Anlamak ve anlaşılmak… İnsanoğlunun en büyük iki ihtiyacı, belki de en büyük iki sorunu. Bu yazımda, anlaşılma ihtiyacından söz etmek istiyorum.
Duygularımız, düşüncelerimiz karşısında bazen çıkmazlara gireriz. Paylaşma ihtiyacı hissederiz. Ya da bir sorun karşısında, iletişim kurduğumuz kişiye, hissettiklerimizi ve düşündüklerimizi anlatmak isteriz. Tüm bu ve benzeri durumlardan anlayacağımız üzere, insan anlaşılmaya ihtiyaç duyan bir varlıktır.
Anlaşılmak, bir ihtiyaçtır. Bu ihtiyacın karşılanmaması durumunda psikolojik sağlığımız, bu durumdan etkilenecektir. Çünkü kişi, strese girecektir. Anlaşılmamak duygusu, yıpratıcıdır. Anlaşılmak ihtiyacı; kalbimizi, ruhumu, psikolojimizi ve beynimizi rahatlatır. Anlaşılmamak, çeşitli ruhsal problemleri doğuracaktır. Bir bütün olan insanın ruhundaki sorun, akabinde fiziksel sağlığına da yansıyacaktır.
Biz isteriz ki kalbimiz, bizi anlayan bir kalbe değsin. Biz isteriz ki bazen hiç anlatmadan bile anlaşılabilelim. Çünkü bazen kelimeler anlamını yitirir. Duygu ve düşüncelerimiz yalnızca bakışlarımızla ulaşsın isteriz karşımızdakine. Ama böylesi anlarda aklımızdan çıkan küçük bir detay vardır. Anlaşılmanın, bir nimet olduğunu ve bizi anlayacak biri veya birilerini bulmanın kısmet olduğunu unuturuz.
İnsanların bizi anladıkları kadar mıyızdır? Anlaşılmadıklarımızla mı sınanırız? Anlaşılmamak duygusu, karmaşık ve oldukça yorucudur. İnsanın yüreğini acıtır bazen. Yüreğimizi acıtır çünkü, etrafımızda anladım cümlesini kullanan insanlar olacaktır, ama anlamayacaklardır. Anladımlar çoğaldıkça, kendi içimize kapanışlarımız artıyor. Ve biz bu yüzden anlaşıldığımız kadar var olacağız, anlaşılmadıklarımızla kendi içimizde bir savaş vereceğiz.
Peki ya anladım, demelerine rağmen neden anlamıyordu insanlar? Anlaşılmayı bu kadar zorlu kılan şey, emek ve çaba istemesinden kaynaklıdır. Özellikle çağımızda, hangimiz durup bir şeyleri anlamaya vakit ayırıyor? Hangimiz karşımızdakini anlamak için samimiyet gösteriyor? Anlaşılmak, masraflı bir iş gibi duruyor. Yanlış anlamak, daha mı az masraflıydı yoksa? Yanlış anlaşıldığımızda, karşımızdaki kişinin düşündükleri, bizim söylediklerimizden ziyade aslında onun düşünüp, hissettikleri olabilir miydi? Evet, olabilir. Mevlâna, şöyle diyordu; “İnsanlar seni yanlış anladığında dert etme. Duydukları senin sesin, fakat aklından geçirdikleri kendi düşünceleridir.”
Anlaşılmayı zorlu kılan bir diğer unsur, dinleyememekten kaynaklanıyor. Bazen bizi ilgi ile ile dinleyen bir çift göz, kalbimiz için yeterli olabiliyor. Sorunumuzu çözmese bile, yüreğimize ve ruhumuza iyi gelebiliyor.
Çok sevmek, sevilmek çok güzel ve paha biçilmez duygulardır. Sevgi, insanın ayağını yerden kesen, dünyayı ona farklı bir gözle gösteren bir duygudur. Ancak insan anlaşılmadığı birine rastladığında çok sevmesinin de sevilmesinin de önemi olmuyor. İnsan için anlaşılmak, sevgi duygusunun bile üzerinde yer alabiliyor. Çünkü çok sevmek, sevilmek duygularını tatmin etmememizi sağlayacak birçok insanla karşılaşabiliyoruz. Ancak bizi anlayan birine rastlamak bu kadar kolay değil. Sevilmenin ve sevmenin verdiği hislerle dünyayı bambaşka görürken insan, anlaşılmadığı takdirde o dünyaya hapsoluyor. Bu yüzden anlaşılmak, bahşedilmiş bir armağandır insana.