Mütevazı İffete Karşı 100 Dolarlık Başörtüler…

Mütevazı İffete karşı 100 dolarlık başörtüler…
Dindar bir Yahudi olan ve üniversitenin ilk senesinde en fazla zaman geçirdiğim kız arkadaşım Rachel’ın sıklıkla diğer dindar Yahudi kızların ve erkeklerin kendisine “mütevazı” olmadığı yönündeki eleştirilerinden sıkıldığını, sitem ettiğini görürdüm. Bahsi geçen mütevazılık, İslam’daki tesettürün benzeri bir tür Yahudi giyim tarzıyla tecessüm eden tzniut idi. Rahatına düşkün olan arkadaşımın genellikle birkaç büyük beden kıyafetleri, özensiz ve ilgisiz olmasından dolayı da genellikle eşofman ve tişört ikilisi karşısında, kendisine “mütevazılığın gereği” şekilde giyinemiyor diye saldıran arkadaşlarının yüzlerce dolarlık uzun eteklerinin ve bluzlarının nasıl olup da “mütevazı” olduğunu bir türlü, o da ben de anlayamıyorduk. Bir süre sonra aynı sitemi Michelle Auerbach’ın “The Veil” antolojisindeki makalesinde de görünce anladım ki bu genel bir sorun. Eğer örtü tevazunun bir yönü, tecellisi ise – bu nasıl tevazuydu? Peki örtü, mütevazı mıydı?

Unutulan iffet, kalan namus…
Türkçe birçok meâlde, gerek örtü ile ilişkili ayetlerde, gerekse Kur’an’ın diğer yerlerinde “namus” kelimesine rastlarsınız; oysa özgün Arapça Kur’an’da, Arapçada da olan, “namus” sözcüğü geçmez. Nitekim kavram olarak da namus, peygamber öncesinde de bulunan, ataerkil kültürle özdeş bir terimdir: ataerkil örfün ismidir, özellikle de aile ve onur kavramları ve yapıları arasındaki ilişkiyi belirleyen… Namus sözcüğü etimolojik olarak da “örf, kanun, yasa” anlamlarına gelir. Kur’an’dan “namus” olarak çevrilen terimlerin, ataerkillik ile, hele hele de “yasa” veya “örf” ile hiçbir ilişkisi yokken, “namus” diye çevrilmesinde kuşkusuz İslam’ın üzerinde tamamen hakimiyet kuramadığı ataerkil kültürün etkisi vardır; ama daha da önemli olan şudur: namus yoksa, ne var?
Kur’an’da özellikle örtü bağlamında belirli bir sebep verilmez, haramdan kaçınma vurgusu mevcuttur. Bununla birlikte örtü tekil olarak İslam kültüründe ve Kur’an’da yer almaz: Kur’an’da başka yerlerde de haramdan kaçınma teması altında “iffet” sözcüğü, kavramı vurgulanır. Nitekim örtü ayetlerinden biri olarak bilinen Nur 31’in hemen birkaç ayet sonrasında da rastlanılır bu kelimeye. Kur’an’da temel olarak, kelime ve kavram olarak, ‘iffet’ vardır; örtü sadece iffetin tecellisi, bir yönü olarak vardır.
Nedir iffet? İffet sözcüğünün kökü “haksız/haram olandan kaçınmak, uzak durmak” anlamına gelir. Türemiş bazı formları, örneğin Kur’an’da da rastlanan “ta’affuf”, “tevazu, kaçınmak” gibi anlamlara gelir. Kur’an’da iffet sadece kadınlar bazında kullanılmaz: erkekler için de kullanılır. Kur’an’da iffet sadece cinsellikle ilişkili kullanılmaz: yasak veya haksız görülen her türlü şeyden kaçınmanın adıdır iffet. Kur’an’da iffet sadece bir davranış şekli, belirli bir tutum değil daha genel bir bakış açısı, hayat tarzını işaret eder.
Bakara 273’de iffet, kanaatkâr ve onurlu olmak yerinde kullanılır…  Nisa 6’da ise yetimlerin mallarına nasıl davranmanın ahlâkî tutum olacağını açıklanırken, zenginlerden “iffet”li olunması istenir; adil, uygun, hakkaniyetli davranışın ismidir bu bağlamda.
İffet, İslam’da haksız olan her şeyden kaçınmaktır. İşte bu genel bağlamı sebebiyle, bizim iffet dediğimiz Yahudilerin tzniut dedikleri, Anglo-Sakson kültürde “modesty” olarak kendisine yer edinen kavram aynı ilhamdan doğar ve aynı alanlarla ilgilenir. Nitekim “modesty” sözcüğü Latince “modestus” yani “vasat”tan gelir; “aşırıya kaçmayan” vurgusudur. Burada aşırıya kaçmama, vasatlık hem dışsal hem içsel olarak tevazu ile giriftken, “haksız olandan uzak” durma tevazunun iç yapısının temelini oluşturuyor. Tevazu ile kasıt sadece “mütevazı” gözükmek, aşırıya kaçmayan, vasat, haksız durmayan tutumlar sergilemek değil; aktif ve içkin olarak “mütevazı” olmak, aşırıya kaçmamak, vasat olmak ve haksızlıktan uzak durmak.
İşte bu sebeplerle 100 dolarlık başörtüsü, ‘başörtüsü’ yani ‘hicab’ yani ‘tesettür’ değildir – “başı kapatan bir örtü”dür. Görünürde ne kadar mütevazı olup olmadığı sorunu eninde sonunda yüzeysel bir sorundur; fakat sosyal adaletsizliğe, haksız gelir dağılımına, en temel yönden “tevazu”ya “değer” açısından karşı olan örtü, yüzeysel olarak sorunlu olsun olmasın, sorunlu “gözüksün” gözükmesin; derin bir sorundur. İşte bu sebeplerle tüketim kültürünün marka putlarına tapınan, pahası ederinin katlarcası, ya da Uzakdoğu’da fakir bir çocuğun karın tokluğuna çalışırken ürettiği kıyafet isterse bedenin her yanını sarsın, tesettür olamaz, örtü olamaz zira örtü belirli bir kavramsal yapının tecellisi, görünümüdür – arkasında o kavramsal yapı olmadan herhangi bir kumaş parçasıdır ki bu bağlamda adaletsizlikle, kibirle, bencillikle içkin bir kumaş parçası. Bunu sadece İslamî örtünme bağlamında görmek de yanlıştır; kişi fıtrî ahlâkî dürtüleri sebebiyle aynı tevazunun, İslam’daki gibi gözükmeyen, farklı fiziksel tecellilerini uyguluyor olabilir… evli bir Yahudi kadının yüzlerce dolarlık peruğu da, Auerbach’ın açıkladığı şekilde “mütevazı” olamaz, istediği kadar mütevazı gözüksün veya o söylemle ilişkilendirilsin.
“İffet”i geri almak…
“Tevazu-iffet-modesty” sıklıkla bireyin oto-kontrolü bazlı ahlâkî bir hayat tarzı olmaktan çıkarılarak, “topluma göre olan”a çevrilmeye çalışılmış yani, toplumlarımızın ataerkilliğinin de hasebiyle, “namus” zeminine çekilmiştir. Bu da gerek içkin gerekse görünürdeki “tevazu”nun düşüşüne yol açmıştır. İffet namusa dönüştürülünce, örtü namusun tecellisi olur; örtü namusun tecellisi olduğunda ise baskı kaynağı veya sonucu, kibrin gölgesi, sosyal adaletsizliğin sahnesi olabilir… nitekim içsel çöküş dışsal çöküşü de beraberinde getirir: dinî örtünün arkasındaki dinî-ahlâkî kavramsal yapıdan arındırılmasından sonra dinî örtü de fizikî parçalara ayrılır… örtüden ayrık bir başörtüsü kalır elinizde. Gerçekten de, namusun baskısıyla kafaya dolanan ufak bir bez parçası, “sıkmabaş” yapmaz da ne yapar söz konusu kadını?
Aynı şekilde, tevazuyu salt alçakgönüllüğe sıkıştırarak, “vasat” olan, “vasat” olmaya çalışan karakterini görmezden gelerek, aşırıdan uzak duruşunu hiçe sayarak, alçakgönüllülüğün de altını kazan çarpık bir tevazu algısı doğurulmuştur. Üstelik bu tip bir kısıtlama, tevazunun iffetten de arındırılmasına yol açmıştır: bugün Türkiye’de niçin örtündüğünü sorduğunuz veyahut örtüsünün niteliğinden bahsetmesini talep ettiğiniz hiçbir kadın size “tevazu” sözcüğünü içeren bir yanıt vermez… iffeti de büyük ihtimalle kullanmayacağı gibi. Zira iffet namusa indirgenmiş, tevazu ise alçakgönüllülük ve hatta kişinin bireysel değerini reddi gibi olumsuz bir boyuta dahi getirilmiş ve iffetten tamamen koparılmıştır. Anglo-Sakson, “modesty” savunusu yapan bir kadın, “alçakgönüllülüğü” tekil ve istisnai savunmuyordur: iffeti savunuyordur ve bu iffet içerisinde tevazuyu da barındırmaktadır. Bu bağlamda “modesty”nin karşılığı olarak “alçakgönüllülük” değil de “iffet” daha uygun olacaktır.
Örtüyü tekrar aslî mânâsına kavuşturmak, iffeti geri almak, iffeti namusun pençesinden kurtarmak için önce dilimizi değiştirmemiz gerek… iffeti sıkıştırdığımız dar anlamdan kurtarmamız, namusa yüklediğimiz ahlâkî değeri silmeden iffeti namus olmaktan, hicabı da sıkmabaş olmaktan kurtaramayız.