“LİSEDE TEŞHİS KONULDU”
Çocukluk yıllarında sağlık problemi yaşamayan Ebrar Hanıma teşhis lise zamanında konmuş:
“Adım Emine Ebrar Pancaroğlu. Emineyi çok kullanmıyorum. Hatta ilkokulda bana Emine dediklerinde ağlardım. 28 yaşındayım. Çok boş bir geçen 28 yıl ama arada kitap yazdım… Babam emekli, annem ev hanımı. Beş kardeşiz. Abim de benim gibi rahatsız. Hastalığımız aynı Friedreich ataksisi. Bir çeşit kas hastalığı. Benim hastalığım lise zamanlarında yürüyüşümdeki belirtilerle başladı. Sessiz bir öğrenciydim. Hatta anneme o zaman ilkokul öğretmenim, ‘ Ebrar’ın varlığı, yokluğu belli değil’ demiş. Ben yoktum yani. Genelde resim çizmeyi seviyordum. Defter arkası karalamalarım vardı mesela. Ders sırasında defterin arkasını açıp orada bir şeyler çiziyordum. Lisede hiç böyle güzel bir arkadaş grubum olmadı. Hiç çıkma teklifi almadım mesela. Oysa ki güzel gördüklerini söylerlerdi... O dönemlerde yani lise dönemlerimde yürüme dengem bozulmaya başladı. Çevremdekiler “Ebrar senin yürümende bir tuhaflık var” dedi. 8. sınıfta annem beni zorla dershaneye gönderdi. İyi bir lise kazanayım diye. Dershaneye yalnız gidiyordum. O zamanlar yalnız gidip gelirken bir şey olacak diye korkmaya başladım. Uzun mesafe yürümekten korkuyordum istemsizce. Demek ki sinyalleri ilk önce içimde hissetmişim. Zamanla daha fazla dengesiz yürüdüm. Yani yürüyüşümden fark ediliyordu bir şeyler. İnsanlar arkamdan çok dalga geçti. Sarhoş gibi yürüyormuşum.
Hani ben yürüyorum ya arkamdan konuşuyorlar ve ben duyuyorum… Yalnız yürümekten ve düşmekten korkuyordum.
Düşmekten de korkuyordum. Lisede beden dersinde koşturuyor ya öğretmenler. Ben çok zorlandım. Sonra doktora gittik ve teşhis konuldu: Friedreich ataksisi.”
KOL KOLA ÜNİVERSİTE EĞİTİMİ VE SANDALYEYLE İLK TANIŞMA
Üniversite zamanlarında birinin koluna girmeden rahat yürüyemediğini ifade eden genç yazar, ilk zamanlar kuzeninin sonrasında da arkadaşlarının koluna girerek eğitimine devam edebilmiş:
“Teşhis konulduktan sonra çok araştırdık. Ama tedavisi yoktu. Hiçbir zaman da duymadık. Hastalığım ilerlemeye devam etti. Bir dönem kara kalem kursuna gittim. Liseden mezun oldum. Amcamda da aynı hastalık varmış ve o İzmir’de hukuk kazanıp gitmiş. Ama orayı okurken hastalığı çok ilerleyip bitirememiş. Benim de her zaman kafamda dönen bu düşünce olduğu için 4 yıllık bir okul okuyamam gibi geldi. Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi (KMÜ) Teknik Bilimler Meslek Yüksekokulu Mimari Dekoratif Sanatlar Bölümü’nü okudum. O zamnaların gerçekten çok zor geçti. Birinin kolundan tutmadan yürüyemiyordum artık. Bu yüzden bir kuzenim vardı. Onun okulu yoktu ve bir süre bana eşlik etti. Koluna gireceğim bir arkadaş bulana kadar benle hergün okula gidip geldi. Arkadaşlık konuları da biraz karışık. Yanımdakilere arkadaş gözüyle bakmıyorum da bana yardımcı olacak birisi gibi bakıyordum. O zaman da o kişiyi arayışım benimle arkadaş olacak birisi değil de acaba bana yardım eder mi? Düşüncesiydi. Öyle birini aradım, öyle birini buldum. O şekilde okula devam edip, bitirdim. Sonrasında evde oturdum 2 yıl. Hiç çalışmayı düşünmedim. İmkansız gibi geliyordu bana. Keşke öyle düşünmeseydim. Yine çok korktum. Çalışmaktan korktum. Hastalığım ilerlerken bir yandan İstanbuldaki ablamı ziyarete gittik. Onlar dışarı çıkıp geziyorlardı. Ben o kadar yolu yürüyecek halim yoktu. O yüzden çoğu zaman evin içinde kaldım. O dönem çok zorlandım. Ablamın bir arkadaşı var İsviçre'de. Ablamla konuşurken benim durumumu anlatmış. O da benim hayatımı kolaylaştırmak için akülü sandalye hediye aldı. Sonrasında hayatım çok kolaylaştı. Sandalye geldikten sonra çok rahatladım ama Karaman’a götürüp asla kullanmam dedim. Çünkü Karaman küçük bir yer. Ve herkes her an tanıdığım birini görebilir ve onlar bana ‘aaa Ebrar sana ne oldu?’ diyebilirler. Bu düşünceden çok korktuğum için. Kullanmam dedim. Karaman’a döndük. Bir süre evden çıkmadım. Sonra küçük küçük markete gitmek istedim. Sonra da durumu kabullenmeye başladım. Ben hatırlamıyorum ama kuzenlerim o zamanlar için hiç fotoğraf çektirmek istemediğimi söylüyor. Belki birileri görür, belki kötü olur diye düşünüyordum. Zamanla alıştım ve kabullendim.”
OKUMAKTRAN NEFRET EDEN BİR YAZAR
Okumayı hiçbir zaman sevmediğini hatta nefret ettiğini anlatan Ebrar Hanım, kitap çıkarma sürecini şu şekilde anlattı:
“Benim yazı yazmaya başlamam çok ilginç. Sosyal medyada platformunda ünlü birisi vardı. Takip ediyordum. Çok saçma ama ben ona platonik aşık oldum. Ona her gün bir şeyler yazıyordum. Sonra çok fazla yazmaya başladım. Okumayınca daha çok yazmaya başladım. Zamanla mesaj kutusunu günlük gibi kullanmaya başladım. Günüm nasıl geçti onları yazıyordum. Hikayeler yazıyordum. Duygularımı yazıyordum. Üzüldüğüm bir olayı yazıyordum. Bazen bana komik gelen hikayeleri yazıyordum. Hiçbir zaman cevap gelmedi tabiki. Yazmak çok eğlenceliydi... Adamı o kadar yakından takip ediyordum ki tanışmıyorduk ama çok iyi tanıyordum. Düşüncelerini, hareketlerini, konuşmasını. Neyi nasıl düşündüğünü anlayabiliyordum… Aslında bu ilk şöyle başladı. Fenomen olduğu için zaman zaman kötü mesajlar alıyor ve bunu söylüyor. Ben de istedim ki. İyi biri olarak gördüm ya onu. İyi bir şey yazayım. İyi bir şey görsün. Kötü yorumlardan bahsederken benim ona yazdığım iyi yorumlardan bahsetmedi. Bu durum biraz sinirimi bozdu benim. Madem öyle dedim. Madem görmüyorsun daha fazla yazayım… Her gün her şeyi yazdım. Yazarken de gerçekten çok eğlendim. Günlük yaşantımda aklıma ne gelirse oradaydım ben… Sonra bir süre sonra sevgilisini paylaştı. Bu defa kıskanmaya başladım. Yazdıklarımı sildim. Küstüm. Sonra yeniden yazdım yine sildim falan… Yazmaya da tam olarak böyle başladım. Ben normalde kitap okumayı sevmiyorum. Nefret ediyorum hatta. Uzun yazı okumayı hiç sevmiyorum.
Ama ona yazdığım mesajlar böyle çok uzun oluyor… Zamanla bir farkettim ben bu çocuğa çok eğlenceli şeyler yazmışım. Bir süre sonra kuzenim bir organizasyon yeri açtı. Bazı zamanlar dükkanda oturmaya gidiyordum. Yanıma bir defter aldım. Boş kaldıkça yazmaya başladım. Yazdıklarımı okuyunca çok beğendim ve uzatmaya başladım. Çevreme okuttum onlar da çok beğendiler. Kendi hayatımdan kesitler yazmaya başladım. Mizah dolu hikayeler.
Bence benim hayatım çok komik. Bir dönem bir kuzenim diğerine ‘Ebrar ölse biz ne yaparız?’ Demiş. Bunu duyunca yazdıklarım kalıcı olsun, aileme birşey bırakayım dedim ve kitap çıkardım… Ama bir yandan da aklıma şey geldi belki ünlü olurum ve onunla tanışırım… Sonuç olarak kitap çıkardım ama ünlü olmadım. vKitabı çıkaralı 3 yıl oldu. Tamamen kendi imkanlarımla bastırmıştım. 2. Baskısının yapılmasını çok istiyorum. Hediye edecek tek bir kitap kalmadı çünkü. Ama öyle bir maddi gücüm yok maalesef. Çünkü fiyatlar çok yükselmiş… Yeni kitap için de ara ara ve parça parça yazmaya devam ediyorum ama bu bir süreç. Yeni kitap için girişimde bulunana kadar. 2.baskı yapılsın istiyorum.”
Ebrar en çok zorlandığı konuyu şu şekilde açıklıyor:
“Benim hastaneye gitmem gerekiyor. Kendim gidemiyorum annem yardımcı olamıyor. Annem yardımcı olamıyor çünkü ileri derece mide kanseri ve çok fazla ağrıları var. Çok hareket edemiyor Günün çoğunu evde yatarak geçiriyor. Babam evde abimle ilgileniyor. Ablam var ama onun 3 çocuğu var ilgilenmesi gereken. Yardım isteyecek kimse kalmadı. 28 yaşındayım ve yardıma ihtiyacım oluyor. Benim yaşımda insanların evleri eşleri çocukları, işleri var. Yanımda maaşla bana yardımcı olacak biri olsun çok isterdim ama öyle bir gücüm yok. Bunu hep hayal ettim. Yurtdışında devlet bu imkanı engelli bireylere sunuyor ama maalesef bizde böyle imkanlar yok. Dışarı tek başıma çıkmak zorunda kalıyorum ama bu konu beni biraz zorluyor. “
