FASILANIN ARDINDAN

Belki bir buçuk iki yıldır almıyordum kalemi elime. İnsan bir dönem duygusal yönden de  köreliyormuş demek. Oysa ki; insanların gülüştüğü, konuştuğu bir dünyada susmak ve içine gömmek bütün duyguları hakikaten hem üzücü hem de tuhaf. Hani bir fasılanın ardından yazıyorum ya öyleyse kısaca kendimi bir hatırlatayım Karaman Gündem’in kıymetli takipçilerine.

Ben görmeyen bir kardeşinizim. Işık benden uzak anlayacağınız. Benim bir ışığım var! 6 yaşında bir oğlum. O doğduğundan bu yana hayatımın tamamını ona adadım. Her türlü zevklerim onun gülüşlerinde saklı. Adeta bir adanmışlık ruhuyla oğlumu yaşıyorum. Daha doğmadan örmeye başlamıştım vuslat ilmeğini. Akrabalarım düşürür müşürürüm diye; kucağıma çocuklarını vermek istemezlerdi. Kucağıma alabildiklerim ise benim ile göz teması kuramadıkları için benden korkarlar, ağlamaya başlarlardı.

Hep bana ait bir çocuğum olsun. Beni bilsin, benimle gülsün istedim. Tarihler 9 Nisan 2017’yi işaretlediğinde bir külçe altın verdiler kucağıma. Dediler ki: bu senin oğlun! Seninle gülecek, dünyayı seninle bilecek. Bugüne kadar hiç görmek istememiştim bu köhne dünyayı. İşte o an; rabbim bana bir saniyelikte olsa onun o yumuk ellerini, kadife kafasını, gülen gözlerini bir gösterseydi ve tekrar kapansaydı gözlerim! Dedim.

O doğmuştu ve koskoca bir sorumluluk duvarıyla çevrelenmişti yüreğim. Hep bir soru işareti vardı adeta beynime bir karabasan gibi çöken: Gözleri görüyor mu ki?  Bir şey var mı ki gözlerinde? Hamdolsun ki görüyormuş onun o güzel gözleri. Engelliydim, topluma bağımsız bir şekilde çıkmaya ne cesaretim vardı, ne takatim. Amma artık bir amacım vardı, tutunacak dalım. Yıkmalıydım bütün tabuları. En iyi baba ben olmalıydım.

Önce interneti çok iyi kullanmayı, alışveriş etmeyi öğrendim. Tuşsuz telefonun üzerinde parmağımla dokuna dokuna; mamasından bezine her eksiğini tamamlamaya çalıştım. O dünyaya geldikten sonra kula minnet etmenin ateşten gömlek olduğunu öğrendim. Sonra; kıyasıya bir babalık yarışına girdim çevremdeki görenlerle. Öyle ya bir gün oğlum derse ki: Benim babam neden diğer babalar gibi değil? Bu ızdırap içimi durmadan kemirdi.

Kolay olmadı görenlerle girdiğim babalık yarışı. Hastalandığında sırtıma vurupta gören bir baba gibi hastaneye götüremedim dilediğim gibi. O büyüyordu. Önce annesiyle benim gözlerimize parmağını sokup açmaya çalışırdı. Kim bilir belki öyle yapınca göreceğimizi sanırdı zahir. Sonra elime beyaz bastonu almalıyım ve çocuğum için topluma çıkmalıyım, otobüse , minibüse binmeli onu gezdirmeliyim! Dedim ve tıpkı dal budak salan bir ağaç gibi yavaş yavaş topluma girmeyi öğrendim.

Öyle bir azimle öğrendim ki; şimdi oğlumla şehir şehir geziyorum. Kel, körde olsam ben onun babasıyım ve ben bu dünyada sadece onun için yaşıyor, bütün güçlüklerle onun için savaşıyorum.

Bu yazımın fihimafihindede derim ki; ufacık güçlüklerle cebelleşmekten kaçan ve her zorlukta gemileri yakanlara; ibret nazarıyla bakmalarını tavsiye ederim. Birde evlatlarının gülen yüzünü doyasıya seyretmeye malik olanlar unutmasınlar ki; Yavrusunun gülen yüzünü görme imkanı olmayanlarda var.