“RAMAZANİYYE”SİZ RAMAZANLAR

Türk edebiyatı köklü ve zengin bir geçmişe sahiptir. Söyleyeni belli ilk şiirlerin sahibi Aprınçur Tigin’den bugüne pek çok isim, bu vadide nazım ve nesir türlerinde çok kıymetli eserler vücuda getirmiştir. Sahibi laedri veya anonim olan ürünlerle birlikte edebiyatımız, eşsiz lezzet ve tatlarla bezenmiş bir sofraya benzer. İnsanla, hayatla ilgili her şey bu zengin sofrada kendisine yer bulmuştur. On bir ayın sultanı ramazan da bu müstesna sofranın özel konuklarından biridir. Kaynaklarda “oruç ayı, şehr-i itikâf, şehr-i istiğfar, şehr-i ramazan, şehr-i savm, şehr-i sıyam” gibi terimlerle anılan ramazan; muhtevasındaki inanç, ibadet, vakit, ikram, bayram gibi unsurlarla her daim mutasavvıfların, şair ve yazarların ilham kaynakları, mazmunları arasında olmuştur. Şiir geleneğimizde “ramazaniyye” adıyla gelişen tür, gündelik hayatta ve edebiyat sofrasında ramazana gösterilen ihtimamın nevi şahsına münhasır örneğidir.

“Ramazaniyye”, divan şairlerinin ramazan ayı vesilesiyle devrin padişahına, devlet erkânına, rütbeli ve varlıklı kişilerine sundukları şiirlerdir. Kelime, Arapça “ramazan” köküne aynı dilin aidiyet ifade eden “-iyye(t)” eki getirilerek elde edilmiştir. Manası “ramazana özgü; ramazanda alınan, verilen, yapılan şey”dir. Kelime, yukarıda verilen terim anlamını Türkçede kazanmıştır. Çoğu kaside biçiminde kaleme alınan bu metinlerin ilk örnekleri 17. yüzyıla aittir. Takip eden senelerde bu tarz şiirler şuara beyninde rağbet görerek hızla yaygınlaşıp artmıştır. Türün en velut ismi 13 kasideyle Enderunlu Fazıl’dır. Bu üretkenlikte Enderun kökenli sanatçının saraydan uzaklaştırıldıktan sonra içine düştüğü geçim sıkıntısının önemli payı vardır elbette. Sâbit, Edirneli Kâmî, Nedîm, Koca Râgıb Paşa, Şeyh Galib, Enderunlu Vâsıf, Sünbülzâde Vehbî gibi isimler türün seçkin örneklerine imza atan diğer şahsiyetlerdir.

“Ramazaniyyeler”, yazılış gayesi yönüyle dar bir açıdan değerlendirilse de içerik bakımından ayrıca inceleme gerektiren eserlerdir. Zira söz konusu metinler, oruçlu geçirilen ayın dinî yönü hakkında malumat verdiği gibi o günlerin folklorik özelliklerine dair bilgiler de ihtiva eder. Bu şiirlerde dönemin sosyokültürel durumunu aksettiren mısralar, deyişler, kavramlar bulunur. Mesela ramazanın bir rahmet ve bereket iklimi olduğu, devlet ricalinden ihsan bekleyen şairlerce sıkça dile getirilir. Artık tütün, afyon ve kahve tiryakileri için zor zamanların başladığından, ibadeti sadece bu aya hasreden sofulardan mutlaka bahsedilir. Söz bazen çarşı pazara getirilir; arife gününün tatlı telaşı ve bayrama kavuşacak olmanın sevinci şairin diline sirayet eder. Yemekler de bu beyitlerde kendisine yer bulur. Söz gelimi, oruç mevsiminde tatlı, şeker, reçel tüketiminin arttığına dikkat çekilir. Genellikle bu dizelerde iftar sofrası da kurulur, sofranın mükemmelliği anlatılır. Okuyucu bu ayın en önemli zaman diliminin ezan sesiyle ya da top atışıyla birlikte başlayan iftar vakitleri olduğunu bir kez daha idrak eder böylece. Camilere asılan mahyalar, ibadethanelerde sayısı artırılan kandiller beyitlerin içinde ışıl ışıl parlar. Mamafih şairlerin en çok üzerinde durduğu hususlar; insanın ruhunu kötülüklerden arındıran, nefsini tezkiye eden ramazan güzellikleridir: Kur’an tilaveti ve hatmi, mukabele, zekât, teravih, Kadir gecesi, sahurun bereketi, fakir fukaraya izzetüikram... İşte bu zengin içeriğiyle ramazaniyyeler, didaktik bir metin özelliği de ortaya koyar.

Bünyesinde İslam dininin temel ibadetlerinden birine ilişkin unsurları cemeden ramazaniyyeler aynı zamanda sosyokültürel değerler manzumesidir. Yalnızca dinî ve edebî yönlerden değil sosyoloji, tarih gibi disiplinler başta olmak üzere birçok bilim dalı açısından önem ve değer taşır. Halk bilimciler, dilciler, tarihçiler, sosyologlar, gastronomi ilmiyle iştigal edenler için söz konusu metinlerde istifade edilecek çok sayıda malzeme vardır.

Sadece divan şairleri değil kimi mutasavvıflar da ramazanla ilgili manzumeler yazmışlar, şiirler söylemişlerdir. İçlerinde ramazan ilahisi olarak bestelenecek muhteva ve yapıda olanlar da vardır. Bunlar Türk edebiyatında ramazaniyye sınıfında değerlendirilmemiş, ramazan konulu şiirler kategorisinde ele alınmıştır. Bunda türün divan şiirine mahsus olarak görülmesinin etkisi muhakkaktır. Bu bapta İsmail Hakkı Bursevi’nin ramazanın gelişi dolayısıyla terennüm ettiği

Sâye saldı ehl-i iman üstüne   (sâye: gölge)

Hamdülillâh geldi mah-ı ramazan

Doğdu ol nur ehl-i irfan üstüne

Hamdülillâh geldi mah-ı ramazan

kıtasıyla başlayan şiir ile Hz. Üftâde’nin ramazanın sona erişini konu edinen ve

Ey dostlarım ağlaşalım

Oruç ayı gitti yine

Hasret ile inleşelim

Oruç ayı gitti yine

dörtlüğüyle başlayan şiiri en güzel örnekler arasındadır.

Ramazan tarihte bir milletin tüm fertleriyle baş tacı ettiği bir rahmet ve bereket iklimi olmuş, bu şuur ve dikkat bugünlere kadar ulaşmıştır. Ancak edebiyatımızın bize özgü türleri arasında gösterilen ramazaniyyelerin uzunca bir süredir yazılmadığı da acı bir gerçektir. Ramazan ayına mahsus bir geleneğin, başka bir sözle damarın kuruduğu muhakkaktır.

Ramazan medeniyetinin bir mahsulü ve klasiği olan bu manzumeler; diğer bazı nazım şekilleri gibi, yıldan yıla hatırlanan nostaljik bir değer olmuştur artık. Ramazaniyye okurlarına ise Hz. Üftâde’nin buyurduğu üzere oturup ağlamak kalmıştır.