Bir kardeşimiz okul kazanmış, gurbet ellerde tahsil yapıyor. Otobüsten iner inmez gözleri yollardaki araç plakalarında. Ola ki bir "70" görür müyüm diye bakınıyor. Gurbette memleket izi görmek, hele bir de yeniceysen ve ilkse, rahatlatır insanı gerçekten de. Gurbet zorluğunu, sıla hasretini böyle hafifletmek ister kardeşim. Ana babası, dişinden tırnağından artırıp masraf ve harçlığını denklerken, epeyce zorlansa da hissettirmez ona. Zaman zaman eş dostun, "el emaneti" desteği ile gönderdiği paralar, öğrenci psikolojisiyle ince ince hesaplarla tüketilir her ay. Kardeşimiz memleketten gelen tulum peynirini ekmeğine katık ederken, arkadaşlarına da memleketini anlatır saatlerce. Arabaşısından, batırığına, elmasından, koyununa, bisküvisine kadar. Mehmet Bey'in Fermanından, Piri Reis'ine, Yunus'un Eskişehir'e kaptırılışına kadar ne varsa özlemle anlatır, tanıtır Karaman'ını. Anlattıkça hatırlar, hatta yeniden yeniden yaşar anlattıklarını. Kardeşim benim! Allah zihin açıklığı versin...
İsmail Abi... Dar imkanlarla kurduğu işyerinde, yeni de olsa, çok şükür, Allah bereket versin, "geçinip gidiyor işte." Aldığı banka kredisini sektirmeden ödeyebilmek için hergün yetmişiki tür ağız kokusuna katlanır. Köylüsü, kentlisi, amiri, memuru, Allah kimi gönderdiyse "nasibim" der, dört elle sarılır müşterisine. Düşünürki, memnun kalan her müşteri, gelecek bir müşteri daha demektir. Düşünürki dükkanından yüzü gülerek çıkan her müşteri onun reklamını yapacağından, "namı yürüyecektir" namla birlikte rızık da gelecektir zaten. Her fırsatta esnaflığın alametlerinden, kerametlerinden, asaletlerinden, hasletlerinden öğütte bulunur kalfalarına, konu komşu esnaflarına. Mahalleliye de "abi"lik yapar. Kim olursa olsun ayırt etmez, hep "eski esnaf" bilgeliğiyle, samimiyetle yardım eli uzatır, onu örnek alacaklara da zaten bunun böyle olması gerektiğini özellikle vurgular. Hele bir de şehrin yabancıysa kapısını çalan, ekmek parasını bile düşünmeden hemen bir rehber edasıyla tarif eder adresi, veya her neyse yardımı beklenilen. Karaman'ın, Karamanlının yüzakı olmak, dönüp gittiği memleketlerde iyi anılması için ne gelirse elinden hiç tereddüt etmez. Sonra yine döner işine. Allah ne verdiyse artık, kira, elektrik, telefon, vergi, algı derken elinde kalana kanaat eder İsmail Abim, Allah selamet versin...
Semahat ablamız ev hanımıdır. "Osmanlı kadını" karakterin yanında, annedir. Evlatlarına da, kendinden yaşça çok küçük, genç komşularına da sevgiyle, şefkatle sarılır. Koca bir apartmanın annesi gibi hisseder kendini. Okul dönüşü çocuklarına, bazı zamanlar mesaiden geç gelen komşu memure hanımlara yemekler yapar. Sofrasında her daim bir fazla tabak, gelebilecek tanrı misafiri için hazırdır. Yemek saatiyse, sokaktan sesleri gelen komşu çocukları bile ısrarla davet edilir sofrasına Semahat Ablamızın. Civar veya uzak şehirlerden gelen memur komşuları kendilerini hep annelerinin evindeymiş gibi hisseder sayesinde. Biz böyle gördük atamızdan der, kararlı ama kibirden uzak bir sesle. Yıllardır Karaman'da yaşıyor da olsalar, misafirdirler komşu memureler. Misafirperverliğimizi, kültürümüzü görsünler öyle anlatsınlarki memleketlerinde diye. Ve hep bir temsilci ciddiyetiyle yaklaşır onlara, hem ana şefkatinden, hem geleneğin devamı güdüsünden. Yaptığından emin, görev bilinciyle sarılır, 5 çocuk, 3 daire komşu memurelerden oluşan kocaman ailesine. Semahat Ablamız, annemiz, Allah ömür versin...
Ben dursam da, siz devam edebilirsiniz bu verdiğim örneklere. Hem de onlarca çeşidiyle, onlarca farklı hikayesiyle. Yanıbaşımızda, karşı sokakta, üst mahallede, çarşıda, pazarda, kahvede, işyerinde, hemen her yerde pek çok defa tanıdığımız insanlar onlar. Anadolu kültürü, diyeceksiniz bu duruma belki hemen. Doğrudur. Belki yüzyıllardan bugüne taşıdığımız millet kültürümüz, birlik duygumuz, dünya görüşümüz bu. Anadolu insanının, samimi, candan ve sahiplenen sevgisi ve bu geleneğe halel gelmesin diye gösterdiği titiz bağlılığı. Her biri bir Anadolu, her biri bir kültür abidesi. Her ahval ve şartta atasının adetlerini yaşatma ve memleketini en iyi temsil etme içgüdüsüyle yaşar ve yaşatır.
Bu anlattıklarımın yanında, hayatın hemen her alanında, sosyal yaşamdan, eğitime, sanattan ticari alana kadar böyle. En büyüğünden küçüğüne kadar hemen herkes temsil derdinde. Salça yapan, Karaman Salçası, asma yetiştiren, Karaman Üzümü, oklavası, sediri, bulguru, elması keza, bisküvisi, koyunu hakeza. Her yaptığımız işe bir Karaman ekleyiveririz mecbur gibi. Diğer şehirlerde de böyle midir bilmiyorum ancak, her birimizde açıklanamaz bir doğal turizm elçiliği misyonu var sanki. İtirazım olduğundan değilse de anlam veremediğimden dikkatimi çekmiştir hep.
Herkeste bir "Karaman'ı Temsil Etme" dürtüsü, herkeste bir turizm patlatma hevesi. Elbetteki memleketini sevmenin, iyi anılması, tanınması, bilinmesiyle iftihar etmek isteğinin herhangi bir kötü yanı yok. Hatta bu durum pek çoğumuz için takdir edilmesi gereken bir hassasiyet.
İşte tam bu noktada size teklifim: Lütfen Bizi Tanıtmaz mısınız?
Öyle ya, bu kadar çok turizm elçimize, bu kadar fazla kültür ataşemize rağmen, biz yine de o büyük büyük gazetelerde, televizyonlarda hala Konya/Karaman tabirlerine, Karaman'ı, Kahraman Maraş, Kars ve hatta Kağızman olarak algılamakta ısrar eden ve bizi çileden çıkaran kargo şirketlerine, İstanbul, İzmir ve hatta Ankara'da bile haritada Karaman'ın yerini bulamayacak insanlarla çokça karşılaşmak durumunda kalmıyor muyuz?
Dershanelerin hemen hepsi sınav sonraları Türkiye sıralamalarında derece yapan öğrencileriyle, okullarımızın hemen hepsi yine bu dereceleri alan öğrenciler ile Karaman'ı en iyi şekilde temsil ettiklerini söylerken, Valiliğimiz, belediyelerimiz hizmet ve organizasyonları ile, Üniversitemiz ve sair üst düzey yöneticilerimiz çalışmaları ile, yazar ve şairlerimiz eserleri ile hatta biz gazeteciler, haberlerimizle Karaman'ı en iyi temsil etme yarışına bu derece kendimizi kaptırmışken, Türkiye'nin pek çok yerini dolaşan, aktöründen, ses sanatçısına, yazarından, profesörüne kadar Karaman deyince ilk defa duyduğunu saklayamayan "meşhur"larımıza ne demeli?
Öte yandan, Türk Dilinin Başkenti diye yere göğe sığdıramadığımız memleketimizin belki de kültürel anlamda Türkiye'nin en büyük değeri sayılabilecek, bir milleti millet yapan özelliklerden "DİL" Ferman'ını, bunu yayınlayan Karamanoğlu Mehmet Bey'i, Türkiye'nin Edebiyat dünyası ne kadar önemsiyor? Bu ülkenin yazarları, şairleri, ürünlerinin temel katkı maddesi, belki de hammaddesi diyebileceğimiz dillerinin "TÜRKÇE"nin yetiştiğini iddia ettiğimiz Karaman ile ne derece tanışıklar? Bu manada yaklaşırsak; hammaddeye yakınlık, önemli bir avantaj değil miydi "üretim" için? Yazarları, şairleri, mesela bu dili en çok, en etkili kullanan televizyon sunucuları, Türkçe hassasiyeti tartışılmaz olan Türk Dil Kurumu neden Karaman'a karşı bu kadar ilgisiz, tepkisiz? Hayır abartmıyorum! Şayet Karaman'ı "Türk Dilinin Başkenti" ilan edenler abartmadıysa; (ki bana göre kesinlikle abartmamışlardır) ben hiç abartmıyorum.
Yıllardır, dil bayramı kutlarız. Organizasyonlar yapar, konserler verir, kendimizce etkinler yapar, kendimiz çalar, kendimiz oynarız. Hatta bazen kendimiz de oynamaz, yerimize vekilimizi, yardımcımızı, odacımızı, kapıcımızı falan da yolladığımız olur.
Tepeden bakarsak Dil Bayramı, doçentlerin, birkaç profesör veya hatırı sayılır tanınmış isimin bir kaç gün toplantılar yapıp dağılmasıdır. Ki genellikle o toplantılar, ne kadar halka açık olsa bile, hem halkta dil bilincini canlandıracak, teşvik edecek, önemseyecek, önemsetecek şeylerden çok öte anlaşılması uzmanlık gerektiren bir konsept içerdiğinden, hem de çoğu zaman halkın haberi bile olmadığından, katılımcılara ilaveten, zoraki getirilen kamu personeli ve basın haricinde bir kalabalığa hitap etmemiştir.
Aşağıdan bakarsak da Dil Bayramı, mümkün olduğunca fazla ünlü ses sanatçısının konserler verdiği bir festivalden öte bir şey değildir. Meşhur isimlerin konserleri yoksa; toplantılar, sergiler falan filan hep amiyane bir tavırla halkın dil çıkararak eleştirdiği bir kaç gün olarak algılanır ve haftası geçmeden de unutulur.
Bu bağlamda bana göre en önemli tespitim şudur: Türk Dilinin Başkenti'nde, en üst düzey amirinden, memuruna, öğrencisine ve hatta öğretmenlerin büyük bir çoğunluğu da dahil olmak üzere doğru ve düzgün bir Türkçe kullanılmıyor. Telaffuzlar hatalı, yazı dili deseniz korkunç ve utanılacak derecelerde kötü. Yani birilerinin öncelikle Türkçeyi bize, Karaman'a öğretmesi, Karaman'a tanıtması gerekiyor. Karaman ve Karamanlılar, bilmedikleri, öğrenmedikleri, öğretilmedikleri, benimsetilmedikleri Türkçe ile apaçık ve devasa boyutlarda önümüzde bir problem halinde dururken, bunun görülmemesi, görülememesini, (gözardı edilmesi tabirini kullanmaya içim elvermiyor) aklım almıyor.
Gelin önce biz, Karamanlılar Türkçeyi doğru ve düzgün kullanmayı öğrenelim. Gelin önce biz, düzgün konuşmayı, olması gerektiği gibi maharet kabul edelim. Gelin biz önce dilimize önem ve değer verelim. Ondan sonra da konser mi yaparız, konferans mı yaparız, dil enstitüsü mü açarız, kalıcı ve halkın katılımını, katılımı kadar da bilincini arttıracak eserler, etkinlikler mi düzenleriz diye düşünür, o sorunu da çözeriz.
Hasılı vel kelam, öğrenci kardeşime, İsmail Abi'me, Semahat Ablama lafım yok ancak; ey diğer tüm üzerine alınanlar, lütfen önce bu sorunları görür müsünüz? Bu ayıpları ortadan kaldırmadan; lütfen bizi tanıtmaz mısınız?
Ali Güley
aliguley@hotmail.com