Niye Hayıflanıyoruz ki!

NİYE HAYIFLANIYORUZ Kİ!

Daldık  gaflet uykusuna  parça parça bölündük,
Çıkarlarımız için türlü renklere büründük,
Elimizle kazdık kendi kuyumuzu,
Ve hep beraber içine gömüldük.


Her gün çevremizde yaşadığımız ve gördüğümüz  olaylardan, gazete, internet  ve televizyonlardan izlediğimiz haberlerden   hayıflanıp dururuz toplum olarak nereye gidiyoruz, gittikçe çöküyoruz diye! Hem de ne çöküş. Dini, milli, insani, ahlaki.  Tam manasıyla bir bataklık diyebiliriz aslında. Gençlikten yaşlılığa kadar uzanan kesimle  cinsiyet farketmeksizin  esiri olduk şu üç  zehirin.  Para,  şöhret (Mevki)  ve şehvet (cinsellik) . Odakladık hayatımızı bu üç  noktaya, koptuk değerlerimizden  birer  birer.  Koptukça  sürüklendik  bir kaosun içine, sonra da ah ne oluyor bize deyip hayıflanıp duruyoruz halimize.  Gelişen teknolojinin icat  ettiği birkaç makine esir aldı hayatımızı, altüst etti kişiliğimizi. Elbette  teknolojinin  imkanlarından sonuna kadar   faydalanmak gerek, ama amacından  saptırmadan. Biz ne yaptık chatti, mesajdı, facebooktu  ve diziydi derken konuşmayı unuttuk,  aile birliğimizi bozduk, geleceğimizin güvencesi, yarınımızın teminatı olan  çocuklarımıza ilgi, şevkat  ve merhamet  yerine  kapasitelerinin üzerindeki  şahşahalı  oyuncaklar verdik, her istediğini arzulatmadan  alıp doyumsuzluğu öğrettik,  konuşmaya başlarken küfüre alıştırdık, onu da meziyetmiş gibi  kahkahayla alkışlayarak  aile terbiyesinden  mahrum bıraktık, 


Gençliğin kavramını öğretemedik gençlerimize, sorumluklarını bildiremedik,  hazıra alıştırdık, çılgınlık ve taşkınlık  olarak  nitelendirdik gençliği.  21’inde İstanbul’u kurtaran  Fatihleri örnek  göstermedik, bu nedenle de  bir  zamanlar  7 kıtada at  koşturan  kahramanların yerini şimdi kendi gölgesinden  bile korkan  gençliğe bıraktık, aman  canım  ne olacak  sanki  gençliktir  yapsın deyip verdik reşit olmadan  arabayı  eline, erkektir  dedik taktık  silahı beline,  yolcu ettik meçhule,  sonucu  da ya mezar  oldu, ya da hapishane, analara da ağlamak  düştü  biçare.

Komşusu Açken  Tok Uyuyan  Bizden  Değildir”  hadisi şerifinin  önemini bilmedik. etrafımızda sefaletin acımasız  çukurunda tepetaklak  yuvarlanan  onca insan varken  marka mağazalardan ihtiyaç dışı ve çılgınca yapılan  alışverişle kendimizden  geçtik. Aman her şeyin  en iyisini alalım  da  içimizde ukdesi kalmasın  dedik. Ukde dedik müsrife, ukde dedik gösterişe ve  görgüsüzlüğe, böylece boşluğa düşüp,  hiçbir  şeyden  mutlu olamadık.  Sevmeyi ve  paylaşmayı bir türlü öğretemedik nesillerimize, önce kendine düşman  ettik,  sonra da  cemiyete. 
Vicdanını mukaddesatla beslersen,
Bedenini islamiyetle süslersen,
Sığınacak  kutsal  yuva istersen,
Sevdiğinle evlenip te öyle gel  diyen  Hz Mevlana’nın  sözlerine  kulak asmadık.
 
Nikah benim sünnetimdir. Kim benim sünnetlerimi yapmazsa benden değildir. Diyen Hz. Peygamberin   hadisini kaile almadık bile.  Sadece şehevi  arzuları tatmin  etme duygusu içinde yorumladık  yuva gibi kutsal  müesseseleri, Allah’ın emri Pefgamber’in  kavlini rafa kaldırdık, sanal  alemdeki izdivaç programında aradık  eşleri, meşru saydık nikah  öncesi birliktelikleri, meşru saydık  o ilişkiden  doğan  bebekleri, geçici bir heves  sandık ve   mahkeme koridorlarında sonlandırdık  daha üç  gün  önce yapılan  evlilikleri. Teşirciliğe güldük geçtik, iş zinaya kadar uzanınca da eyvah dedik. Peki en  masum bildiğimiz teşircilik aslında zinaya kadar  uzanan  felaket  zincirinin  ilk halkası değil miydi? Bayramları kutsal  olmaktan  çıkardık, akraba ziyaretlerini gericilik saydık, deniz kenarlarını doldurduk taşırdık, manevi değerlerimizden bir bir   koptuk, sonra da ah  nerede o eski güzel   bayramlar  diye hayıflandık. Çıkarlarımız  için kılıktan  kılığa girdik, şerefli olmanın  ölçüsünü maddiyatta aradık.    Hayvan kadar bile değer  vermedik insana, kurbanlık koyun gibi kesip  doğradık.  Kısacası gasplar, cinayetler,  fuhuşlar,  hırsızlıklar, yalanlar , riyalar, ihanetler, kehanetler sardı dört  yanımızı. 

Peki bütün  bu rezillikler  yaşanırken  toplum  olarak  tepkimiz ne oldu. Ya bir kenarda üç beş kişi konuştuk, ya da hep  hayıflandık durduk.  Peki nedenlerini sorduk mu kendimize ? aslında biliyoruz nedenlerini, biliyoruz  nefsimize hoş gelen  bu rezilliklerin panzehirinin ta çocuklukta başlayan ve yaşlılığa kadar  uzanan bir  yol haritasında kutsal  islam  dinimizin inceliklerini ve güzelliklerini öğrenmek, öğretmek ve uygulamaktan geçtiğini, biliyoruz  Allah  kokusunun gönüllerimize mekik mekik   dokunması gerektiğini.  Bunları yaptık mı? hayır! Bazen  sustuk dilsiz şeytan  olduk,   bazen  görmezden geldik, bazen de örtbas ettik. Böylece hep birlikte  el ele verip kendi kuyumuzu kendimiz kazdık. Şimdi de hayıflanıp duruyoruz. Nereye gidiyoruz toplum olarak, nasıl bir  çöküş içine girdik diye. Ne güzel söylemiş   Mehmet  Akif ERSOY;
Ne irfandır veren ahlâka yükseklik, ne vicdandır;
Fazilet duygusu insanlarda Allah korkusundandır.
Yüreklerden çekilmiş, farz edilsin havfı Yezdan’ın
Ne irfanın kalır tesiri katiyen ne vicdanın.
 Hiç kimse kusura bakmasın hep birlikte  oluşturduk bu bataklığı, o zaman   anlamıyorum 
  NİYE HAYIFLANIYORUZ Kİ ! toplum olarak nereye gidiyoruz,  nasıl bir  çöküş içine girdik  diye.
Saygılar