Herkese merhabalar. Bu köşe yazımda sağlık hakkının hukuken ne anlama geldiğini anlatmaya çalışacağım. Keyifli okumalar.
Sağlık kelimesi, “vücudun hasta olmaması durumu, vücut esenliği, esenlik, sıhhat, afiyet” demektir. Sağlık hakkı, insanın insan onuruna yaraşır asgari bir yaşam düzeyi içinde yaşayabilmesi için gerekli olan bir haktır. Sağlık, bireyin anne rahmine düştüğü andan itibaren ölene kadar sahip olduğu bir temel hak olarak kabul edilmektedir.
T.C. Anayasası 56.Madde’ye göre: “Herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir. Devlet herkesin hayatını beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlama; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler. Devlet, bu görevini kamu ve özel kesimdeki sağlık ve sosyal kurumlardan yararlanarak, onları denetleyerek yerine getirir. Sağlık hizmetlerinin yaygın bir şekilde yerine getirilmesi için kanunla genel sağlık sigortası kurulabilir.”
Sağlık hakkı, yaşam hakkı ile yakından ilgilidir. Sağlık hakkı, en yüksek düzeyde ulaşılabilir bir insan hakkı olarak uluslararası düzenlemelerde düzenlenmiştir. Aynı zamanda sağlık hakkı, çağdaş sosyal devlet anlayışının en yaygın hizmetlerinden biridir. Türk hukukunda sağlık hakkı ilk kez 1961 Anayasasında düzenlenmiştir. Daha sonra 1982 Anayasasında düzenlenmiştir. Anayasamızda sağlık hakkı ekonomik ve sosyal haklar arasında düzenlemiştir. Sağlık hakkı, kişilerin devletten, sağlıklarının korunmasını ve hasta olmaları durumunda tedavi olabilme ve toplumsal sağlık kuruluşlarından faydalanabilme hakkıdır. Sağlık hakkı, ikinci kuşak haklar arasında sayılmakla birlikte devletin yükümlülükleri bakımından pozitif statü hakları içerisinde değerlendirilmektedir.
Sağlık hukukunda en çok konuşulan ve tartışılan konu ise malpraktis davalarıdır. Hekimin tıbbi müdahalesi esnasında ihmali, bilgi eksikliğiyle hastaya hasar vermesi halinde açılan tazminat davasıdır. Malpraktis davasını daha önce yazmıştım. O yazımı da Karaman Gündem web sitesinden okuyabilirsiniz.
Bu konu ile ilgili örnek bir AİHM kararına bakalım.
Serpil Sarı/Türkiye (22134/11) kararında AİHM, bir sağlık kuruluşunda gördüğü hatalı tıbbi tedavi nedeniyle bitkisel hayata giren başvuranın yakınları tarafından açılan maddi ve manevi tazminat davasında, bilirkişi raporu ile tespit edilen zararların daha fazla olması nedeniyle yaptıkları ıslah talebinin süresinden sonra yapıldığı gerekçesiyle reddedilmesinden dolayı adil yargılanma hakkı, özel hayata ve aile hayatına saygı gösterilmesi hakkı ve mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasıyla yapılan başvuruyu iç hukuk yollarının tüketilmediği gerekçesiyle kabul edilemez bulmuştur. Mahkeme ilgili kararında, ilk derece mahkemesi tarafından ıslah talebi kabul edilerek hükmedilen tazminatın Yargıtay tarafından bozulmasından sonra yapılan ilk duruşmada, başvuranın yakınları tarafından açık bir şekilde, ilk derece mahkemesinden Yargıtay’ın kararına uygun olarak karar vermesinin talep edildiğini belirtmiştir. Mahkeme ayrıca, başvuranın ilk derece mahkemesinin 13 Mayıs 2008 tarihli kararıyla lehine hükmedilen maddi tazminatı temyiz etmemeyi tercih ettiğini, davalılar tarafından yapılan temyiz başvurusuna cevap dilekçesinde de, talebe yönelik değişikliğin reddine ilişkin olarak hiçbir şikâyette bulunmadıklarını, ilk derece mahkemesi tarafından hükmedilen maddi tazminatı onamasını talep ettiklerini gözlemlediğini vurgulamıştır. Mahkeme, yukarıdaki hususlar ışığında, başvuranın, Yargıtay’ın ilk derece mahkemesinin 12 Temmuz 2006 tarihli kararını bozmasından sonra yerel yargılamalarda ilave tazminat talebinden etkili bir şekilde feragat ettiği kanaatinde olduğunu, bu nedenle başvuranın, iç hukuk yollarını tüketmesi bakımından kendisinden makul bir şekilde beklenebilecek olan her şeyi yapmadığını belirten Mahkeme, bu doğrultuda maddi tazminat talebinin değiştirilen kısmının reddine ilişkin şikâyetlerin, ilk defa Mahkeme önünde ileri sürdüğü sonucuna varmaktadır. Dolayısıyla, başvurunun, Sözleşme’nin 35. maddesinin 1 ve 4. fıkraları uyarınca, iç hukuk yollarının tüketilmediği gerekçesiyle reddedilmesine karar vermiştir.
Sevgilerimle.