Türk edebiyatında hakkında en çok araştırma ve inceleme yapılan şahsiyetlerin başında gelir Yunus Emre. Bugüne kadar sufi şairin yaşam öyküsünü, ailesini, mezar yerini, kişiliğini, hayata bakışını, eserlerini, dil ve üslubunu ele alan çok sayıda araştırma yapılmıştır. 1910-12 yıllarında Filibeli Ahmet Hilmi’nin Hikmet dergisindeki şerh ve yazılarıyla başlayan, Köprülüzâde Mehmet Fuat’ın 1919 tarihli Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar isimli kült çalışmasıyla ivme kazanan bu süre zarfında Yunus’a dair çok şey söylenmiş, onlarca kitap neşredilmiştir. Şiirler, romanlar, tiyatro metinleri, denemeler kaleme alınmış; filmler, diziler çekilmiştir. Öyle ki Yunus muhtevalı çalışma ve eserlerin künyeleri bugün birkaç kitap oluşturacak hacme ulaşmıştır. Burhan Ümit Toprak, Abdülbaki Gölpınarlı, Faruk Kadri Timurtaş, Ahmet Kabaklı, Sezai Karakoç, Cahit Öztelli, Mehmet Kaplan, Necip Fazıl Kısakürek, Nezihe Araz, Emine Işınsu ilgisini ve kalemini Yunus’a hasreden onca isimden sadece birkaçıdır.
Son yıllarda Yunus Emre merkezli çalışmalarıyla dikkatleri üzerine çeken isimlerden biri de Mustafa Özçelik’tir. Edebiyat çevrelerinin yakından tanıdığı bir kişi olan Özçelik; şiir, hikâye, deneme, masal, biyografi ve antoloji türlerinde çok sayıda eser vermiş bir kalemdir. Dikkatle incelendiği zaman çalışmalarının arasında Yunus Emre ile Mehmet Akif Ersoy’un özel bir yer tuttuğu görülür. Bu durumu kendisiyle gerçekleştirilen bir söyleşide “İki ismi kendime rehber seçtim. İlki Yunus Emre, diğeri ise Mehmet Akif’tir. Birini gönlüm, diğerini aklım olarak görürüm.” (s. 159) şeklinde ifade eden yazarın ilk rehberine, yani Yunus’a ayrı bir yakınlığı ve muhabbeti vardır. Gönülden gelen bu bağlılık Özçelik’in; Yunus Emre, Bizim Yunus, Yunus Emre’nin Dostları, Minyatürlerle Yunus Emre Menkıbeleri, Yûnus Emre Risâletü’n-Nushiyye, Yunus Emre’nin Şehirleri, Dilimiz Yûnus Söyler -Yûnus Emre’ye Adanmış Şiirler adlı eserlerinin yanında Yunus’u çeşitli yönleriyle ele alan makale ve bildirilere de imza atmasına vesile olmuştur.
Mustafa Özçelik’in yukarıda zikredilen çalışmalarının yanı sıra çeşitli gazete ve dergilerde çıkmış Yunus Emre konulu söyleşileri ile mülakatları da bulunuyor. Yazarın, 31 söyleşi ve röportajını bir araya getirdiği Yunus Emre Söyleşiler & Mülakatlar (Fabrik Kitap, Eylül 2023, 265 s.) adlı kitabı birkaç ay önce okurla buluştu. Yunus Emre araştırmalarında ikinci bir örneği görülmeyen bu eserin “Ön Söz” bölümünde Özçelik, sebeb-i telif mahiyetinde şu sözleri paylaşır: “Yazı hayatımız boyunca ona (Yunus’a) dair çalışmalar yaptık, kitaplar yayımladık. Bu surette Yunus Emre'ye dair özel ilgimizi bilen ve çalışmalarımızdan haberdar olan şair - yazar arkadaşlarımız, bize zaman zaman ona dair sorular sorarak söyleşiler gerçekleştirip gazete ve dergilerde yayımladılar. Bunların dergi gazete sayfalarında kalmasına gönlümüz razı olmadı. Zira söyleşi türü ele alınan şahsiyetle ilgili daha özel bilgiler ve merak edilen konular etrafında daha fazla imkâna sahiptir. Ayrıca anlatım daha senli benli, sıcak ve tabii olduğu için okunması da hem daha kolay hem daha faydalı olmaktadır.” (s. 7)
Kitaba alınan söyleşilerin ilki 2007, sonuncusu 2022 yılına ait. Dokuz söyleşi ise “Yunus Emre ve Türkçe Yılı” olarak ilan edilen 2021’de yapılmış. Sayıca dikkati çeken senelerden biri de beş söyleşinin düzenlendiği 2020 yılı. Hazretin görklü adıyla anılan yılın öncesinde, içinde ve hemen sonrasında yapılanlar, toplam görüşmelerin neredeyse yarısını teşkil ediyor. Dolayısıyla “Yunus Emre ve Türkçe Yılı”nın söz konusu zenginlikte hayli etkili olduğunu söylemek mümkün.
Söyleşi ve mülakatlarda Mustafa Özçelik’e yöneltilen sorular; şairin hayatı, yaşadığı dönemin genel manzarası, tasavvufi yönü, eserleri, dünya görüşü, mesajları, dil ve üslubu, Türkçeye hizmeti, sağlığındayken kendisine biçtiği rol gibi konular üzerinde yoğunlaşıyor. Bununla birlikte sorular ve konuşmalar arasında Özçelik’in Yunus temalı çalışmalarının içeriğiyle ilgili olanlar da var. Ülkemizin yakın dönem edebiyat ve kültür hayatına da ışık tutan bu mülakatların her birine kitap aşamasında yazar tarafından birer başlık verilmiş. Hayli iddialı, aynı zamanda ufuk açıcı olduğu düşünülen başlıklardan bir kısmı şöyle: “Yunus Emre Gönül Diliyle Söyledi, Yunus Emre Türkçeyi Yazı Dili Yaptı, Yunus Anadolu’nun Ruhudur, Yunus Emre Bir Yol Rehberidir, Yunus Emre Manevi Tabiplik Görevi Yaptı, Yunus Emre’yi Batılı Kavramlarla Anlayamayız, Yunus Şairlerimize İlham Kaynağı Oldu, Yunus Emre’yi Anmak Değil Anlamak Esastır, Sahih Bir Yunus Portresine İhtiyacımız Var.”
Kitaba hayat veren söyleşilerde büyük şair ve gönül adamı Yunus Emre’ye dair pek çok bilgi ve yorum bulunuyor. Bununla birlikte eldeki eserin, edibin tasavvufi yönüyle ilgili daha özel ve ayrıntılı malumat içerdiği de hemen fark ediliyor. Bu bağlamda yazarın hemen her konuşmada altını çizdiği bir husus var: Yunus’u, Hümanist felsefeyle ilişkilendirmenin, dahası Batı’da neşvünema bulan o akımın bir temsilcisi olarak kabul etmenin yanlışlığı. Özçelik âdeta isyan ettiği bu meselede, haklı olarak, Yunus Emre’yi Müslüman ve mutasavvıf bir kişi olarak değerlendirmek gerektiğini vurguluyor. Düşüncesini şairin hayatından, eserlerinden ve ona dair anlatılardan kesitlerle örneklendiren Özçelik; Yunus’un, mensubu bulunduğu dini hakkıyla yaşayan, samimi, doğal, riyasız bir Müslüman ve gönül ehli portresi çizdiğini dile getiriyor.
Yunus Emre denince akla ilk gelenlerden biri Türkçedir. Başkaca söylersek Türkçe ve Yunus birbirinin hatırlatıcısı, hatta tamamlayıcısı olan iki kelimedir. Pek çok söyleşide yazarın sözü getirdiği noktalardan biri de şairin dil icrası ve Türkçeyi kullanmadaki başarısı olmuştur. Kaynaklar okunduğunda görülecektir ki bu kadim, güçlü ve zengin dilin Anadolu’da şiir dili olarak inşası Yunus’la gerçekleşmiştir. Bu topraklarda Yunus’un serüveniyle Oğuz ağzına dayalı Türk dilinin serüveni arasında bir kader birliği vardır. O, halkın ve Türk dilinin zor zamanlarında terennüm ettiği şiirlerle Türkçenin sesi, Anadolu insanının nefesi olmuştur. İslam dinini şiirle ve herkesin anlayacağı bir dil ve üslupla anlatan şair, bu tavrıyla kendisinden sonra gelenlere örnek olmuştur. Takipçilerine miras olarak Türkçe kelimelerden müteşekkil bir tasavvuf terminolojisi de bırakan Yunus, dilimizin ifade imkânlarını ileri bir seviyeye taşımıştır.
Bunlardan başka, eldeki kitapta araştırmacıları ve öğrencileri, hâsılı bütün okurları bekleyen bir şey daha var: Yunus Emre nasıl okunmalıdır? Onu doğru anlamanın yolları nelerdir? İlk kez Yunus’la karşılaşan bir kimse, Dîvân’ı yahut Risâletü’n-Nushiyye’yi eline aldığı zaman okuma sırasında nelere dikkat etmelidir? Yunus okumaları, nasıl bir fikrî, edebî, lisani ve kültürel birikime sahip olmayı gerektirir? Yazar, kendisine tevcih edilen sorulara verdiği doyurucu cevaplarla bu bahiste gençlere ve yeni araştırmacılara yol gösteriyor.
“Üç zamanın ve her coğrafyanın aranan insanı, ortak sesi” Yunus Emre’yi farklı yönleriyle ele alan söyleşilerin toplandığı bu eserde nazarlık kabilinden bazı hata ve eksiklikler var elbette. Mesela Yunus Emre araştırmalarının tarihçesiyle ilgili bölümlerde (s. 14 ve 17 gibi) yazarın güncel çalışmalardan, bilhassa müstakil divan neşirlerinden söz etmediği görülüyor. Oysa uzunca bir dönem edisyon kritikli metinlerin hâkim olduğu bu alanda son yıllarda tek nüshaya dayalı yayınlar da yapılmıştı. İlgili röportajların gerçekleştirildiği 2020 ve 2021 yıllarından önce Fatih ve Karaman nüshaları; Vasfi Babacan, İdris Nebi Uysal gibi isimlerce ayrı ayrı okunup incelenmişti. Orhan Kemal Tavukçu, Mehmet Fatih Köksal, Hayati Develi vd. uzmanlar tarafından da Yunus şiirlerine dair yeni bilgiler, tespit ve öneriler paylaşılmıştı.
Yunus’un hayat hikâyesine değindiği bölümlerde ise Özçelik’in, menkıbeleri öne çıkaran bir yaklaşım içine girdiği göze çarpıyor. Yazarın biyografi metinlerinde tarihî kaynak ve vesikaları da dikkate alması, daha sahih Yunus portresi çizme konusunda kendisine yardımcı olacaktır.
Bu uzun soluklu çalışmada dizgi hatası olduğunu düşündüğümüz bazı örnekler de bulunuyor. Kitabın 29. sayfasında “Yolu doğru varanı yargılıya hocası” şeklinde verilen mısranın doğrusu şudur: Yolu doğru varanı yarlıgaya hocası. Mustafa Tatcı neşrinde 351, İdris Nebi Uysal neşrinde 4, Vasfi Babacan neşrinde 170. şiirde geçen bu kelime (yarlıga-), “affetmek, bağışlamak” anlamlarına gelen arkaik bir fiildir. Yine yazarın 100. sayfada “insan-ı kâmil” teriminin yanına koyduğu “toplum-u kâmil” ifadesindeki terkip ünlüsünün “u” şeklinde yazılması bu neviden bir hata olmalı. Yeri gelmişken söyleyelim. Yazarın kendi ürettiği bu sıfat tamlamasında “toplum” yerine “cemiyet” kelimesini tercih etmesi daha doğru bir kullanım olacaktır. Sayın Özçelik’in, kitabın bundan sonraki baskılarında bunları düzelteceğini düşünüyoruz.
Kitapta dikkati çeken durumlardan biri de bazı söyleşilerdeki soru ve cevapların birbirine benzerliği yahut yakınlığıdır. Okur böyle metinlerde aynı bilgileri tekrar tekrar okuduğu hissine kapılabilir. Ancak bir konuda farklı tarihlerde farklı kişiler eliyle yapılan görüşmelerde bu türden benzerliklerin görülmesi doğaldır. Konuşmaların çoğunun “Yunus Emre ve Türkçe Yılı” münasebetiyle gerçekleştirildiği dikkate alındığında bu hususu anlayışla karşılamak yerinde olacaktır.
Son olarak yazara bir öneride bulunmak isteriz. Kitabın her bölümünde çok sayıda özel adın geçtiği görülüyor. Bu tarz çalışmalarda eserin sonuna özel adlardan oluşan bir dizinin eklenmesinde yarar var. Çalışmanın değerini artıracağını düşündüğümüz bu uygulama, araştırmacılara da kolaylık sağlayacaktır.
Soru sormak öğrenmeye giden yolun başlangıcıdır. Nitekim eskiden beri örgün ve yaygın eğitimin her kademesinde yaygın kullanılan yöntemlerden biri de soru - cevap yöntemidir. Soranın, cevap verenin, bunları okuyan yahut dinleyen herkesin kazançlı çıktığı bir tekniktir bu. İslam peygamberi Hz. Muhammet’in buyurduğu üzere “İlim bir hazinedir, anahtarı ise soru sormaktır.” İnsan hayatındaki öğrenmelerle toplumdaki buluş ve gelişmelerin hepsi kişilerin kendisine, ebeveynlere, öğretmenlere, bilginlere, uzmanlara öğrenme amacıyla sordukları soruların ürünüdür.
Özçelik’in bugüne kadar Yunus Emre’ye dair edindiği bilgi ve birikimin özeti mesabesindeki bu notlar, Yunus’u bihakkın tanımak ve anlamak isteyenler için bir fırsattır. Derununda uçsuz bucaksız bir hazinenin anahtarlarını taşıyan bu keyifli sohbetleri bir eserde toplayarak toplumun istifadesine sunan Mustafa Özçelik’i tebrik ederiz. Kendisiyle hasbihâl eder gibi okuduğumuz bu kitabın yazarından aynı tat ve kalitede yeni çalışmalar beklediğimizi buradan duyurmak isteriz.