SURİYE’DE YENİ DÖNEM: TÜRKİYE’NİN STRATEJİK ROLÜ VE GELECEK VİZYONU

Orta Doğu, 2024 sonrasında önemli dönüşümlerden geçerken, hem zorluklar hem de fırsatlar bölgenin geleceğini şekillendirecek. Bu durumun uzun vadeli sonuçları, yalnızca bölgedeki ülkeleri değil, Türkiye gibi bölgesel güçlerin stratejik hamlelerini de doğrudan etkiliyor.

Suriye’de Esad rejiminin yalnızca 10 gün içinde çökmesi, ülkeyi ve bölgeyi yeniden şekillendiren tarihi bir dönemin başlangıcı oldu. Her ne kadar Suriye halkı Esad rejiminden kurtulmuş olmanın sevincini yaşasa da, bu yeni dönemde ortaya çıkacak boşluklar ve güç mücadeleleri, uzun vadede ülkeyi daha büyük bir istikrarsızlık girdabına sürükleyebilir. Ancak bu hızlı değişim, bölgesel istikrarın sağlanması için bir garanti sunmuyor. Rejimin çöküşüyle birlikte ortaya çıkan güç boşluğu, dış müdahaleler ve yerel aktörlerin mücadeleleri, Suriye’yi derin bir belirsizlik içine sürüklüyor. Etnik, mezhepsel ve bölgesel ayrışmaların ülkenin parçalanma tehlikesini artırdığı bu dönemde, Türkiye’nin Suriye’nin toprak bütünlüğünü koruma yönündeki çabaları daha da önemli hale geldi.

24 Temmuz 2024 tarihinde kaleme aldığım yazıda, Suriye'deki dönüşümün bölgesel dinamiklere etkisine dikkat çekmiş ve Türkiye'nin güvenliği ve bölge barışı açısından ne denli önemli olduğunu vurgulamıştım. Bugün daha da önemli adımlar atılması gerektiğini göstermektedir. Bunların en başında Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması gelmektedir.

Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması, bölgesel istikrarın temel taşıdır. Yalnızca bölge için değil, Türkiye’nin sınır güvenliği ve terörle mücadele stratejileri açısından da hayati öneme sahiptir. Ülkenin farklı gruplar arasında bölünmesi, terör örgütlerinin etkinliğini artıracak ve uzun vadede çatışmaların daha da derinleşmesine neden olacaktır. Bu nedenle Türkiye, uluslararası arenada Suriye’nin birliğini savunan güçlü bir diplomasi yürütmeli, bölgesel ve küresel aktörlerle dengeli ilişkiler kurarak kendi ulusal çıkarlarını korurken bölge barışını hedef alan bir politika izlemelidir.

Esad sonrası Suriye’de kurulacak yeni yönetim modelinin demokratik ve kapsayıcı olması, kalıcı barışın temel taşıdır. Halkın temsil taleplerini karşılamayan otoriter yönetim modelleri, ülkeyi yeniden çatışmalara sürükleyecektir. Türkiye, bu süreçte geçmişteki arabuluculuk tecrübelerini kullanarak, Suriye’nin tüm etnik ve dini gruplarını temsil eden bir yönetim yapısının inşasına destek vermelidir. Türkiye’nin bu konuda uluslararası platformlarda üstleneceği liderlik rolü, bölgesel barış ve istikrarı sağlamada kritik bir öneme sahiptir.

Bugün, Esad rejiminin çöküşüyle birlikte mültecilerin geri dönüşüne dair umut verici haberler gelse de, Türkiye hâlâ büyük bir mülteci kitlesine ev sahipliği yapmaktadır.

Mültecilerin güvenli ve onurlu bir şekilde evlerine dönmesi için de Suriye’de güvenli ve yaşanabilir bir ortamın oluşturulması gereklidir. Türkiye, bu süreci yalnızca fiziksel güvenlikle değil, ekonomik ve sosyal altyapının yeniden inşasına katkıda bulunarak desteklemelidir. Uluslararası kuruluşlarla işbirliği yaparak geri dönüşlerin sürdürülebilirliğini sağlamak, Türkiye’nin hem insani hem de stratejik bir görevi olmalıdır.

Rusya ve İran’ın bölgeden çekilmesi, ABD ve İsrail gibi aktörlerin etkisini artırması, Suriye’deki güç dengelerini yeniden şekillendirmiştir. Türkiye, bu süreçte dengeli ve kararlı bir dış politika izlemeli, terör örgütlerinin faaliyetlerini sınırlayarak hem kendi güvenliğini hem de bölgesel istikrarı güçlendirecek adımlar atmalıdır. Bu süreçte insani yardımlar ve kalkınma projeleriyle Suriye halkının yanında yer almak, Türkiye’nin uluslararası alandaki saygınlığını artıracaktır.

Sonuç olarak, Suriye’de yaşanan bu dönüşüm, büyük fırsatlarla birlikte ciddi riskler de barındırıyor. Türkiye, Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunan, demokratikleşme sürecine destek veren ve mültecilerin güvenli dönüşünü sağlayan bir stratejiyle hareket etmelidir. Suriye halkı, uzun yıllar süren baskı ve çatışmaların ardından yeni bir başlangıç yapma şansı elde etmiştir. Bu şansın kalıcı barış, demokrasi ve özgürlükle taçlanması, yalnızca Suriye’nin değil, Türkiye ve bölgenin geleceği için de büyük bir kazanç olacaktır. Türkiye’nin bu kritik dönemde sergileyeceği kararlı ve insani politika, bölgedeki barış ve istikrarın temel taşı olacaktır.