Ey Uzun Adam !
Kusura bakma ama biz seni çok sevdik arkadaş. Yıllarca bu güzel ülkenin öz evlatları olarak kendi vatanında tek suçu dindar olmaları yüzünden köhne bir zihniyetin hor gördüğü ve hep bir yanı eksik bırakılan Anadolu Çocukları çok sevdi seni. “Sadece biz değil ki seni o inandığın o öksüz davanın yetimleri, garipleri de çok sevdi.” Umutları Rabia Meydanı’nda yıkılan ve adalet Mısır sokaklarında rafa kalktığı gün hayalleri Esma ile birlikte sessizce toprağa gömülen Sümeyyeler de çok sevdi seni. Nemrutların ateşinden korkup bir gece yarısı evini terk ederken, o küçücük patiklerini can havliyle giyemeden yalınayak karanlığa koşarken kucağından düşürdüğü bez bebeğine hasret Halepli İslima’larda çok sevdi seni.
Siyahı, Beyazı, Kür’ü, Laz’ı, Pomak’ı ve Roman’ı, insan olmanın onurunu taşıyan kim varsa herkes çok sevdi seni. “Soykırımı iliklerine kadar hissetmiş güzelim Bosna’nın virane sokaklarında Ceddim Osmanlı’nın geleceği ve namahrem elleri kökünden kurutacağı o günlerin özlemini çeken Ahira’larda çok sevdi seni.” Çeçenistan dağlarında yitirdiği yarınları arayan Perehan’lar; Haritada yerini bile bilmediğimiz Arakan topraklarında putperest budistlerin kuyuya attığı ve yıllardır düştüğü kuyulardan Yusuf misali çıkmaya çalışan Muhammed’lerde çok sevdi seni. İnsan olmak denen şeyi bir gün bile yaşamamış, binlerce zalim arasında kime yar olacağını bile bilmeyen ve kirlenen çocukluğunu ne ile temizleyeceğini düşünen mahzun Afgan Kızları Kasini’ler de, Irak’lı Mahide’lerde çok sevdi seni.
Kusura bakma Arkadaş, biz seni çok sevdik. Çünkü biz tanımamıştık kos koca Hilal olmuş gölgesi Haç’ın üzerine düşmüş ceddimiz Alparslan’ı . Görmemiştik dünya gözüyle Atamız Ertuğrul’un kılıcının kınına sığmayan heybetini ve yüreği İstanbul kadar büyük olmuş dedemiz Fatih’in cihana sığmayan o ihtişamını. Bir tek tarih sayfalarında olur sandık ve hep aç kaldık, susuz bırakıldık ne zaman ki adı Abdülhamit olan koca bir dağın yamaçlarında dolaşmaya başladıysak. “Ve sonra bir ikindi vakti bem beyaz gölgesi, siyonizmin karanlık bahçesine düşerken dizlerinin dibinde oturmaya kalktığımız Erbakan’ın sofrasından doymadan, doyamadan kalktı ahir zamanda baharı hepten kışa çevrilen Anadolu Çocukları.” Göremedik, duyamadık, doyamadık işte.
Sonra gönlü yorgun bu ümmetin garipleri hürmetine. “Umutları okul kapılarında sönen iffetli kızların göz yaşları hürmetine , yemin törenlerinde gönlü kınalı kuzusu ile; lakin kendi tel örgülerin dışında kala kalmış anaların yürek yangınları hürmetine seni göz aydınlığımız yapıverdi Mevla.” Her Firavuna bir Musa yaratan Rabbim bir Talut daha göndermişti çağdaş Firavunların kıtalara sığmayan torunları olmuş Calutlara. Seni bir akşam üzeri demir parmaklıkların arkasına kazdıkları kuyulara itiverenler, bilmiyorlardı ki zamana yemin eden ve “ sabaha and olsun ağarmaya başladığı zaman” diyen o ilahi kelamın yegane sahibinin seni düştüğün o kuyulardan çekip çıkaracağını. Dahası senin hocanın üzerine giydirdiği o gömleği çıkartıp attığını sananlar, bilmiyorlardı ki üzerinde duranın hocasının Yusuf yüzlü talebesine bir daha çıkarmamak üzere giydirdiği bir kefen olduğunu.
Ey uzun Adam! Sen ki bugün, Hira’da başlayan ve sahibini badiyeden miraca çıkaran o mutena aşk’ın sahibi didarı lamiamız, mislü rayihamız, sireti mucella, sureti mualla olan Sultanı Kibriya’mızın refiki alasına kavuştuğu yaştasın. “Altmış üç yaşındasın ve biz altmış üç yıllık bu ömrün sahibini çok sevdik arkadaş”. Öyle sevdik ki altmış üç yıllık hayatının gördüğümüz her anına kefil olduğumuz gibi ; görmediğimiz her anına da kefil olacak kadar. İmanına, insanlığına, dostluğuna, kardeşliğine ve arkadaşlığına şeksiz ve şüphesiz şahitlik edecek kadar. Ve sen, senin yaşında iken sevgilisine kavuşmuş bir peygamberin varisi olmaya ahdetmiş mihmanımız olarak senden önce bütün benliği ile zalimlere meydan okuyan yiğitler gibi tek başınasın.
Nasıl ki Ebü-l Feth Alparslan bütün zalimlerin Nuh tufanında kayboldu zannettiği millet ağacını bir gece yarısı Anadolu’ya dikerken tek başına idiyse; nasıl ki Selahaddin Eyyubi Kudüs’ü haçlılara zindan ettiği gün tek başına idiyse; nasıl ki Sultan Fatih Bizans’ı uykusundan ederken tek başına idiyse ve nasıl ki “İsrail’in karşısında tek başına koca bir ümmet gibi durmuş Abdülhamit Han ve Siyonizmin kovanına çomak sokmuş Erbakan” hep tek başına idiyse, biliyoruz ki sende Tanrı Dağlarında doğup Hicaz topraklarında gözünü açmış bir milletin evlatlarının önüne düşerken “Öleceksek adam gibi ölelim” dediğin gün de; Olimpos Dağı'nın soysuz evlatlarının yüzsüz yüzlerine “Dünya beş’ten büyüktür” diye haykırdığın günde tek başınaydın.
Rabbim sana Kâlû Belâ’da verdiğin söze sadık kalışın hürmetine; Faran Dağlarında açan Gül’e olan aşkın hürmetine; Kenan diyarında Feryad eden Hz. Davut’ un Filistinli torunları hürmetine güç versin, kuvvet versin. Basra’da özgürlüğe susamış kuşlar hürmetine; Kerkük’te annesinin kokusuna hasret sabiler hürmetine; Sahra’da yolunu kaybetmiş ihvanların hürmetine; Yüreğini sürüldüğü topraklarda bırakıp evini sırtında taşıyan Halep’li ihtiyarlar hürmetine; Kırım’dan yükselen ahlar; Kahire’de bitmeyen yaşlar ve Hazar’ın kıyılarında dinmeyen feryatlar hürmetine; Yitiğimiz Endülüs’te çanların ortasında yedi gök semayı süsleyen ezanlar hürmetine, seni başımızdan eksik etmesin. “Ve Rabbim sana; hilal’i, üzerinde taşıdığın kefen kadar beyaz, yıldızı sevdalısı olduğun bu necip milletin geleceği kadar parlak al bayrak hürmetine” uzun ömürler versin.
Kusura bakma, biz seni çok sevdik arkadaş…