“Yirmili yaşlarındayken kafasını önüne eğdiğinde gördüğü şey sol ayağının yerindeki boşluktu ama hissettiği şey boşluktan daha öte bir duyguydu. Sol ayağının yokluğu ona; henüz on beş yaşında katıldığı savaşta yitirdiği her şeyin yokluğunu, ülkenin elden giden topraklarının yokluğunu, analarının kucağından alınan yavruların yokluğunu, eşini aşını bırakıp vatan uğruna can vermeye giden ana kuzularının yokluğunu, evini barkını bırakıp kaçmak zorunda kalan, yolda can veren analarımızın babalarımızın yokluğunu hatırlatıyordu. O şimdi içten içe öfke bile duymaya başladı. Bunca insan, bunca ana kuzusu, bunca koca yürekli ana baba vatan uğruna can vermişken o sadece sol bacağını vermişti. İşte öfkesi bunaydı. Ne vardı sanki o da ölse ya da vatan için başka bir şey yapabilse, ne vardı sanki?
Başını, gözyaşlarından ıslanmış gömleğinin yakasından kaldırıp ileri baktı. İçinde bulunduğu kalabalığın baktığı yöne. Biri bir şiir okuyordu. “İstiklal Marşı”ymış adı. Yazarı Mehmet Akif’miş. “Ne de güzel anlatmış bu vatanın ve evlatlarının çektiklerini” diye içinden geçirdi, Ahmet. Madem bu vatan için başka bir şey yapamamıştı o da bu vatanın yaşadıklarını unutturmayacaktı. İstiklal Marşımız okuduğunda alkışlar hava da uçuşurken onun da içinde, bu vatan için daha çok şey yapabilecek olmanın verdiği sevincin kelebekleri uçuşuyordu...”
12 Mart 1921 yılında İstiklal Marşı, resmi marşımız olarak kabul edildiğinde geride yaşlı ya da genç farketmeksizin birçok insan bırakmıştık. Ama İstiklal Marşının kabulü sonrasında da nice Ahmetler yetiştirdik. Hikâyesini anlattığım Ahmet’in de dediği gibi “Ya bu vatana canımızı vermeliyiz, ya da bu vatan için başka şeyler yapmalıyız.”
Bizlerin üstüne düşen görev hem bu vatan için canımızı vermek hem de bu vatan için canlarını verenleri ve bu verilen canları unutturmayanları unutturmamaktır. İstiklal Marşımızın kabulünün 100. Yıl dönümünde, İstiklal Savaşları’nda hayatını kaybeden bütün şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyor ve yaşananları bize unutturmadığı için Mehmet Akif Ersoy’u saygı ve rahmetle anıyorum.
Son olarak Mehmet Akif’in bizlere ne yapmamız gerektiğini öğütlediği şu dörtlüğünü sizlere de hatırlatmak isterim:
“ Bastığın yerleri “toprak!” diyerek geçme, tanı!
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehîd oğlusun, incitme, yazıktır atanı;
Verme, dünyâları alsan da, bu cennet vatanı.”