Bu sabah bugünkü virdim olan 10. Cüzü okuyordum. Tam Tevbe Suresini kıraat ederken boğazıma bir dağ oturdu. Yutkunacak oldum, yutkunamadım. On yıl öncesine gidiverdi yüreğim. O yıllar Esat abili yıllardı. O kiminin Esat ağabeyi; kiminin de Esat hocasıydı. Ben onu Karaman Zembilli Ali Efendi Kur’an Kursuna hizmet etmeye başladığında tanıdım. Genç ile genç, çocuk ile çocuk olurdu. Sesi hiç yükselmezdi. Talebeye kızmak lugatında yoktu Esat ağabeyin. Hizmete, talebe yetiştirmeye adanmış kısacık bir ömür. Hayaline cihan değer hatıralar bıraktı gitti bana Esat ağabey. Beni hep ön planda tutar; benim bulunduğum mecliste kimseye Kur’an okutmazdı. İlk sohbetine geldiğim gün; dedi ki bana: Sohbetten sonra seninle ziyaretlerde bulunalım mı? Dedi. Bende: hay! Hay! Abi! Dedim: Ne demek. Sohbet bitti. Bir grup ağabeyle düştük yola. Karaman’ın garip mahallelerinde garipleri ziyaret ettik o gün. Kimselerin çalmadığı kapılardan içeri girdik o akşam. Önce Afganlı bir aileyi ziyaret etmiştik. O gün Afganlıların bir bayramıymış. Çoluk çocuk Esat ağabeyi karşılarında gördüklerindeki sevinçlerini hiç unutamadım. Oradan kazaya uğramış ve gözlerini kaybetmiş bir Suriyelinin evine uğradık. Durumları perişan; fakirlik diz boyuydu. Amma kapılarını çalan; gocunmadan sofralarına oturan bir Esat Kantar abileri vardı. Bir gün Esat ağabeyin yakın dostu; Ömer ağabeye dedim ki: ağabey; sizin Esat ağabeyle olan dostluğunuza imreniyorum! Ne güzel dostsunuz siz! Dedim. Ömer ağabey: Öyle be hafız! Diye başladı sözlerine: geçenlerde telefonuma Esat’tan mesaj geldi. Mesajda: komşusu çaysızken çay içen bizden değildir! Diye yazıyordu. Belliki evlerinde çay tükenmişti. Koştum; çayı yetiştirdim. Bizim dostluğumuz işte böyleydi. Deyivermişti Ömer ağabey. Esat ağabeyin babası bıçakçı Süleyman ağabeyde Karaman’ın dua neferlerindendi. Süleyman ağabeyin vefatını öğrenince taziye için Esat Kantar ağabeyimi aradım ve taziye dileklerimi ilettikten sonra dedim ki: ağabey! Benim durumum malum! Ben cenazeye getirecek birini bulamam! Beni gelmiş kabul et! Dedim. Esat ağabeyim; o gün o acısının içinde beni cenazeye getirmesi için Alibeke Yavuz ağabeyi görevlendirmiş! Alibeke ağabeyde sağ olsun cenazenin defni boyunca benimle en güzel bir biçimde ilgilenmiş, bıçakçı Süleyman ağabeyin tabutunu tekrar tekrar tutturmuştu. Yine bir gün; sohbetin başında Zümer suresinden: Allah kuluna kafi değil mi! Mealindeki ayeti okumuştum. Esat ağabey sohbetin en can alıcı yerinde: bakın! Hafız Mustafa’da bugün okuduğu ayetlerde; Allah kuluna kafi değil mi! Demedi mi? Söyleyin bana; Allah kuluna kafi değil mi? Deyince nasılda heyecanlanmıştım. Esat ağabeyin o sohbet gurubunda ne abiler tanımıştım: Tarık Canevi ağabey, İsmail Çevik ağabey, İhsan Taşer ağabey! Bu kıymetli dostluklarda Esat ağabeyin vefatıyla beraber toprak oldu gitti. Hep derdim; Esat ağabey! Beni İstanbul’a, Hüdayi’ye ne zaman götüreceksin? Diye. Nihayet Esat ağabey bana verdiği son sözünü de tutmuş beni Paitahta; İslambola: İstanbul’a da götürmüştü. 11 Nisan 2014 günü bir sabah vakti düştük yollara. Ekibimizde; Yakup Özalp ağabey, Tarık Canevi ağabey, Ömer Ağabey gibi Esat ağabeyin yanından ayrılmayan dostları vardı. O gün mübarek cumaydı. Cuma namazını ladikli Ahmet ağanın manevi huzurunda kıldık. Namazdan sonra Ladikli Ahmet Hüdayinin kabri başında onu bir anlatışı vardı ki; Allah Allaaah! O akşam ulaştık aziz İstanbul’a. Esat ağabeyin büyük Mahtumunun Maltepe ilçesinde görevli olduğu kuran kursun unmisafirhanesinde kaldık. Ertesi sabah; Osman Nuri Topbaş hoca efendinin ilamda gerçekleştirdiği sohbete katıldık. Sohbetin akabinde Aziz Mahmut Hüdayi türbesini ve çevresini gezdik. O akşam kaldığımız yere döndüğümüzde vakit akşam namazıydı. Esat ağabey bana: haydi hafız; bize bir akşam namazı kıldır! Dedi. Ben çekine çekine mihraba ilerlerken biri: Esat ağabey! Bak hele! Amaların gıldırdığı namaz olmazımış! Dedi. Esat ağabeyin o adamın milletin içinde haddini bir bildirişi vardı ki; ömrüm boyunca unutamam. O akşam yine yol için toplanan paradan artakalanı ile baklava aldırmış ve bana elleriyle yedirmişti İstanbul baklavasını. Hiç unutamam; içimden de atamam. İstanbul gezisinden sonra rahatsızlığı arttı. Tam o unutulmaz Paitaht Gezisinden bir yıl sonra; tarihler 19 nisan 2015’i gösterdiğinde sustu Esat ağabey! Her sabah namaz vakti Esat ağabeyden gelen telefonlarda sustu. 19 Nisan 2015 günü soldu Esat ağabey. O solunca; yetiştirdiği güllerde soldu. O gün göçüp gitti Esat Kantar ağabey sessizce. Arkasında solmuş güller, susmuş bülbüller bıraktı. Ben seni hiç unutmadım Esat ağabey! İnşeallah mahşerde livailhamd sancağının altında buluşuruz da öperim ellerini.