Kaç insan bu vakıf ve cemaatler sayesinde; “vermenin, paylaşmanın, yardım etmenin, insanların yaralarına merhem olmanın, bir insan yetiştirmenin, eğitim çağındaki çocukların düzgün bir yapıya kavuşmasına yardımcı olmanın lezzetini tatmış ve tiryakisi olmuştur.
Cemaatler asırlardan bu yana bir Türkiye-Osmanlı gerçeğidir.
Tekke ve zaviyelerin kapatılmasına kadar, temel ve resmi işlevlerini tüm güçleri ile yerine getirmeye çalışmışlardır.
Temelleri gönüllülük esası gibi görünse de, yapılanmalarında bir vakıf temeli vardır çoğu zaman.
Tekke ve zaviyelerin kapatılmasından sonra da, toplumları rahatsız etmeden ve varlıkları ile resmiyeti de huzursuz etmeden sessiz faaliyetleri sürmüştür.
Bu Türkiyenin bir gerçeğidir.
Doğrudan konuya gireceğim;
Bu akşam, kaç evde vakıf malzemeleri ile çorba kaynadı bilen var mıdır. Kaç insanımızın üzerinde onların giysisi eskimiştir, kaç çocuğumuz onların bursları ile okumuş, dağlardan 3 keçi 5 koyunun arkasından kurtulup, modern tesislerde eğitim görmüştür. Yaşadığı köy ve mahalleden kafasını çıkaramayacak olan çocuklar, çevresini, ülkesini, atalarının kan döktüğü Çanakkale’yi tanımıştır. Devleti, Milleti, Bayrağı, Sancağı, Atasını, Geçmişini, Tarihini öğrenmiştir.
Dönüşte de, beldesinden, köyünden kaç kişiye daha aynı güzelliği yaşatmıştır.
Binlerce insan, içki, kumar gibi kötü ve yıkıcı alışkanlıklardan uzak durmuş, EDEP sahibi olmuştur.
Kaç insan bu vakıf ve cemaatler sayesinde; “vermenin, paylaşmanın, yardım etmenin, insanların yaralarına merhem olmanın, bir insan yetiştirmenin, eğitim çağındaki çocukların düzgün bir yapıya kavuşmasına yardımcı olmanın lezzetini tatmış ve tiryakisi olmuştur.
Yüzlerce insan kazanmakta, kazançlarından bu vakıf ve cemiyetlere -üyesi olmasa bile- destek çıkmakta ve verdiklerinin doğru kullanıldığını görerek mutlu olmaktadır. Kendisinin ulaşamayacağı gerçek ihtiyaç sahiplerinin bu vakıf ve cemaatlerce titizlik, gizlilik ve şefkat davranışı ile tespitinden dolayı mutlu olmaktadır.
Bu vakıf ve cemaat görevlileri daha mahalle veya köy ismi söylenir söylenmez, o bölgedeki gerçek ihtiyaç sahibini ve hayırseveri fısıldayıverir. Üstelik; ne hayırsever kime verdiğini, ne de ihtiyaç sahibi kimden aldığını bilmez.
Daha yakın bir tarihe kadar, Devletimiz eliyle kurulan Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı da bir düzen kurumu olmak üzere iken, ciddi bir yapılanma ile, bu vakıf ve cemiyetlerle aynı güzelliğe bürünmüş ve hatta onlara örnek olmaya bile başlamıştır.
Bu vakıf ve cemiyetler bir anlamda Devletin Vakfına bir sigortadır. Yoksulluğa, kırlığa, tabi afetlere bir sigortadır. İktidarlar değişse bile, bugün uygulanan güzel sistem devam edecek ve diğer vakıflar bir anlamda gizli otokontrol görevi göreceklerdir.
O vakıf ve cemaatlerimiz sayesinde bugün, güzel Cumalar, Bayramlar, Üçaylar Ramazanlar ve Kandiller yaşayabiliyoruz. Ağaçlandırmadan kandil simidi gibi, teravih sütü, kutlu gün gülü gibi, yok olmaya yüz tutan güzellikleri yaşayabiliyoruz. Gün gelip de kişisel yardım etme gücümüz kırıldığında onlara bir telefon kadar yakın olduğumuzun ve yardıma muhtaç olanı bildirdiğimizde anında yüzlerin güldüğünden dolayı mutlu oluyoruz.
Ermeniler Azeri kardeşlerimizi katlederken, Devletler arası anlaşmalar gereği ellerimiz koynumuzda seyretmiştik. Güçlü vakıf ve cemaatlerimiz olsa, onların yardım ve destekleri ile o kardeşlerimiz belki katledilmekten kurtulurdu. Kıbrıs’ta da aynı sıkıntıları gözlemledik. Diğer yerlerde de.
Bu gün içleri sızlatan Suriye’deki açlık ölümlerini engellemek için, resmi kanallardan susam tanesi vermek mümkün değil. Ama Mavi Marmara - IHH örneğinde olduğu gibi güçlü vakıf ve cemaatler bu işi fevkalade yapabilirdi. Bunun günümüz örneği olarak IHH nın sadece bir bölgede, Suriye’de günde 120 Bin ekmek dağıttığını kaç kişi biliyor. Hangi boyalı basın ve aktüalite kanalları haber yapıyor.
Dünya coğrafyasının tamamında hırıstiyan vakıf ve cemaatleri fink atarak, devletlerine sömürü zemini hazırlamaktadır. Üstelik hazırladıkları zemin tamamlandıktan sonra da bir daha oralara uğramak şöyle dursun, o insanlara bir de zulüm ve kaos bırakmaktadırlar. Afrika'nın tamamı bu durumdadır. Bir Afrikalı lider “Beyaz adam (Hırıstiyanlar) geldiğinde onun elinde incil, bizde toprak ve varlık vardı. Bize incil verdi ve gözlerimizi kapatarak dua etmemizi söyledi. Gözlerimizi açtığımızda bizim elimizde incil onların elinde ise bizim topraklarımız ve maddi değerlerimiz vardı” diyerek durumu çok güzel özetlemiştir.
Bosna savaşında büyük bir varlık ve özveri gösteren Molla Hüsrev Medresesi örneğinde olduğu gibi, bizim vakıf ve cemaatlerimiz gittikleri yere huzur, barış, güven, maddi ve manevi zenginlikler götürüp, kardeşlik, ahlak, düzen, intizam ve iki cihan saadetinin yollarını öğreten sistemler sunmuşlardır.
Zaman zaman cemaatlere karşı acımasız laflar edenler, onları uzaktan yakından tanımayanlardır. Bunlardan bazılarını fırsat bulup da, bu hizmetlerle tanıştırdığımda mahçubiyet değil hayranlık duymaktadırlar.
Ama; toplumun adına cemaat dediği ve kendilerinin de büyük bir aklı selim ile “biz cemaat değiliz hizmet örgütüyüz, cemiyetiz” dediği gurupla gerçek Cemaat ve Vakıflar karıştırılmaya.
Bu son olaylar bu Cemaat ve Vakıflara olan SEVGİMİZİ VE SAYGIMIZI daha da arttırmıştır.