan, mütevazi bir evlat bırakması bizleri mutlu ve umut dolu olmaya yetiyor. Sizlerden ricam bir Fatiha ile Yılmaz Baba’ya dua etmenizdir.
Yazımı Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in bu güzel şiiri ile bitirmek istiyorum.
‘’Ölüm Güzel Şey
Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber…
Hiç güzel olmasaydı ölürmüydü peygamber?…
Öleceğiz müjdeler olsun, müjdeler olsun!
Ölümü de öldüren Rabbe secdeler olsun!
Kapı kapı, yolun son kapısı ölümse;
Her kapıda ağlayıp o kapıda gülümse!
O demdeki, perdeler kalkar, perdeler iner,
Azrail’e hoş geldin, diyebilmekte hüner…
O dem çocuklar gibi sevinçten zıplar mısın?
Toprağın altındaki saklambaçta var mısın?
Ölüm ölene bayram, bayrama sevinmek var;
Oh ne güzel, bayramda tahta ata binmek var.!
Ufka bakarlar; ölüm uzakta mı uzakta…
Ve tabut bekler, suya inmek için kızakta…..
Sultan olmak dilersen, tacı, sorgucu, unut !
Zafer araban senin, gıcırtılı bir tabut! ‘'
Not: Bu yazımı 14 Ocak 2021 günü Yılmaz Babaoğlu’nun vefatının 1. ölüm yıl dönümünde kaleme almıştım. Bazı özel sebeplerden dolayı şimdi yayınlıyoruz.