Rahmetli Yusuf Hayaloğlu’nu bilir miydiniz? Fani dünyanın karanlığında içini biraz alkol biraz da çuvalla akçe eden ilhamla doldurup, adeta duvarları şiir örülü kavanoz dipli dünya- sında yaşarken müntehir olmuş mustarip şair. Bir şiiri vardı ki lise yıllarımda beni en çok etkileyen ve de şarkılara konu olan “Dağlarda Kar Olsaydım” şiiri…
“Şu dağlarda kar olsaydım... Bir asi rüzgâr olsaydım... Arar bulur muydun beni, Sahipsiz mezar olsaydım?” diye başlayan ve “Şu yarada kan olsaydım, Dökülüp ziyan olsaydım... Bu dünyada yerim yokmuş, Keşke bir yalan olsaydım!..” dizeleri ile biten.
Keşke diye bir şey yok bilirim, farz edelim ya da muhal, belki de say ki… Hepsi de koca bir hiçin manasız karşılıklarıdır. Ama gün geçmiyor ki yüzümüze bir melal yuva kurmasın, yüreğimize koyu bir kasavet oturmasın.
Sonra da içimizden “Haşa isyan etmekten Allah’a sığınırım” lakin “Keşke insan olarak halk olunmasaydım da bütün bu iğrençliklerin çaresiz seyircisi olmuşlardan biri de ben olmasaydım demek geçiyor.
Belki rengârenk yosunlarla sarılı taş parçası, belki de kuruyup toprağa yar olacağı günü bekleyen ağaç parçası. Ölümü adeta her fırsatta ölenle birlikte koynuna alan kuru bir toprak ya da toprağın lahuti buyrukla yeniden dirilttiği çayır, çimen…
Kadir-i Mutlak olanın “Yeryüzünde bir halife yaratacağım” nidasına, münadiler misali “Yeryüzünde fesat çıkaracak, kan dökecek birini mi yaratacaksın?” diye mukabele eden meleklerin yüzünü kara çıkarmamak adına yarış ediyor insan.
Elbette ki “Sizin bilmediklerinizi ben bilirim “ diyen o son sözün sahibine şeksiz ve şüphesiz iman ettik amenna. Amenna da iki adım berisi yâr, yârden ötesi dipsiz yar misali çözümsüz bir noktada kalakalmak yüreğimi yakıyorr.
Milyonlarca insanın hunharca can alışına seyirci kalıyor oluşum yüzünden utanıyorum. Her iki babadan neredeyse birisinin hem evladına hem de yeryüzünde perişan vaziyette dolaşır yetimlere sahip çıkmayışı yüzünden babalığımdan utanıyorum.
Her adım başı karşıma çıkan darp edilmiş, itilmiş, taciz edilmiş, boşanmış, evinden, yurdundan ve evlat kokusundan mahrum edilmiş kadınları, kızları, anneleri gördükçe erkekli- ğimden, kocalığımdan, Müslümanlığımdan… Nihayetinde insanlığımdan utanıyorum.
Nereye baksam sıklet, dert, figan ve inilti yükseliyor. Feryatlara, gam ve gaile yükü yürek- lere derman olamamak içimi acıtıyor. Daha kötüsü de gün be gün, insanın hemcinsleri bildiği insan müsveddelerinin, sahip çıkmaktan aciz olduğumuz sahipli ya da kimsesiz hayvanlardan daha aşağılık hale gelebildiğini daha çok duyuyor, görüyor ve aynı sokağı, caddeyi, şehri ve de ülkeyi paylaşıyor olmak çığ olup her an üzerime yıkılıyor.
İnsan insan oluşuna üzülür mü, keşkeler büyütür mü içinden? Keşke dört duvar arasında dünyaya gözünü açmış, serfiraz olmuş bir insan evladı olarak değil de duvarları yıkık, metruk ve bir o kadar kimsesiz, ıssız belki de insanlardan fersah fersah uzakta, kendi halinde bir yıkıntının ortasında, sahipsiz bir hayvan yavrusu olarak gelseydim dünyaya der mi sahiden?
İnsan oluşum, belki de insan olamayışım yüzünden…
Affet Ya Rabbi!