Aladağ kuzey ve doğudan tamamen Göksu ile çevrilmiş vaziyette olmak üzere, Batıda Hadim ve güneyde Balkusan köyü ile sınırla coğrafyadır. İçil ise; eskiden bugünki Mersin şehri diye bir yerleşim yeri olmadığı için Silifke ve civarı, Mut, Ermenek, Gülnar, Anamur ve çevrelerini içine alan ve Akdeniz'e kadar uzanan coğrafyadır.
Selçuklular zamânında Larende dışında kalan çetin Aladağ ve İçil bölgesinde tam bir hâkimiyet kurulamadığı görülmektedir. O tarihlerde burada küçük bir Ermeni prensliği olduğu hâlde, tabiatının çetinliği yüzünden Selçukluların buralara sokulamadığı anlaşılmaktadır. Karamanlıların çok yüksek bir ihtimâlle, 1240 yılında meydana gelen Babaîler hareketine dâhil olmuşlar ve bu hareketin bozguna uğratılmasından sonra, Ermenek merkezli olmak üzere İçil'e sevk edilmişlerdir. Karamanlıların özellikle Karaman Bey zamanında İçil'de büyük bir faaliyet içinde bulundukları, buralarda hüküm süren Ermeni prensliğini tamamiyle sindirdikleri görülüyor. Karamanlıların buralardaki başarıları aynı zamanda o tarihlerde Anadolu Selçuklu devletini tamamiyle kontrol altına almış olan İran Moğolları ile aralarının açılmasına yol açtı.
Çünkü Karamanlılar bu sarp coğrafyada neredeyse müstakil bir şekilde hareket ettikleri gibi, aynı zamanda bir buhran içinde bulunan Konya merkezini ele geçirme iştahlarını da kabartmış olmalıdır. Çünkü Karaman Bey zamanından başlamak üzere ve en nihayet Karaman Bey'in oğullarından Şemsüddin Mehmed Bey zamanında defalarca Konya civarında Karamanlılar ile Selçuklular (veya Moğollar) ile savaşlar yapılmıştır.
Bunları bir girizgâh olarak yazdım. Anladığımıza göre, Karamanlılar, Selçukluların çöküşünden sonra da Akdeniz sahillerine tamamiyle hâkim olamamışlardı. Hatta bir ara Kızkalesi seferi yapmışlarsa da, denizcilik tecrübeleri olmadığı için, başarısız olmuşlardı. Bundan başka, bir önceki yazımda da temas ettiğim gibi, Karaman Bey'in oğullarından Mahmud Bey'in (muhtemelen) oğullarından biri tarafından Alaiyye (Antalya ve civarı) tarafında kurulan küçük bir beylik ile ittifaklarına rağmen Akdeniz'deki hristiyan güçleri ile yaptıkları muharebelerde yine başarılı olamamışlardı. Selçuklu devletinin ve Karaman beyliğinin sona ermesinden sonra, Karamanoğulları beyliğinin toprakları «Karaman Eyâleti» olarak teşkilâtlandırıldı. Bu büyük eyâlet de (bazı belgelere göre) «Larende», «Kayseri», «Konya», «İçil» «Aksaray», «Niğde», «Akşehir» ve «Beyşehri» gibi sancaklara ayrıldı. Daha sonra «Larende»'nin «sancak» statüsü kaldırılmıştır.
Bütün tarih boyunca, daha doğrusu, gemiciliğin keşfinden itibaren, karalardaki uygun «iskele» ve «liman»lar çok büyük önem kazanmıştır. Çünkü eski tarihlerde, iskele ve limanlar, bir memlekete mahsus malların başka memleketlere taşınmasında en uygun ve en ucuz yollar olmuştur. Karamanlı beyliğinin ele geçirilmesinden sonra, Anadolu'yu dış dünyaya açan güneydeki en uygun limanların birincisi Silifke'deki «Taşucu» tabiî limanı idi. Dolayısı ile; Taşucu'nun elde tutulmasının, karşısındaki Kıbrıs adası ele geçirilmeden bir ehemmiyeti olamıyordu. 1570-1572'de Kıbrıs da fethedilince, Taşucu iskelesi (veya limanı)'nin ehemmiyeti iyice arttı. Fetihten sonra başta İçil toprakları ile Akşehir, Beyşehir, Niğde gibi eski Karamanoğulları memleketinden Kıbrıs'a «sürgün» veya «iskân» maksadıyla pek çok Türk göçürüldü. Mesela 1572 tarihli kayıtlara göre İçil'de 8.756 hane tesbit edilerek, her 10 hanenin 1'i nisbetinde olmak üzere başlangıçta 805 hane Kıbrıs'a gönderilmiştir. O tarihe kadar, zaten Mersin diye bir yer olmadığı gibi, anlaşıldığına göre, Taşucu'dan başka Antalya'ya kadar başka bir uygun liman da yoktu.
Bu şartlarda Kıbrıs fethedilince, başlangıçta, Kıbrıs da İçil Sancağı'na bağlanmış, sancağın merkezi de Silifke olmuş idi. Aradan geçen zamanlarda Kıbrıs müstakil bir hale getirilince, İçil sancağı yine Akdeniz ile Aladağ'ın arasındaki memleket olarak kalmıştır. İçil bölgesi pekçok konar-göçer Türk aşiretlerinin yaşadığı bir yer olup, Ermenek'ten başka büyük ve eski bir yerleşim yeri de yoktu. Buna rağmen ulaşım kolaylığı ve Akdeniz'in kıyısında, bir de iskelesi olmak hasebiyle, Silifke İçil sancağının merkezi olmaya devam etmiştir. Her ne kadar bazı araştırmacılar İçil'in merkezi neresidir, tartışmasına girip, Mut'u, Ermenek'i İçil sancağının merkezi olarak görmek isteseler de bu doğru değildir. İçil sancağı 1800'lü yıllara gelene kadar bazen bir «İçil ve Kıbrıs Mutasarrıfı»'nın idâresinde, bazen Karaman eyâletine bağlı olarak «İçil Sancağı», ve bazen de «Karaman ve İçil Valiliği» olarak yönetilirken, 1827/28 yılına gelindiğinde, İçil sancağı «Asakir-i Mansure Hazinesi»'ne bağlı olarak, merkezi «Ermenek» olmak üzere müstakil bir sancak haline getirildi.
Ancak Ermenek'e giden devlet görevlileri orada ikâmet edecekleri bir hükûmet konağı bulamadılar. Anlaşıldığına göre, bunun üzerine «sancak beyleri» ileri gelenlerin konaklarında, maiyyetleri de muhtemelen ahalinin evlerinde kalmaya başlayınca, şikâyetler de arttı. Hatta iş o raddeye vardı ki, oraya giden görevlilerin «bayrak ve konak akçası» adı altında ahaliden para toplamaları, ahâlinin «bizim geçinmeye tahammülümüz kalmadı, bu şartlar altında yakın bir zamanda vatanımızı terk etmeye mecbûr kalacağız» gibi şikâyetlerine yol açtı. Hatta 1834/35 tarihinde Selendi ve Ermenek ahâlileri adına yazılan bir toplu dilekçede, «bizim yaşadığımız yer zaten taşlık bir yerdir, biz kendi tahıl ihtiyacımızı bile Larende tarafından temin ediyoruz, biz bunlar için ekmeği nereden bulalım, en iyisi bu merkez Mut'a taşınsın, orada bir hükûmet konağı' yapıslın» dediler. Neticede merkezin Mut'a alınması ve orada bir hükûmet konağı yapılması teklifi sadece teklif olarak kaldı. İçil Mutasarrıflığı merkezinin Ermenek'e alınması üzerine, Silifke'nin, limanına rağmen ehemmiyetinin azaldığının görülmesi ve hatta Osmanlı Devleti'nde taşra teşkilatının yeniden düzenlenme çalışmaları olan «Vilayetler Nizamnamesi»'nin yayınlanması ve İçil sancağının Adana vilâyetine bağlanması üzerine, Silifkeliler ile Ermenekliler arasında «hükûmet konağı» yapma masrafı yüzünden, hiçbir ehemmiyeti görülmeyen merkezin neresi olacağı meselesi tekrar alevlendi. İçil sancağının Adana vilâyetine bağlanmasından pek memnun olan Silifkelilere karşılık, daha önce «hükûmet konağı» masrafı ve «mutasarrıf ve maiyetinin masrafı» yüzünden bu durumdan şikâyetçi olan Ermenekliler, yeni bir teşebbüs başlatarak, «sancak merkezi»'nin Ermenek olması gerektiğini savunur olmuşlardı. Çünkü o tarihlerde şöyle bir durum ortaya çıkmıştı: İçil sancağı mülkî ve askerî olarak Adana'ya bağlanırken, malî işleri Konya'ya bağlı olarak kalmış idi. Ermenekliler bu defa, bu ikili durumdan şikâyetle sancak merkezinin Ermenek olması gerektiğini müdafaa eder olmuşlardı. Bunlara göre yolların sarplığı, Silifke ve Adana'ya gidip gelmenin imkânsızlığı, Silifke gibi küçük bir yerin merkez olamayacağını ileri sürerken; Silifkeliler ise Ermenek'in dağlık taşlık bir olduğunu, Silifke'nin ise aşîretlerin iskân edilmesi, limanı olması, kendilerine göre vilâyet merkezi olan Adana'ya gidip gelmenin kolay olması ve gelişmeye müsait olması gibi sebeblerle, merkezin Silifke'de kalması gerektiğini ileri sürüyorlardı. Bu karşılıklı iddialar o kadar çığırından çıktı ki, artık İstanbul'da «lobi» yapmak üzere her iki tarafın da, özel, yerleşik adamları vardı. Daha sonra iddialar şu boyuta ulaştı: Silifkeliler, Ermenek'teki «bazı menfaatperestlerin, merkez oraya taşındığında, yeni yeni yapılacak hükûmet daireleri için arazi satacakalarını» Ermenekliler de yine aynı şekilde, Silifke'de bazı kişileri bu merkez işinden menfaat sağlayacakları gibi gerekçeler ile suçlamaya başladılar. (bu menfaat perestlikle suçlanan kişilerin isimleri mevcut ancak, belki devam eden torunları vardır, onun için buraya yazmayacağım).
O tarihlerde tam bir şehir hüviyeti kazanmamış, aslında tam bir yerleşim yeri olmayan Anamurlular ve Gülnarlılar da meseleye dahil oldular. Hatta Ermenek bölgesi o tarihlerde iki kısma ayrılıyordu: Esas Ermenek ve Nevahii Ermenek bölgesi. Bir ara Nevahi-i Ermenek bölgesi insanlarının da Silifke lehine arzuhaller verdiği bile görüldü. Mesele bununla da kalmadı; işin içine doğrudan doğruya Adana ve Konya vilâyetleri de girdi. Karşılıklı olarak İçil Sancağı'nın kendilerine bağlanması gerektiğine dair gerekçeler ileri sürdüler. Hiçbir zaman kaale alınmasa da, Mutluların tekrar arzuhaller vererek, «Karaman isimli bir liva (sancak) oluşturulması» ve bütün İçil'in «Karaman Livası»'na bağlanması gerektiğini ileri sürdükleri gibi Karamanlılar da meseleye müdahil oldular.
Karamanlılar, şehirlerinin gelişmiş, ziraati bol, arazisinin mahsuldar olduğunu, zaten demiryolununun da şehirlerinden geçtiğini ileri sürerek, içine «Karapınar», «Belviran», «Bozkır», «Hadim» ve «Ereğli» gibi yerlerin de dâhil edilmek suretiyle İçil Sancak Merkezi'nin Karaman olması gerektiğine veya doğrudan doğruya yeni bir liva (sancak) oluşturulması gerektiğine dair, müteaddid arzuhaller verdiler. Yine bu sıralarda her iki tarafın İstanbul'da tescilli ve yerleşik vekilleri bulunuyordu. Artık her iki taraf kendi «bölgelerinin (yani Silifke ve Ermenek)» merkez olma iddiaları yanında, temsilcilerinin karşı taraftan «rüşvet» aldıkları gibi iddiaları da dile getirmekteydiler. 1900'lü yılların başına geldiğimizde, gerekçeler, bu iddialar bu çekişme devam ederken, Tam bu sırada amiyâne tâbirle Silifkeliler ağızlarındaki baklayı çıkarıverdiler: Müftü Bayram Efendi tarafından ayrı ayrı Sadâret'e, Zabtiye Nezâreti'ne (daha doğrusu nâzır Şefik Paşa'ya şahsen) ve Şura-yı Devlet'e çekilen telgraflarda yukarıda da bahsedilen Ahmed Bey'in Dersaadet'teki faaliyetlerinden bahisten başka yeni bir iddia olarak, bu şahsın hazineye yetmiş küsûr bin guruş borcu olduğu, Ermenek'in yakın bir zamanda merkez olacağını ahâlîye arasıra tebşîr ederek para topladığı vs. husûsları tekrâr ettikten sonra telgrafların en çarpıcı konusu şu idi: bu zâtın yani Ahmed Bey'in faaliyetlerinden dolayı Silifke'de “emlâk ve akar ve arâzî satışları sekteye uğramıştır.
Ermeneklilerin iddiasına göre İçil sabık mutasarrıfı Şehabeddin Efendi, merkezin Silifke'de kalması husûsunda çalışmaları yürütmek için yeni tayin edildiği Süleymâniye'ye gitmeyi boyuna geciktirmekteydi. Çünkü, bunun karşılığı olarak Silifkeliler, Kızılbaşadası denilen yerde büyükçe bir çiftliği Şehabeddin Efendi'nin kayınpederi adına kaydetmişlerdi. Neticede, Şura-yı Devlet bir araştırma yaptıktan sonra şu görüşü bildirdi: Yıllardır yürütülen bu propganga faaliyetlerinin ahalî ile bir alakası olmadığı, bu faaliyetlerin tamamiyle mahallî menfaatperestlerin kendi menfaatlerini temin için yürüttükleri bir faaliyet olduğuna karar vererek, 1818/19 yılında kesin olarak Ermenek Konya'ya Silifke Adana'ya bağlandı.
(Not: burada «menfaatperest» olarak bahs edilen kişilerin isimleri olup, belki torunları vardır diye yazılmamıştır)