Çağın tam yarım asrını yaşadık. Aklımız ererek, özümseyerek. Üstelik gazetecilik, siyaset ve STK temsilciliği gibi görevler nedeni ile yakın şahit olarak.
Bu memleketin acı tatlı günlerini tam merkezinde yaşamak kısmet oldu.
At arabaları ile yük, faytonlarla yolcu taşınan günleri yaşadık. Öküz ve atlarla tarla sürüldüğünü, düvenlerle harman edildiğini, su değirmenlerinde un edildiğini biliriz.
Şehir bile olsa gaz lambasında ders çalıştık, kovalarla, güğümlerle 500 metreden su taşıdık.
Caddelerden geçen motorlu taşıtları görmeden sesinden kime ait olduğunu tahmin ettiğimiz kadar kıt günlerimiz oldu.
Ankara’dan Karaman ile telefon görüşmesi yapabilmek için 2 gün uğraştığımız zor günlerimiz oldu.
Sokağa çıkma yasaklarını yaşadık. Yüz kilometrelik yolda 2 polis 3 jandarma aramasından geçtiğimiz olmuştur. Sana yağ, tüp gaz, yakıt, sigara, maaş, hastane sırası, ekmek kuyruklarında sıramızı bekledik.
Okulumuza vardığımızda ilk işimiz yaz ise ayakkabımızın tozunu silmek, kış ise çamurunu yıkamak olduğu günleri yaşadık.
Kitap satarken kitap bulamadığı için ağlayan çocukları, bulup da alamadığı için isyan eden ana babaları gördük. 20-30 kitap alabilmek için MEB Yayınevinin deposunun önündeki kaldırımda sıra beklerken birkaç gün ve gece geçirdiğimiz oldu. 60-70 öğrencilik sobalı izbe sınıflar, öğretmen yokluğundan boş geçen dersler, öğrencisinden 25 er kuruş tebeşir parası toplayan öğretmenler olurdu.
Bir koli kırmızı kalem, kurşun kalem için kuyruklarda saatlerce sıra beklerdik.
İşlem yaptırmak üzere vardığımız resmi dairede masasına elimiz değdi diye 18 yaşın delikanlılığında bizi azarlayan birim müdürlerini tanıdık.
Hastane koridorlarında parasızlıktan ya da tıbbi imkânsızlıklardan hastasının durumuna üzülüp de duvarları yumruklayanlara şahit olduk.
Ambülâns yokluğundan ve taksi parası olmadığından bir başka hastaneye nakledilemeyip yakınlarının gözleri önünde ölenleri gördük.
Karabağda katliam yapılırken çaresiz kalıp eli kolu bağlı seyreden yöneticileri, siyasileri gördük. (Hoş bugün de Suriye’ye giden TIR ları çevirmekle meşgul olanlar da var ya)
80 sente muhtaç Merkez Bankasını, aybaşında maaşları ödemek için karşılıksız para basan, IMF heyetleri karşısında esas duruşta el avuç ovuşturan, halkın cebindeki parayı alabilmek için mahsul satan çiftçiye devlet tahvili alma mecburiyeti getiren, vatandaşın alın teri mahsulünü alıp da aylarca parasını ödeyemeyen ve kıvırtıp duran hükümetler gördük.
Günde 2 sefer 2 şer saat elektrik kesip hayatı zehir eden, üretimi durduran yaşamı sekteye uğratan politikalar gördük.
1 dolar, 1 mark için mahkemeye sevk edilenlere şahit olduk.
Marx’ın kapitalini, sosyalizmin alfabesini, 9 ışığı ve Elmalılı Tefsirini evinde bulundurmaktan emniyetlerde geceledik, başımıza gelmeyen kalmadı. Bunların bir arada, bir evde nasıl bulunduğuna aklı ermeyenler tarafından sorgulandık.
Karabaş Tecvit’inin, Namaz Hocasının tezgah altından gizli satıldığını biliriz.
Evimize, işyerimize gitmek için 3 sefer mahalleye hâkim güçlerin kimlik kontrolünden geçmek zorunda kaldık.
Safsatalarla ve yasaklar manzumeleri ile dolu sıkıyönetim bildirilerinden gına geldiğimiz günler oldu.
Bir soruşturma için alınıverip bir daha akıbetinden hiçbir haber alamadığımız insanlar oldu.
Traktörümüze yedek parça, tarlamıza gübre, ilaç, hayvanlarımıza yem bulamadığımız günler oldu.
Haftalar öncesinden tükenen biletlerden bulamayıp bayramı gurbette kutladığımız olmuştur.
Bir araç yol vermezse karşıdan gelen aracın geçemediği tarladan bozma yollarda şehirler arası seyahatlerimiz olmuştur.
Üç kuruşluk öğrenci kredisini 11 ay sonra aldığımız, farklı siyasi görüşten olduğumuz için sözüm ona halk mahkemesinde yargılandığımız ve okula 500 metre yaklaştığımız takdirde öldürülme cezası ile de cezalandırıldığımız vardır.
Başörtüsü var diye okuyamayan, işinden atılan veya kocası ordudan atılanları tanırız. Cebinde tespih ve takke çıktığı için işyerinde soruşturma geçirenlerin haberleri arşivlerdedir.
Ama bir tesellimiz bize önder ve ABİ olanların öğretileri sayesinde çok şükür, bu Vatanı, bu Bayrağı ve bu Milleti hep sevdik. Ömrümüzü onlara hizmette harcamaya gayret ettik. Öyle ki samanlıkta iğne arayan faşist 12 Eylül cuntası bile nokta kadar bir leke isnat edemedi.
Bu ağabeylerden bir tanesi de 1970-1973 arası yol arkadaşlığı ettiğim Gül Yüzlü Abdullah GÜL idi.
30 Mart seçimlerinin sonucunu bütün bunları saydıktan sonra değerlendirmeye gerek var mı?
Bu siyasi başarının sebeplerini ayrıca sıralamak gerekir mi?
Ancak yerel bir ilave yapmak gerekirse: Gerek kazanan ve gerekse muhalefette kalan adayların vakarı, sağduyuları ve olgunlukları Karaman’a ve Milletimize yakışacak güzellikte idi. Her tarafın tabanındaki fanatik ve seçim havasından gözü dönmüş, gönlü kararmış olanların ufak tefek densizlikleri de bu görkeme zarar getiremedi. Umarız şimdi iki elleri arasında başlarını almış ayıplarını düşünüyorlardır. Daha olgun ve daha hoşgörülü olmayı öğrenmenin yollarını arıyorlardır. Savundukları fikre ve kişilere verdikleri zararın vebalini ise dileriz anlarlar…
30 Mart yerel seçimleri onlara da en güzel örnektir.
Asıl olan hizmet, hoşgörü, sevgi ve saygıdır…