Bu yazımı geçtiğimiz günlerde, üniversite sınavına hazırlanırken masalarını aşındırdığım, günümün yarısından fazlasını geçirdiğim halk kütüphanesine üniversite 3. sınıf öğrencisi olarak tekrar gittiğimde fark ettiğim bir durumu sizlerle paylaşmak için yazıyorum.
Üniversiteye geçiş dönemi bir birey için birçok bakımdan zorlu bir dönemdir. Halihazırda fiziki açıdan bir geçiş dönemi yaşayan bu yaş grubundaki bireyler aynı zamanda duygusal ve psikolojik olarak da birçok zorlukla karşı karşıya kalmaktadırlar. Zira fiziki değişiklikler esnasında duygusal birtakım değişiklikler de gerçekleşirken bir dengesizlik durumu ortaya çıkmaktadır. Bireyler bu ve bunun gibi problemleri halihazırda yaşarken bir de gelecek kaygısı ile karşı karşıya kaldıkları anda tamamen stres düzeyinin yüksek olduğu bir ruh haline bürünmektedirler. Bireylerden kaynaklanan zorluklar yetmezmiş gibi diğer taraftan içinde bulunduğumuz eğitim sistemi de birçok zorluğu beraberinde getirmektedir.
Üniversite sınavı geçmişten beri sürekli değişmektedir. Bu değişimlerin sebepleri sorulup araştırıldığında da sistemin daha da geliştirilmesi ve kullanışlı hale getirilerek öğrencilere ve devlete fayda sağlanması cevabı alınmaktadır. Fakat düşünce üzerinde olumlu gibi gözüken bu amaç uygulamaya konulurken eksik kalmakta ve sorunlara yol açmaktadır. Bunlardan en büyüğü mevcut sene içerisinde sınava hazırlanan öğrenciler varken sistemsel dönüşümler ve değişimler yapılmasıdır. Çünkü mevcut sistem gereksinimleri üzerinden sınavlara hazırlanan ve ona göre plan program yapan gençler bu değişime uyum sağlayamamakta ve bunun vermiş olduğu kafa karışıklığıyla ilerlemeye çalışmaktadırlar. Doğal olarak bu durum bireylerin psikolojik ve duygusal istikrarlarının bozulmasına yol açmaktadır. Sözüne ettiğim değişimlerden en önemlisi geçtiğimiz günlerde açıklanan branşların kaldırılması ve sınav süresinin uzamasıdır. Kendimin de bizzat tecrübe ettiğim şey şudur ki; bu tür ani ve zamansız değişimler öğrenciler üzerinde yıkıcı etkilere yol açabilmektedir. Kendi sınav senemde değişen ve adı YKS olan sistem ben ve benim gibi sınava hazırlanan öğrencilere sınava 6 ay kala uygulandı ve soru stilleri tamamen değişti. Bu değişime ayak uyduramayan öğrenciler koskoca 1 senelerini çöpe atarak hayalini kurdukları üniversiteler için tekrar sınava hazırlanma karar aldılar ve ömürlerinden bir sene resmen boşa gitti. Bu durum öğrencilerin üniversiteye bir yıl geç başlaması, bir yıl geç bitirmesi ve iş ve aile hayatına bir yıl geç başlamalarına neden oldu. Zaten yüksek hedefi olan öğrenciler sanatsal ve sportif aktivitelerden kendilerini soyutladıkları gibi hayata dair güncel bilgi akışının da gerisinde kalarak çok büyük dezavantajlara sahip oldular.
Yazımın başında değindiğim konuya dönecek olursak geçtiğimiz günlerde Konya İl Halk Kütüphanesine gittim. İçeriye girdiğim andan itibaren burada geçirdiğim bir yıl gözüm önünden film şeridi gibi geçti gitti. İçeriye gidip boş bir yer bulduktan sonra etrafımdaki öğrenciler incelemeye başladım. Ekseriyetle YSK’ye hazırlanan öğrenciler kendilerinin iyi oldukları alanları seçmiş ve bu seçtikleri alanlarla ilgili durmadan ders çalışıyorlar. Şöyle üniversitenin kapısından girdiğim ilk günü gözümde canlandırdım ve dedim ki; “üniversite hayatı benim beklentilerimi yeterince karşılayamadı.” Belki benim beklentim çok yüksekti belki de sokağa çıkıp 100 kişiye sorsam %80’i aynı cevabı verecekti. Peki dedim kendi kendime beklentim neden yüksekti. Çünkü iki senemi bunun için harcamıştım. Bu süre zarfında kitap okuyamadım, sportif faaliyetlerde bulunamadım, sanatla ilgilenemedim, arkadaşlarıma ve aileme vakit ayıramadım ve hayatın akıp gittiğinin farkına varamadım. Bakıldığı zaman hal böyle olunca beklentinin de yüksek olması gayet normal. Daha sonra üniversitedeki arkadaşlarımla sohbetlerim aklıma geldi. Üçüncü sınıf öğrencileri olarak herkesin dilinde KPSS sınavı ve atamaların azlığı konuşuluyor. Zaten az olan atamalar gün geçtikçe azalıyor fakat KPSS sınavı gerektiren bölümler tüm Türkiye genelindeki üniversitelerde açılmaya devam ediyor. Nereye gidiyor bu işin sonu dedim kendi kendime. Şurada ders arasında yakaladığım birkaç gence bu düşüncelerimi anlatsam ve tavsiyelerde bulunsam ne söylerdim diye düşündükten sonra aklıma şunlar geldi;
Üniversiteye girince ebeveynlerin söylediklerinin aksine rahatlama diye bir şey yok. Benim girdiğim sene babamın bana en büyük motivasyonu üniversiteye girince rahat edersin oldu fakat bu zamanda kadar çok da rahat ettiğim söylenemez.
Üniversite lisedeki gibi öğretmenin ne verirse aynısın alacağın bir ortam değil, sen
kendin ne yaparsan o kadar ilerlersin.
Üniversiteye girdiğin zaman gündemi -fırsatlar ve bilimsel yönden- çok iyi takip etmen gerekiyor.
Anlam dünyanı geliştirmek zenginleştirmek ve insanlara aktarmak zorundasın.
Bir hocamın da tavsiyesi şöyle olmuştu; “bir şairin mutlaka birkaç şiirini ezbere bil”
Seni geliştirecek arkadaş ortamlarının içerisinde bulun ve sana hayat hakkında okuduğun bölüm hakkında veya herhangi bir şey hakkında katkısı olmayan arkadaşlarını hayatından çıkar. Meşhur bir söz şöyle söyler; “sen etrafındaki beş kişinin ortalamasısın”. Yani sen çevreni etkiler ve onlardan etkilenirsin. Seni iyi yönde etkileyecek insanlarla arkadaşlık kur.
Üniversiteyi okurken en geç ikinci sınıfta okul bittikten sonra ne iş yapacağına karar ver ve ona göre çalışmalarına başla. Eğer memuriyet düşünüyorsan KPSS sınavına çalışmaya başla eğer özel sektör istiyorsan kendini çok daha fazla donanımlı hale getirmelisin.
Kendini geliştirirken üniversite hocalarından okuma listeleri al. 9- Kendini 21. yüzyıl yetkinlikleri doğrultusunda çok yönlü geliştir.
Hayatında hedefin olabilir. Fakat yaşam sürekli bir akış halinde olduğu için hiçbir zaman yarın ne olacağını bilemeyeceğin için sonradan üzülmemek için belirlediğin hedef olmazsa alternatif yolların ve opsiyonların mutlaka aklının bir köşesinde bulusun.
Üniversiteyi dolu dolu geçirmek için elinden geleni yap – akademik olarak-.
3.sınıfa gelmiş ve üniversite yaşamı içinde biraz tecrübe kazanmış birisi olarak söyleyebilirim ki hayatının en kaliteli zamanları bu zamanlar.
Hayatta her şey yaptığın seçimlerden ibaret. Karşına çıkan fırsatları her zaman için en iyi şekilde değerlendirmeye çalış. Ne çok kaderci ol ne de sanki her şey senin elindeymiş gibi düşün.
Bu düşünceler içerisine kütüphaneden çıktığım esnada şunu düşündüm; bu sistem içerisinde sınav odaklı ilerlediğimiz müddetçe ülkemizde bulunan pırlanta gibi gençler körelmeye mahkumlar. Ama bunları değiştirecek kişiler de yine bizleriz. Bu yüzden kurallara bağlı kalırken bir yandan da kendimizi diğerlerinden farklı kılacak özelliklerimizi geliştirmeliyiz. Hayatın sadece bir sınavdan ibaret olmadığı düşüncesini gençlere aktaracak olan da bizleriz.
Peki çözüm ne?
Bütün bu problemlerin şimdilik düzeltebileceğimiz kısmı gençlerin kendilerini donanımlı hale getirmelerini sağlamak olacağı kanaatindeyim. Bu çerçevede gençlere kariyer planlamada yardımcı olmak, kendi kararlarını kendilerini vermesine yardımcı olmak, eleştirel ve analitik düşünme becerilerini geliştirmelerini sağlamak ve buna yönelik eğitimler vermek, medya okuryazarlığı yapabilmelerini sağlamak gibi beceriler gençlerin kendi potansiyellerini görmelerini sağlayabilir.
İleri okuma:
21.YY YETKİNLİKLERİ VE YAŞAM BOYU GELİŞİM(EĞİTİM)-2