ENGELLENEN ELLER TUTAMAZ

 ENGELLENEN ELLER TUTAMAZ


       İnsanın yaşamı süresince sergilediği davranışlarında, önceden beri süregelmiş tutum ve düşüncelerinin etkili olduğunu söylemek yanlış olmaz sanırım. Tutum ve düşüncemiz olumsuzsa bundan direk olarak davranışlarımız da olumsuz etkileniyor. Tutumumuz çocuk yapamaz yönünde ise, davranışlarımız da yapmasını engellemeye yönelik gelişiyor. Nihayetinde karşımıza çıkan manzaranın seyredilecek bir güzelliği kalmıyor. 
       Herkesin baktığı fakat hepsinin göremediği konusunda hem fikir olacağımızı düşünüyorum. Bakmakla görmek arasındaki farkı anlamak, siyahla beyazı ayırt etmek kadar kolay değildir çünkü. Aynı havayı soluduğumuz milyonlarca kişinin, milyonlarca farklı penceresi vardır dünyaya açılan ve bu pencerelerden aynı manzarayı seyretmek ne kadar zorsa bu alanın gereklerini yerine getirmek, tutumları değiştirmek de o kadar zordur. 

      Tutumlar konusunda verilebilecek birçok örnek bulunmakta çevremizde, görebilmeyi başarabilirsek eğer. Kendimizi bildiğimizden bu yana büyüklerimizin ve çevremizin sürekli uyarılarıyla edindiğimiz bir bilgi vardır mesela; sokakta karşılaştığımız, anormal davranışlar gösteren, bizim gibi davranmayan kişiler DELİ’dir!!! Ve denir ki bize; sakın ona yaklaşma! Yolunu değiştir! Sana saldırır dikkat et! Döver! Dediklerimi yapmazsan seni o DELİ’ye veririm! Buna benzer onlarca söylem empoze edilir taa o zamanlardan belleğimize. Bilmezler ki o DELİ’nin de duyguları var, sevgiye kabullenilmeye ihtiyacı var. Belki bazen fark ediyoruz bunları ama bir gün bizim de onlarla aynı yaşantıları paylaşabileceğimiz düşüncesini hep savıyoruz beynimizden. Neden? Korkuyoruz belki, kaçıyoruz bu yüzden onlardan. Kendimizi bu şekilde düşünmemek adına engellerken aslında, engellenenler o DELİ damgası yiyen, her şeyden bihaber bireyler oluyor. Böylece toplumun unutulmuş, hep ihmal edilmiş, kıyıya köşeye atılmış, yok sayılmış masum varlıkları haline geliyor ENGEL’lenenler.
 
      Çevremize baktığımızda bazen her şey aynı, sıkıcı diye, bazen de her şey ne kadar hızlı değişiyor diye yakınırız ya, aslında nasıl görmek istiyorsak öyle bakıyoruz hayata. Engelli olarak görmek istediğimiz için, engelli gözlerle bakıyoruz ve engelli görüyoruz. Ancak birisi bize fark ettirdiğinde bakışımızın yanlış olduğunu fark edebiliyoruz. Örneğin, kolu ve ayağı olmayan birisi için hiçbir şey yapamaz diye düşünürken, akşam televizyonda bir yüzme yarışmasında, elleri ve ayakları olmayan birinin yarışmayı kazandığını izlediğimizde, onun neler yapabileceğini biraz da olsa fark etmeye başlıyoruz. Yani nasıl bakıyorsak öyle görüyoruz aslında. Fakat bakarken en büyük hatayı, benzerlikleri hep göz ardı edip, daimi olarak farklılıklara odaklanarak yapıyoruz. Hâlbuki o kadar benzerliklerimiz var ki onlarla. Tek yapmamız gereken bakışımızdaki engelleri kaldırmak. 
       
       Engelli bireyler, farklı görüldüğü için toplumdan uzaklaştırılıyor ve evlere saklanıyorlar. Aileler çocuklarından utanıyor, rencide ediliyor, üzülüyorlar. Her şeyiyle sağlıklı olan biz bireyler ise, bu acı tabloyu oluşturan kesim oluyoruz. Günümüzde bu tutum az da olsa değişmeye başlasa da yeterli olduğu konusunda sorgulamayı bırakmak için henüz erken olduğu çok açıktır. Bu az değişimle bile yıllardır evlerde saklanan, hapsedilen özel gereksinimli bireyler gün yüzüne çıkarılmaya başlamıştır yavaş yavaş. Varlığından utanılan varlık, ailesinden farklı insanlar görmektedir artık. Özel eğitim adı altında yapılan eğitimler, çalışmalar özel bireyler için sözde düzenlenmiş yasalar oluşturulmaya çalışılmaktadır. Uygunluğu ve yeterliliği kağıt üzerinde çok işlevsel görünen bu düzenleme ve çalışmaların, pratiğe aktarıldığında karşılaşılan güçlük ve eksikliklerinin farkında mıyız acaba? Belki de en büyük etken olan “toplum” faktörünü göz ardı ediyoruz bu düzenlemelerde. Toplumumuzun bilinç düzeyi bu uygulamalar için yeterli midir? Acaba kaç kişinin özel gereksinimli bireylere bakış açısı olumlu ve yapıcıdır? Bu bağlamda bilinmesi ve unutulmaması gereken en önemli bir noktalardan biri;  “engelli” “sakat” özürlü” olarak adlandırılan bireylerin, farklı zedelenmeler ya da anomaliler sonucu sadece bazı yetersizliklere sahip olduğu ve bu bireyleri engelli hale getirip, engelleyen unsurların her zaman toplum tarafından oluşturulduğu gerçeğidir. Yetersizlikleri engele dönüştüren bir toplum içinde yaşayan bireylerin, ulaşabilecekleri en üst nokta neresi olabilir sizce?

      Diyebiliriz ki, çok katlı bir binaya benzer insan. Temeli ne kadar sağlam atılırsa, üstüne o kadar çok kat çıkabilirsiniz. Her kat kendine özgü farklılıklar taşır. Bu benzetmede toplumu bina olarak düşünürsek, tutum ve düşünceleri temel, katları da biz insanlar oluşturuyor. Her birimiz ayrı bir kat, her birimiz kendine has. Toplum olarak, anne-baba olarak özel çocuklarımızın da kendine özgü özellikleri olduğunu, en temelden, erkenden müdahale edilmesi gerektiğini unutmamak da bir diğer önemli noktalardan birisidir. 
      Özel gereksinimli çocukların durumları ile ilgili söylenebilecek daha çokça olumsuz şey varken, onlara dair güzel duygulara da yer vermenin gerekliliğini hissediyorum. Onlarla olan paylaşımlarımız arttıkça hayata bakışımız çok değişecektir. Baktığımız pencereden, mis gibi kokan çiçekler, uçuşan kelebekler, masmavi engin denizler, umut dolu yarınlar görebiliriz. Onlarla çalışmak, onlara herhangi bir bilgi-beceri kazandırmak; hayatımızda tadabileceğimiz en güzel duygulardan biri. O kadar masum sevgiler besliyorlar ki! O kadar çıkarsız… Sahiplenmemek mümkün değil. O tertemiz yürekler için verdiğimiz hiçbir emek karşılıksız kalmıyor kalmaz da.
       Bu özel çocuklara sahip aileler, onlarla çalışan öğretmenler ve etkileşimde bulunan herkes için söyleyebileceğim; sebatın ve sabrın ne kadar önemli olduğudur. Aylarca bir rengi öğrenmeleri, tek bir kelime konuşabilmeleri için çabalamak ve aynı zamanda bu çabaların sonunda tadacağınız mutluluğu hissederek motive olmak… Kimse bu işin kolay olduğunu iddia edemez fakat küçücük adımlarla kocaman harikalar yaratabileceğimize dair inancımızı asla kaybetmemeliyiz. Yeter ki inanın ve sevginizi koşulsuzca onlara bağışlayın. 
Ve unutmayın! Engel siz değilseniz, ENGELSİZ’dirler.

Habibe ÇALIŞKAN Kimdir?
Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi/ Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu
BİRİM: Çocuk Gelişimi Bölümü
UNVAN: Öğretim Görevlisi/Çocuk Gelişimi Bölüm Başkanı
VERDİĞİ DERSLER;
1- Özel eğitim I - Özel eğitim II
2- Kaynaştırma Eğitimi
3- Aile Eğitimi
4- Çocuk Psikolojisi ve Ruh Sağlığı
5- Çocuk ve Oyun
6- Özel Eğitim Kurumlarında Uygulama I - Özel Eğitim Kurumlarında Uygulama II
7- Psikoloji

EĞİTİM BİLGİLERİ
İLK VE ORTA ÖĞRETİM: Emet Mehmet Akif Ersoy İlköğretim okulu(Okul Birinciliği) – Tavşanlı Kız Meslek Lisesi (Çocuk Gelişimi ve Eğitimi bölümü-2004-dip. Notu: 4.92 – Okul birinciliği)
LİSANS: Selçuk Üniversitesi -Mesleki Eğitim Fakültesi-Çocuk Gelişimi ve Ev Yönetimi Eğitimi Bölümü-Anaokulu Öğretmenliği (2008-Dip. Notu: 3.05  /  2007-2008 öğretim yılı ONUR Öğrencisi- Bölüm ONUR Öğrencisi )
YÜKSEK LİSANS: Selçuk Üniversitesi/Ahmet Keleşoğlu Eğitim Fakültesi/ Özel Eğitim Bölümü/ Tez Aşamasında