Ne zaman bir huzur evi görsem içim burkuluyor. Sanki herkes oraya gitmek zorunda. Neredeyse bir kural haline geldi toplumda. Oysa ki dinimizde anne babanın yeri büyüktür. Hatta onlara karşı gelmek büyük günahlar arasındadır. Özellikle Annenin yeri daha büyüktür. Çünkü evladına hamile kaldığı ilk günden itibaren başlar sıkıntılar. Aylarca karnında taşır, dünyaya getirirken acılar yaşar, ölüm riski taşır, yemez yedirir, giymez giydirir, gün boyu ilgisini yavrusuna odaklar, uykusuz geçen geceler ve yorgunluklar ise fedakarlığın bir başka yüzüdür. Elbette ki babanın da yeri de çok önem arz eder ama anne daha çok zahmete katlandığı için annenin yeri daha ağır basar. Bu nedenle anne babaya iyilik farzdır. Türk toplumunun geleneksel aile yapısında ise anne babaya sevgi, saygı ve hoşgörü esastır. Ancak değerlerimizin altüst edildiği günümüzde, anne babaya reva görülen yer, maalesef huzurevleridir. Huzur evleri bakıma muhtaç yaşlıları korumak amacıyla kurulmuş bir müessesedir ve dolayısıyla sosyal devlet uygulamasıdır. Bu nedenle huzur evlerinin açılmasına karşı değilim. Ancak ne yalan söyleyim ne zaman bir huzur evi açılışı yapılsa yüreğim sızlıyor. Çünkü Huzurevleri; sadece hiç ama hiç kimsesi olmayan bakıma muhtaç yaşlıların sığınağı olarak açıldığı takdirde güzeldir. Adı üstünde hiç kimsesi olmayan.
Peki günümüzde bu amaçla kullanılıyor mu?
Ne yazık ki hayır. Anne babaya iyilik etmeyi omzumuza binen ağır bir yük kabul edip, maneviyatımızda iç huzuru yaşamayı bilmeden, daha rahat eder, huzur bilir diye sığındığımız ucuz bahanelerle bıraktığımız yerleri huzur evleri diye nitelendiriyoruz.
Yazık halimize;
Daracık karnında hiç şikayet etmeden tam 9 ay boyunca taşıyan, sonra da bin bir fedakarlıkla her türlü zorluğa göğüs gererek hayatının her safhasında evladının yanında yer alan annelerimiz ve onlara iyi bir gelecek sağlamak uğruna canı pahasına çalışan babalarımıza reva gördüğümüz yerler huzur evleri midir? Yoksa huzursuz ettiğimiz yerler midir? Bunu hiç düşünmüyoruz bile. Annelerimiz bizleri daracık karınlarına sığdırıyor, biz onları bilmem kaç metrekarelik evimizin sadece iki metre karesine bile sığdıramıyoruz. Babalarımız bize varını yoğunu veriyor biz, onlara tatlı bir tebessüm, ile bir tabak soğuk çorbayı bile ikram etmiyoruz. Ağır geliyor nefsimize hayır duası almak. Gün oluyor, yangın çıkıyor huzurlu bildiğimiz yerlerde. Hemen suçluyoruz itfaiyeyi. Efendim geç geldi de ondan oldu. Bazı özel bakımevlerinde işkenceler gündeme gelince de, şov yapıyoruz kameraların önünde bu nasıl bir vicdansızlıktır diye. Suçlu arıyoruz. Suçtan bahsediyoruz, vicdandan bahsediyoruz. Esas suç; o mübarek insanları oraya bırakmak değil midir? Esas vicdansızlık hayatını evlatlarına adayan bu insanları yalnızlığa terk etmek değil midir? İşte bu kadar aciz durumdayız. Ne çabuk yükleyiveriyoruz kendi suçumuzu başkalarına. Dünyanın düzeni bu desem kendi kurduğumuz düzeni dünyaya mal etmek zalimlikten başka bir şey değil. Artık sol yanımız hiç acımıyor onları yalnızlığa terk edince. Görmüyoruz yüreklerinde başlayıp yüzlerinde biten sessiz çığlıkları.
Oysa Allahu Teala buyuruyor ki! Ana-babadan biri veya ikisi yaşlanınca usanıp da öf deme! Ağır söz söyleme! Onlarla yumuşak ve tatlı konuş. Yine hadisi şerifte "Ana- babanın gönüllerini alan, onlara güzel davrananlara müjdeler olsun dünyada ömürlerinin bereketini görenler anasının ve babasının rıza ve dualarını alanlardır". Kimse alınmasın yaşlıların yeri huzur evleri değil, huzur buldukları yerdir. Huzur bulunan yer ise evlerimizin en kıymetli köşeleridir. Unutulmayalım anne babalarımız yaşlanınca onlara huzur evlerinin yolunu gösterirsek bir gün oraya kendimiz de gitmek zorunda kalırız. Nitekim Peygamberimiz buyuruyor ki! Anne babaya iyilik edin ve ihsanda bulunun ki çocuklarınız da sizlere hürmetkar davransın. Saygılar.
Daracık karnında hiç şikayet etmeden tam 9 ay boyunca taşıyan, sonra da bin bir fedakarlıkla her türlü zorluğa göğüs gererek hayatının her safhasında evladının yanında yer alan annelerimiz ve onlara iyi bir gelecek sağlamak uğruna canı pahasına çalışan babalarımıza reva gördüğümüz yerler huzur evleri midir? Yoksa huzursuz ettiğimiz yerler midir? Bunu hiç düşünmüyoruz bile. Annelerimiz bizleri daracık karınlarına sığdırıyor, biz onları bilmem kaç metrekarelik evimizin sadece iki metre karesine bile sığdıramıyoruz. Babalarımız bize varını yoğunu veriyor biz, onlara tatlı bir tebessüm, ile bir tabak soğuk çorbayı bile ikram etmiyoruz. Ağır geliyor nefsimize hayır duası almak. Gün oluyor, yangın çıkıyor huzurlu bildiğimiz yerlerde. Hemen suçluyoruz itfaiyeyi. Efendim geç geldi de ondan oldu. Bazı özel bakımevlerinde işkenceler gündeme gelince de, şov yapıyoruz kameraların önünde bu nasıl bir vicdansızlıktır diye. Suçlu arıyoruz. Suçtan bahsediyoruz, vicdandan bahsediyoruz. Esas suç; o mübarek insanları oraya bırakmak değil midir? Esas vicdansızlık hayatını evlatlarına adayan bu insanları yalnızlığa terk etmek değil midir? İşte bu kadar aciz durumdayız. Ne çabuk yükleyiveriyoruz kendi suçumuzu başkalarına. Dünyanın düzeni bu desem kendi kurduğumuz düzeni dünyaya mal etmek zalimlikten başka bir şey değil. Artık sol yanımız hiç acımıyor onları yalnızlığa terk edince. Görmüyoruz yüreklerinde başlayıp yüzlerinde biten sessiz çığlıkları.
Oysa Allahu Teala buyuruyor ki! Ana-babadan biri veya ikisi yaşlanınca usanıp da öf deme! Ağır söz söyleme! Onlarla yumuşak ve tatlı konuş. Yine hadisi şerifte "Ana- babanın gönüllerini alan, onlara güzel davrananlara müjdeler olsun dünyada ömürlerinin bereketini görenler anasının ve babasının rıza ve dualarını alanlardır". Kimse alınmasın yaşlıların yeri huzur evleri değil, huzur buldukları yerdir. Huzur bulunan yer ise evlerimizin en kıymetli köşeleridir. Unutulmayalım anne babalarımız yaşlanınca onlara huzur evlerinin yolunu gösterirsek bir gün oraya kendimiz de gitmek zorunda kalırız. Nitekim Peygamberimiz buyuruyor ki! Anne babaya iyilik edin ve ihsanda bulunun ki çocuklarınız da sizlere hürmetkar davransın. Saygılar.