Türkçe köklü bir dil. Tarihi, Sümer metinlerindeki Türkçe kelimeler ışığında MÖ 3000-3500 yıllarına kadar uzanıyor. Bu bilgiye bakarak dilimizin bugün itibariyle en az 5000 yaşında olduğu söylenebilir. Yaşayan yaklaşık 7000 dil içinde yaşı bu kadar geriye gidebilen çok az dil var. Her millete nasip olmayan bir nimet bu.
Türkçe köklü olduğu kadar güçlü ve zengin bir dil. Güç ve zenginliğinin arkasında tarihîliğinin yanı sıra dünyanın dört bir yanında bulunan konuşurları var. Onu asırlardır bilim ve sanatta kullanan yazarları, şairleri, bilim adamları; zor zamanlarında yanında duran ve yücelten beyleri, devlet adamları var. Tarihte büyük devletler kurarak dünyanın geniş bir coğrafyasına hükmeden, kültür ve medeniyete öncülük etmiş bir millet var. Türkçenin, tarih boyunca karşılaştığı badirelerin üstesinden gelmesi sağlam yapısının yanında bu gücüyle de ilgili. Türkçe, UNESCO’nun tespitlerine göre ana dili bakımından dünyada en fazla konuşura sahip on dil arasında yer alıyor.
Gücü, geçmişi, zenginliği, coğrafi genişliği, konuşur sayısı vb. hususiyetleriyle iftihar ettiğimiz Türkçenin sorunları yok mu? Var elbette. İş yeri adlarındaki yabancılaşmadan terim sorunlarına, özensiz kullanımdan özenti alıntılarına kadar onlarca konu sayılabilir. İçinde akademik olanlar da mevcut sokaktaki vatandaşı ilgilendirenler de. Fakat bu bapta ilk sırada sayılması gereken, geçmişte devlet eliyle gerçekleştirilen medeniyet dilinden kopuştur. İnsanımızın “bellek yitimi” olarak değerlendirdiği bu mevzu; hâlen dil bahsindeki en temel ve hayati meseledir. Diğerleri dilin icrasına yönelik tali hususlardır. Bu tarz güncel sorunların başında ise yıllardır çözüme ulaşmayan imla meselesi vardır.
İmla yahut yazım “bir dilin belirli kurallarla yazıya geçirilmesi” demektir. Dilimizin yazıya geçirilmesi sırasında Eski Türkçeden bugüne her dönem için bir imla anlayışından söz etmek mümkündür. Birtakım eksiklikleri, tutarsızlıkları olmakla birlikte bunlar Türkçede imla konusunun köklü oluşunu göstermesi bakımından önemlidir. Bu mühim mesele Türkçede Tanzimat’la birlikte tekrar gündeme gelmiş; o dönemin öncelikli sorunlarından, hatta tartışmalarından biri olmuştur. Namık Kemal’den Ömer Seyfettin’e, Ahmet Mithat Efendi’den Yahya Kemal’e birçok isim bu tartışmaya müdahil olmuştur. Münakaşalar Latin alfabesine geçişten sonra da devam etmiş, mesele daha girift bir hâl almıştır. Yaklaşık 1000 yıldır kullanılan bir alfabeden farklı bir alfabeye geçişin beraberinde bazı sorunları getirmesi de kaçınılmazdır.
Türkçede hazırlanan ilk kılavuz, Dil Encümeni tarafından çıkarılan İmlâ Lûgati’dir. 1928 yılında harf devriminden sonra hazırlanan bu eser, Encümen’in oluşturduğu kaideler ışığında basılmış bir sözlüktür. TDK bu çalışmayı sahiplenerek onu 2012’de 27. basımını gerçekleştirdiği Yazım Kılavuzu’nun ilk baskısı olarak takdim etmiştir. Kılavuz’un yakın zamanlarda yenileneceği muhakkaktır. Ancak eli kulağındaki müstakbel baskıyla birlikte 28 baskı, imla bahsinin ehemmiyetini, daha da önemlisi Türkçedeki içler acısı hâlini gözler önüne sermektedir.
Ülkemizde imla kılavuzu hazırlama, yazma ve yayımlama görevi yasayla TDK’ye verilmiştir. Yazımda birliği sağlamak amacıyla devlet kurumlarında, resmî yazışmalarda, akademide, basında, eğitim-öğretimde Kurum’un neşrettiği kılavuzlara uyulması istenir. Hatta bu husus açıkça belirtilir. Eksiklerine, değişkenliğine, muallakta kalan meselelerde çözüm üretmekten uzak tavrına rağmen akademisyenlerden, resmî kurumlardan, vatandaştan, eli kalem tutan herkesten beklenen, yazılışta bu eseri esas almaktır. Elbette herkesin imla kurallarını tümüyle bilmesi mümkün değildir. Ancak günümüzde teknoloji bu imkânı herkesin kolayca ulaşabileceği bir noktaya ulaştırmıştır. Burada ayıplanacak olan bilmemek değil öğrenmemek, doğrusunu öğrenmek için çaba göstermemektir.
Gelelim Mehmet Bey - Mehmetbey meselesine.
Herkesin malumu olduğu üzere Mehmet Bey, bir süre Karaman Beyliği’ni idare eden devlet adamının adı ve unvanıdır. Bu isim ve unvan, 29 Mayıs 2007 tarihinde kurulan üniversitemize ad olarak verilmiştir. Türkiye’de bu uygulamanın pek çok örneği vardır. Üniversitenin kurulduğu tarihte cari ve hâlen geçerli olan kurala göre (Yazım Kılavuzu, s. 20, 12. Madde) göre bu isim ve unvan, kurum adı şeklinde kullanıldığında bitişik yazılır: Mehmetbey. TDK, bu tercihte “gelensekselleşme” ölçütünü esas almıştır. Bu, gerekçe makuldür. Ancak bunun yanında “kişi adı ile bu adın verildiği kurum adının karışmasını önlemek” şeklinde bir izah konuyu daha anlaşılır hâle getirecektir. Yerleşkedeki heykelde geçen Mehmet Bey yazılışı da doğrudur. Bunun için ayrıca bir kural zikretmeye hacet yoktur. Zira kural gereği “kişi adından önce ve sonra gelen unvanlar, saygı sözleri, lakaplar, rütbe adları” büyük harfle başlar. Büyük harfle başlatılan her kelime usulen ayrı yazılır.
Millet olarak temel sorunlarımızdan biri, sözlüklere ve kılavuzlara bakma alışkanlığımızın olmayışıdır. Usta gazeteci Ahmet TEK’in, 24.05.2023 tarihli yazısında bir projenin adında gözüne çarpan yazım yanlışından ve kitaptaki ikili kullanımlardan hareketle dile getirdiği asıl meselelerden biri budur.
İmla, Türkçenin tali ve fakat önemli sorunlarından biridir. Esasen imla; kullanımın, yani yazımın yerleşmesiyle ilgilidir. Bunun zaman alacağına şüphe yoktur. Nitekim Ömer Seyfettin, bu inceliğin farkında biri olarak 11 Nisan 1911 tarihli “Yeni Lisan” makalesinde “İmla meselesini zaman halledecektir.” demişti. Bu sözün üzerinden bir asırdan fazla zaman geçti. Gelinen nokta, asıl sorunun başka olduğuna, Yahya Kemal’in ifade ettiği acı gerçeğe işaret ediyor: “İmlamız lisanımız düzelince, lisanımız da kafamız düzelince düzelecek. Çünkü o da onlar kadar bozuktur.”