İnsan; düşünen, hisseden, duygu ve düşüncelerini, deneyimlerini, başarılarını, bilgi birikimini, hayallerini somut ve kalıcı ürünlere dönüştürmek, kendisinden sonraki kuşaklara aktarmak isteyen bir varlıktır. İnsanoğlunun bu temel ihtiyacını karşılamak için kullanabileceği en gelişmiş sistem dildir. Başlangıçta sözle gerçekleşen bu üretim ve aktarımlar, yazıyla birlikte farklı bir ortama taşınarak kalıcı hâle getirilmiştir. Bir dilin varlığına işaret eden, o dille kültür ve medeniyetin teşekkülünü sağlayan, bunu koruyup geleceğe taşıyan, ebedî kılan yazıdır.
Sesler dilin işlevli en küçük birimidir. Harfler seslerin itibari şekilleri olup yazıdaki karşılıklarıdır. Alfabe ise “bir dilin seslerini gösteren, belirli bir düzene göre dizilmiş belli sayıda harfin bütünü” demektir. Fransızcadan alınan bu terim için bizde uzunca bir süre, Arapçanın ilk iki harfi kullanılarak teşkil edilen “elifba” kelimesi kullanılmıştır. Bugün alfabe yerine “abece” “veya “yazı” sözcüklerini tercih edenler, eski alışkanlıkla “elifba” demeyi sürdürenler de vardır. Mevcut bilgilere göre insanlık tarihinde yazıyı ilk kullananlar Sümerler, ilk alfabeyi teşkil edenler Fenikelilerdir. Fenike alfabesi ve ondan geliştirilmiş olan Arami yazıları, dünyadaki pek çok alfabenin kaynağıdır.
Türkler tarih boyunca farklı sebeplerle birçok alfabe kullanmıştır. Bilinen ilk alfabemiz Köktürk alfabesidir. Bu; VI-IX. yüzyıllar arasında Orhun ve Yenisey bölgesindeki yazıtlarda önce Köktürkler, sonra Uygurlar tarafından kullanılan harflerdir. Bilim dünyasında “Göktürk alfabesi, Orhun alfabesi” gibi adlarla anılan bu yazı sistemini; VIII-XV. yüzyıllar arasında Ötüken, Turfan ve Kansu Uygurlarınca kullanılan, Soğd menşeli Uygur alfabesi izlemiştir. Bilim ve kültür tarihimizde iki veya daha fazla alfabenin eş zamanlı olarak kullanıldığı dönemler de vardır. Bunun yanında Türk kavimleri daha dar alanlarında olmak üzere Soğd, Mani, Brahmi ve Süryani yazılarından da yararlanmıştır. Uygur yazısı ise uzun süre kullanılan bir alfabe olmuştur. Hatta söz konusu yazının coğrafyası Doğu Türklüğüyle sınırlı kalmamış, bu kadim işaretler dizgesi Osmanlı ülkesine kadar ulaşmıştır. Tarihî kaynaklar cihan padişahı Sultan II. Mehmet’in bazı yazışmalarını bununla yaptığını kaydeder.
Türk dünyasının en uzun soluklu alfabesi Arap alfabesi olmuştur. Türklerin İslamiyet’i kabulünden sonra XI. asırda başlayan bu kullanım süreci yaklaşık bin yıl devam etmiştir. Arap harflerine “p, ç, j, g” harflerinin eklenmesiyle şekillenen bu yazı sistemi, on asır boyunca Adriyatik’ten Çine, Kuzey Afrika’dan Rusya’ya Türk dünyasının müşterek zemini olmuştur. Bu alfabeyle telif edilen ilk ürünler, Kutadgu Bilig (1069) ve Dîvânu Lugâti’t-Türk (1074) gibi şaheserlerdir. Karahanlı, Harezm, Kıpçak, Osmanlı ve Çağatay dönemlerinde Türkler bu harfleri kullanarak binlerce eser ve klasik meydana getirmiştir.
XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Türk topluluklarının tartıştığı konulardan biri alfabe olmuştur. Osmanlı aydınlarının müzakere ettiği konular arasında alfabe değişikli veya ıslahı gibi esaslı meseleler de vardır. Tartışmalar İstanbul’un dışına da taşmış; Kırım, Azerbaycan gibi bölgelerde de konuşulmuştur. Bütün bu gelişmeler, takip eden yüzyılın ilk çeyreğinde yeni devletlerin kurulmasıyla birlikte sonuç vermiş, 1925-1950 yılları arası dönem Türk dünyasında alfabe değişikliklerine sahne olmuştur. Değişim, Arap alfabesinde Latin alfabesine geçiş yönündedir. Önce Azerbaycan (1925-8), ardından Türkiye (1928) yazısını değiştirir. Daha sonra Sovyetler Birliği’ndeki Türk Cumhuriyetleri aynı alfabeye geçirilir. Birkaç yıl sonra ise bu topluluklar başka bir alfabeyi kabul etmek zorunda bırakılır: Rus-Kiril.
Siyasi ve sosyokültürel alanlardaki köklü değişiklerle başlayan XX. asır, Türk dünyasında Arap, Latin ve Rus-Kiril menşeli harflere dayalı 27 farklı alfabenin kullanıldığı bir dönem olur. Özellikle eski Sovyet ülkesindeki Türkler, Rus-Kiril kökenli 20 farklı yazı sistemini kullanmak durumunda kalır. Hâlen Çin’deki Uygurlar Arap, Yunanistan’da yaşayan Ortodoks Türkler Grek, İran’da bulunanlarsa Arap kökenli Fars alfabesini kullanmaktadır.
1990’dan itibaren dünyada yaşanan siyasi ve sosyokültürel hadiseler ve mevcut fiilî durum, Türk dünyasının yeniden ortak bir alfabede buluşması gerektiğini ortaya koymuştur. Bu amaçla 1991 yılında bilim adamları tarafından Latin tabanlı Ortak Türk Alfabesi projesi teklif edilmiş ancak bu öneri uzun zaman sürüncemede bırakılmıştır. Son yıllarda dünya ölçeğinde yaşananlar projeyi tekrar gündeme taşımış ve soydaşlar yeniden masaya oturmuştur. Bu yolda zaman zaman birtakım engel ve zorluklarla karşılaşılsa da Türkiye, bu hayalin daima canlı kalması ve gerçekleşmesi için gayret göstermiştir. “Birlik ve beraberliğin güçlenmesi için dil birliğinin önemi aşikârdır. Bunun ilk adımı, alfabe birliğini sağlamaktır.” diyen Cumhurbaşkanımız, bu hassas ve önemli meseleye büyük destek vermiştir. Sair Türk devletlerinin hükûmetleri, Türk Devletler Teşkilatı, Türk Akademisi ve Türk Dil Kurumu(TDK) üzerine düşen görevleri yerine getirmiştir. Sonuçta yüzyılın hayali ve projesinde atılan adımlar, gösterilen çabalar meyvesini vermiş; Oğuzlar, Kıpçaklar, Karluklar aynı alfabede birleşmiştir.
Bugün ortaya konan sağlam iradeyle Türkiye Yüzyılı, Türk Dünyası Yüzyılı hâline gelecektir. İnancımız ve duamız odur ki dilde, fikirde, işte sağlanan birlik, alfabede birliği de tesis edecek, bu çabalar Türk birliğinin teşekkülüyle neticelenecektir. Kararın, Türk topluluklarının bugüne kadar getirdiği dil mirasını koruması, Türk halkları arasında karşılıklı anlayış ve işbirliğini teşvik etmesi de önemlidir.
İşte bu nedenlerle 11 Eylül 2024 tarihinde Bakü’de varılan mutabakat büyük bir başarıdır ve üzerinde anlaşılan 34 harfli Ortak Türk Alfabesi’nin uygulanması hayati bir meseledir. TDK Başkanı Prof. Dr. Osman Mert’in de ifade ettiği gibi, artık Edirne’den yola çıkan bir Türk, Altay Dağları’na kadar yalnızca Türkçe konuşarak değil Türk lehçeleriyle yazılanları da okuyarak seyahat edebilecektir.