Turan açıklamasında, “Bilindiği gibi, Doğu Türkistan, Ekim 1949’da Rusların yardım ve yataklığı sonucunda Çin Komünist Partisi yönetimince işgal edilmiştir. 1955’te Çin tarzı otonom bölgeye çevrilen Doğu Türkistan, sonu gelmez yasak, zulüm ve işkencenin uygulandığı bir sömürge bölgesine dönüştürülmüştür.
“Türkistan” ve “Türk” adlarının yasaklanmasıyla başlayan zulüm, “Yerli Milliyetçilikle Mücadele”, “Pantürkizm ve Panislamizmle Mücadele”, “Derebeyleri ve Zenginlerle Mücadele”, “Sovyet İşbirlikçileriyle / Revizyonistlerle Mücadele" adlarıyla devam etmiş; ardından on yıl süren Kültür Devrimi dönemindeki akıl almaz, sistemli zulüm ve Çinlileştirme, Mao’nun ölümüyle kısmi olarak son bulmuştur.
Uygur Türkleri, Çin’deki “Reform ve Açılım” sürecinde, özellikle 1980-1990 yılları arasında nispeten rahat nefes alma ve kendine gelme fırsatını yakaladıysa da Sovyetler Birliği’nin parçalanması ve soğuk savaşın sona ermesiyle Doğu Türkistan’da, zulüm ve işkence devri geri gelmiştir.
1994-2010 arasında bölgenin tek mutlak hâkimi olan Wang Leçuan, Çin’in yürürlükteki anayasası, özerk bölgeler yasası, din-inanç yasası ve dil-yazı yasalarını rafa kaldırmış; tamamen kendi inisiyatifi ile Uygur Türklerine yönelik en sistematik, en acımasız ve tavizsiz eğitim, kültür, ekonomi ve sosyal politikaları uygulamıştır. Bu uygulamalardan bazıları şunlardır:
1. İslamiyet’in kamusal ve özel alanlardan çıkartılması, din öğretiminin resmî ve özel olarak yasaklanması.
2. Uygur Türkçesinin özerk bölge yönetimi, eğitimi ve sosyal-kültürel alandaki resmî dil statüsünün iptal edilmesi ve Mandarin Çincesinin dayatılması; Çince konuşamayan ve yazamayanların işten çıkartılması.
3. Doğu Türkistan kırsallarındaki evlenme çağına gelmiş, 16-22 yaşlarında Uygur kızlarının devlet zoruyla Çin’in doğusundaki sanayi bölgelerine köle işçi olarak götürülmesi.
4. Yurt içi ve yurt dışına seyahatin zorlaştırılması, özellikle yurt dışına çıkışların zaman zaman imkânsızlaştırılması.
5 Temmuz 2009’daki Urumçi Soykırımı sonrasında, Çin Komünist Partisi iktidarı, bölgedeki zulmün dozunu sürekli arttırmış; Wang Leçuan’ın yerine atanan Zhang Çunşian, selefini aratmayacak uygulamaları hayata geçirmiştir. Köylerde kurduğu zorunlu anaokullarında Çince eğitim vererek Uygur çocuklarını ana dil ve Türk kültüründen tamamen kopartma yoluna gitmiştir.
Ağustos 2016’de, bölgeye Çin Komünist Partisi yetkilisi olarak atanan Chen Çuanguo ise, “Aşırılıkla Mücadele” adı altında Uygur Türklerinin bütün kesimlerini hedef almıştır. Ekim 2016’dan itibaren Uygurların pasaportları toplatılmış; Ocak 2017’den itibaren yurtdışında yaşayan, okuyan, ticaretle meşgul olan Uygur Türklerinin Çin’e dönmesi için Doğu Türkistan’daki aile fertlerini rehin alarak veya onların yanında telefondan arayarak tehdit ve şantaja başlamıştır.
Chen Çuanguo tarafından bölgede uygulanan “Izgara Tarzı Toplum Yönetimi” stratejisi, bölgeyi tam bir polis ve şiddet devletine çevirmiş; Uygurlar nefes alamaz hâle gelmiştir. Bu süreçteki uygulamalardan bazılar şunlardır:
1. “Çifte-Bağlantılı Hane Sistemi” ile evlerin birbirlerini gözetlemek ve “güvenlik konuları” hakkında görevlilere rapor vermek üzere 10’lu gruplara ayrılması.
2. Merkezî ve mahallî görevlilerin, iletişim araçlarına yerleştirdikleri programlar ile sürekli denetleme ve gözetlemede bulunması.
3. Cep telefonu, bilgisayar ve internet kullanıcılarının “yasadışı dinî içerik, millî ve kültürel içerik” açısından izlenebilmesi için cihazlara casus yazılımı yükleme zorunluluğu getirilmesi.
4. İhbar ve ödüllendirmenin tesis edilmesi.
5. “Fazla” ve “kullanılmayan” cami ve mescitlerin yıkılması.
6. “Kardeş aile” uygulamasının başlatılması. (Bu uygulama kapsamda, 2017 yılında 100 bin Çinli memur, Doğu Türkistan’ın kırsal bölgelerindeki ailelerin evlerinde kalmıştır. Bu uygulama hâlâ devam etmektedir.)
Yasaklara uymayanlar, yeterli derecede uyumlu olmadığına kanaat getirilenler, son on yıl içinde yurtdışına gidip gelenler, yurtdışı ile herhangi bir şekilde bağlantısı olanlar, aile geçmişinde Çin karşıtı eylem veya söylemlerde bulunanlar “Yeniden Eğitim Merkezleri” denilen Çin tarzı “Nazi Kampları”na gönderiliyor. Bu kamplara gönderilenler, başlangıçta tamamen Uygur Türklerinden oluşsa da daha sonra Kazak ve Kırgız Türkleri de dâhil edilmiştir. Başta Birleşmiş Milletler Irk Ayrımcılığının Kaldırılması Komisyonu olmak üzere en güvenilir kaynaklar, günümüzde Doğu Türkistan’daki Müslüman Uygur Türkü nüfusunun en az %10’unun kamplara kapatıldığını belirtmektedir.
Konuyla ilgili ilk akademik raporu hazırlayan Adrian Zenz‘e göre, yaygın olarak üç çeşit kamp uygulaması vardır. Bu kamplar şunlardır:
1. Çinceyi bilmemekten başka “suç”u bulunmayan, okuryazar olmayan çiftçi ve esnafın kapatıldığı “Eğitim Merkezleri Aracılığıyla Toplu Öğretimle Dönüştürme Kampı”.
2. Evinde dinî kitap veya dini çağrıştıran nesne; telefonunda, bilgisayarında dinî veya “ayrılıkçı” içerik bulunduranların kapatıldığı “Hukuk Sistemi Okulları”.
3. Ülke dışında eğitim alanlar, bir şekilde yabancılarla bağ kuranlar, yurtdışına resmî veya gayriresmî seyahat edenler ve yurtdışında akrabası olanların en kötü muameleye tabi tutuldukları “Rehabilitasyon Merkezleri”.
Tutuklular, İslam’ı reddetmeye, kendilerini ve sevdiklerini durmaksızın eleştirmeye, hakaret etmeye ve partiyi ve Çinliliği yüksek sesle övmeye zorlanıyorlar. Beyin yıkama haricinde tecavüze, helal olmayan yemeklere, içki içmeye zorlanıyorlar. Özellikle genç erkekler öldürülme, tıbbi deneye tabi tutulma ve iç organlarının çalınması gibi vahşi cezalandırmalara maruz kalmaktadır. İtaatsizlik edenlere ise saatlerce ayakta durma, tecrit etme, yemek vermeme, demirden elbise giydirme, kafasını buzlu suya sokma gibi işkenceler uygulanmaktadır.
İnsan hakları örgütlerinin verilerine göre, Nisan 2017’den beri kaybolan veya “Çin Nazi Kampları”nda tutulan tanınmış Uygur Türkü aydınlarından 231’inin bilgilerine ulaşılmıştır. Bunların içinde tutuklu iken ölen veya öldürülen bilim insanlarının olduğu da bildirilmiştir.
Çin'in, Doğu Türkistan’da uzun süredir "terörizm ve dinî aşırılık" bahanesiyle devam ettirdiği bu ırkçı tutumundan, insan hakları ve inanç hürriyeti kısıtlamalarından ve “yeniden eğitim kampları" adıyla açık hava hapishanesi şeklinde kurduğu çağdaş Nazi işkence kamplarından bir an önce vazgeçmesi, yasadışı bir şekilde gözaltında tuttuğu bir milyondan fazla Müslüman Türk soydaşımızı serbest bırakması çağrısında bulunuyor; başta Türkiye Cumhuriyeti’nin yöneticileri olmak üzere uluslararası toplumu bu konuda duyarlı davranmaya, konuyu gündeme getirmeye ve çözüm üretmeye davet ediyoruz.
Bu şekilde devam etmesi hâlinde, emsali görülmemiş bir soykırıma dönüşecek olan bu uygulama ve baskıların gündeme getirilmesi, asla Çin’in iç işlerine karışmak olarak değerlendirilmemeli; ekonomik ve stratejik işbirliği düşünülerek milyonlarca Müslüman Türk’ün, tüm dünyanın gözü önünde asimilasyona uğramasına izin verilmemelidir.
Bağımsız uluslararası kuruluşların da teyit ettiği bu baskı ve zulümleri kınıyoruz. Eğer Çin Hükûmeti Türkiye ve diğer Türk devletleri ile Kuşak Yol Projesi de dâhil, sağlıklı ilişkiler kurmak istiyorsa Türk devletlerinin yetkilileri Çinlilere, Doğu Türkistan Türklerinin kimlik haklarına saygı göstermesi gerektiğini, uygun diplomatik dil ve politikalarla göstermek zorundadır.” dedi.