‘Etik’ kelimesi, maalesef ülkemizde üniversiteler yaygınlaşmaya başlayınca çok sık kullanılır oldu ve bu yetmedi ‘Etik Kurullar’ oluşturuldu. Ne gariptir ki eğitimli, tahsilli insanlar için özdeşleştirildi. Edep ile özdeşleşmesi gereken ilim insanları, bu değerleri yitirmeye başladığı için bu kurullar devreye girdi. Bir insana sen ‘etik’ değilsin desen, herhalde iltifat gibi algılar, ya ‘ahlaksız’ desen ne der acaba. Oysa ‘etik (ahlaki)’ olmayan bir iş yapmışsa ‘ahlaksız’ bir iş yapmıştır ve o kişi ahlaksızdır.
Bir sitede, bir üniversite hocasının, “Bazı üniversite hocalarına akıl sır ermez. Şeytana bile ayakkabıyı ters giydirirler. Herkes kendinde keramet var sanır. Oysa ne kerameti. Her şeyi kendilerine yontarlar. Bazı hocalarımız, hülle yolunu buldular. Önce, vatan edebiyatıyla yeni açılan ve emeklilik yaşı 72 olan bir üniversiteye atanıyorlar. Sonra ne mi yapıyorlar? Yakındaki bir eski üniversiteye kendilerini görevlendirtiyorlar. Lojmandan ve odadan çıkmadan, 72’lik üniversiteye adım atmadan, hocalıklarına devam ediyorlar. Ayakkabıyı ters giydirme olayı budur” şeklinde açıklama yaptı(bulten.gen.tr,02.02.2012)” yorumu, bu konuda bazı üniversite hocalarının yaptıkları en masum ‘etik kural’ ihlali gibi gözükmektedir.
Bazı ahlaksızlıklar belgeli olduğu halde, ceza aldığı halde onu hafife alan öğretim üyelerinin bu tavırları, umursamazlığı daha da bir ahlaksızlıktır. İnsanın fıtratı bozulmaya görsün, ilk kez yaptığı bir ahlaksızlığı, kötülüğü veya günahı önce sıkılarak işler. Nedamet edip, pişmanlıkla tövbe etmez ise profesyonel ahlaksız olur çıkar ve bunlara güç yetmez. Bu tipleri ‘oy hesabı’ ile koruyan idareciler ondan daha ahlaksız, bunları bu yola iten ‘akademik atama kriterlerinde, yazılı metin üzerinde sadece yayınları esas alan sistem’ bundan daha da ahlaksızdır.
Dünya ile entegre olan ülkemiz, bilim ve teknolojide de ileri seviyelere geldi. Ancak, üniversitelerde ki çoğu akademisyenler de, ‘Vitrin Akademisyeni’ olma yönünde şirketleşti. Yurt dışında beraber çalıştığı, yabancı eğitimciler ile kurdukları manevi şirketi ahlaksızlık için çalıştırmaya, ülkesine döndüğünde de devam ettirdi. Yüksek sınıflı dergilerde, çok ama çok kısa süre içinde, tarihlerini de belirtmeyerek (sonradan yapmış gibi) onlarca yayın ve üç beş kişi arasında paslaşarak da sayısız atıflar yaptı. Ama maalesef, makbul bilim insanı oldular. Bulundukları kuruma, şehrine ve ülkesine ‘artı katma değer, ne kattı, bir çivisi var mı, dikili bir ağacı oldu mu’ sorulmadı.
‘Akademik yükseltme kriterleri değişiyor’ şeklinde ki haberlerin, basında yaygınlaşmaya başlaması, bu konuda yapılacak değişiklikler için umut verici gelişmelerdir. Özellikle ‘Yrd.Doç’lik ve ‘Profesörlük’ atamaları tamamen rektörlerin yetkisindedir. Aynı kriterleri taşıyan birine kadro ilanıyla profesörlük ünvanı veren, diğerini yıllarca bekleten rektörlerin zulmü hala hafızalarda tazedir. O ünvanı alan hak edebilir, o ünvanı aldıktan sonra, kendisi gibi hak ettiği halde başkasına kadro ilan etmeyen idareciye de, bunun hesabını ‘ahlak ve hukuk sınırları içinde’ soramayan, sormayan ‘profoserlük’ de, ahlaksızlığın başka tezahürüdür. Ey YÖK, bu durumu idareciye bırakmadan ‘şartları sağlayan atanır’ demek çok mu zor.
Bazı ahlaksızlıklar da ‘örtülü ahlaksızlıktır’. Mesela; taşra üniversitelerinde ‘lojman’ sıkıntısı vardır. Yıllar öncesinden lojmana girmiş, lojman yönetmeliğine göre de çıkaramıyorsunuz. Ancak bu süreç içinde, birkaç tane evi olmuş, barkı olmuş. Aynı üniversitede hoca olup, dışarıda kirada olan onlarca akademisyen varken, lojmanı boşaltmayanların yüzünden dışarıda olanlar var. Bu durumda lojmanda oturan, kendini ahlak ve fazilet abidesi sayan, öncelikle dindar hocalara sesleniyorum. Kıldığın namaz vicdanını aklamamış, mahkeme-i kübra’ da bunun hesabı sizlere sorulacak. Ahlak, sizin özünüzden ayrılmış ta haberiniz olmamış, bilesiniz. Ahlak’ın tezahür asla bu değildir.
Milli şairimiz MehmetÂkif, ahlak meselesine çok önem verir. Onun anlayışına göre, ahlakın temeli Allah korkusuna dayanır:
"Ne irfandır veren ahlâka yükseklik, ne vicdandır,
Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır.
Yüreklerden çekilmiş farz edilsin havf-ı Yezdan'ın (Allah korkusu),
Ne irfanın kalır tesiri, katiyyen ne vicdanın,
Hayat artık behimîdir(hayva, hayvani) ondan da alçaktır,
Ya hayvan bağlıdır fıtratta, yahut hürr-i mutlaktır."
Allah korkusu kalktığı zaman insanların canavarlıkları, vahşilikleri sınır tanımaz. Hayvandan daha canavar olur. Hayvanların, Allah’ın(CC) izin verdiği ölçüde ki serbestliği gibi de olmaz, mutlak bir hürriyette ahlak da ortadan kalkar.
Rahmet peygamberinin ve ahlaki zirvede olan bir önderin doğum günü; tüm ahlaksızlıklardan arınmamıza, ülkeme ve insanlığa hayırlara, huzura ve barışa vesile olsun, inşallah.
03.02.2012
Prof.Dr. Serhat GÜL