Unutmadık, unutturmayacağız… Diyoruz amma?
Sanki bazı şeyleri unutuyor gibiyiz, ya da farkında değiliz, kale almıyoruz, umursamıyoruz belki de. 15 Temmuz gecesi neden yaşandı sorusunun cevabı 14 Temmuz ve öncesinde vuku bulan kimi meşum ve nekbet haller kadar 16 Temmuz’da sürdürülen acı ama gerçek olan gidişatın içerisinde mahfuz birazda.
Kastım sadece 16 Temmuz günü değildir elbette. O günle birlikte bugüne dek kendi mecrasında evrilen ya da fabrika ayarlarına bir türlü dönmeyen dönemeyen yaşantılarımız. İnanıyorum ki yazıyı baştan sona okuyunca bana hak vereceğinizden hiç ama hiç şüphem yok.
O geceyi başımıza geçirmeye yeltenen kahpelere, hainlere, sahtekârlara, mukaddesat düşmanlarına verilecek tek bir cevap vardı ki onu da necip Türk Milleti sabaha kalmazdan evvel bütün dünyanın gözü önünde filhakika söyledi zaten.
Fakat bir gerçek var ki o geceyi İstanbul ve Ankara’da yaşayanlar tabiri caizse “soğanı kıyarken hüngür hüngür ağlayanlardan olmuşken, biz ise uzaklarda yerken gözü yaşaranlar olduk.” Onların birçoğu ya elbiselerini süsleyen pıhtılaşmış kanlarıyla şehit olup Rab’lerine döndüler; ya da üzerlerine sinen vatan toprağıyla gazi olup evlerine döndüler. Bizimkisi meydanları hınca hınç doldurup yüzümüzden düşen bin parça halimizle dualar edip, karanlığa hamasi sözler savurmaktı belki de. Olsun, bitaraf olmaktansa zulmün bertarafı için olunması gereken taraftaydık vesselam.
Şimdi gelelim asıl meseleye.
Nasıl ki o karanlık gecede insanlar, vatan için yalın ayak sokağa koşanlar, evinde kös kös oturanlar, yutkunarak gözyaşı dökenler, darbenin seyrine göre tavır takınanlar, ayakta kalakalmış vaziyette hayırlı bir haber bekleyenler, ardına yaslanıp okyanus ötesinden yana rüya görenler vs. vs. şeklinde saflara, guruplara, bakışlara ve düşüncelere ayrılmış ise ne hazin ki 16 Temmuzla birlikte yeni yeni, değişik, alengirli, garip, tuhaf, ilginç ve enteresan yaşam biçimleri çıktı karşımıza.
Ne var ki Fetö denilen bu hain yapılanmanın okulları, dershaneleri, bankaları, dernekleri ve de birçok mensubu devlet kanalıyla elinden alındı. Ama bir şey var ki ne yapıldıysa, ne yaşatıldıysa, hangi yola başvuruldu ise bir türlü geri alamadığımız, çocuklarımız, gençlerimiz, kadınlarımız ve erkelerimizi hala alamadık ellerinden.
Ne mi demeye çalışıyorum. Fetö tetrör örgütüne bir şekilde bel bağlamış, parasal destek sağlamış, sempatizanı olmuş, ya da yöneticisi olmuş her neyse… Onca görevden almalara, hapis cezalarına, işsiz bırakmalara, iş vermemelere ve de toplumsal tecrite rağmen tövbe edip de geri adam atanların sayısı bir elin parmaklarını geçmedi geçmeyecek.
Öyle ki bulanmış zihinleriyle darbe öncesi devleti düşman bellemişken darbeyle birlikte iyiden düşman bilir oldular ki benim varmaya çalıştığım şey bu değil elbette. Tabi ki ahmaklık bunların hepsi de… Benim derdim yıkanan beyinleriyle kaptırdığımız bir nesil ne acı ki geri adım atmıyor ve gizleseler bile hala zihinleri, gönülleri fetö denen lanet örgütün kıskacında.
Ahmaklıkları yüzünden malından, ailesinden, vatanından, işinden, özgürlüğünden, ruhsal yapısından ve sağlığından olan bu kişiler devletin uzattığı merhamet eline dönüp bakmadığı gibi, çevresindeki binlerce kişinin çağrısına da kulak tıkayıp avdet etmekten uzak durmaktalar.
Yani...?
Yanisi şu. Geçmişte yapılan hataların, boş vermişliğin ya da aldanışın faturasını geri gelmeyecek 248 şehitle, binlerce gazi ve de beyni yıkanmış yüz binlerce çocuğumuzla, gencimizle
ödedik. Bir kez daha benzer faturaları ödememek için 16 Temmuzlardan tezi yok aklımızı başımıza devşirmenin zamanı geliyor da geçiyor bile.
İşte bu yüzdendir ki şu sağda solda ben de meydandaydım selfileri ile ya da bende sizdenim ayaklarına Reis temalı paylaşımlar ile sosyal medyada göz boyamayı;
Yanı başınızda anne babanızın elini öpüp ondan sevap almak dururken güney doğulara kadar varıp falan şeyhten tövbe almayı;
Bunlar güzel kuran öğretiyor, bunlardan zarar gelmez deyip her kuran okuyanı ve okutanı sorgusuz sualsiz masum görmeyi bırakmadığımız sürece…
Benim mensubu olduğum dernek, sendika, vakıf, tarikat, kurum ya da kuruluş iyi niyetli bu yüzden oraya mensup olan, gelen, uğrayan, selam veren ya da hayır hasenat bağışlayan herkes iyidir deyip kulağınızın üzerine yatmaktan;
Bize gönderilen Kuran’ı ve Peygamberi, namazı,edebi,ahlakı çocuklarınıza kendimiz yerine hep başkalarının öğretmesi için çaba sarf etmekten;
Sosyal medya da kutsal değerlerden yana söz ve yazı paylaşan herkesi istisnasız ahlak ve edep abidesi zannetmekten vaz geçmediğimiz sürece…
İnsanların malıyla, vaktiyle ve gerekirse canıyla ceht edişine bakmak dururken takkesinde, sarığında, cübbesinde keramet aramaktan;
Reis’in partisine oy veren, koşturan, Reis’in boy boy resmini paylaşan herkesi eşit görmekten, ne yaparsa yapsınlar haklı demekten, tanımıyorum diyerek hata yapanları görmezden gelip, yakınımız/tanıdığımız diyerek de yanlış yapanları korumaktan;
Günü kurtarmak adına muhafazakâr takılmaktan, mahalle baskısından çekinip dindarmış gibi davranmaktan, iktidara yakın adamlarla resim verebilmek niyetiyle oturup kalkmaktan beri durmadığımız sürece…
Küçük olan çocuğumuzu yaz kursuna, camiye, özel derse, filan eğitime; büyüğünü de üniversitelere gönderip arkasını aramamaktan,; oralarda her şeyin en güzelini öğrenecek zehabına kapılıp yanlış yerlerde olabileceğini hiç akledememekten;
Ya da evladımızı imam hatip okullarına göndermekle namaza başlayacağını, alim olacağını, dürüst olacağının, edep ve terbiye ile donatılacağının hayalini kurmaktan;
“Bizden olsun da çamurdan olsun”, “başı kapalı daha ne”, “temiz bir yüzü”,”ince bir sakalı var” gibilerinden adamsendeci olmaktan sıyrılmadığımız sürece,,,
Her sağcıyım diyeni dürüst her solcuyum diyeni de öcü bilip pirincin içerisinde beyaz taşlar atmaya devam ettiğimiz;
Adı Muhammed, Ayşe olsa da adımları müstağrip (batılılaşmış) olanları sorgusuz sualsiz Ayçalardan ve Kağanlardan daha değerli görmeye devam ettiğimiz sürece…
Oku diyen bir emir varken okumadığımız, ila nihaye Kuranda, sünnette ve Allah dostlarının hallerinde gerçek hayat nizamı açık ve seçik ortada iken kayıtsız şartsız, istişaresiz belki de… Şeyhim ne derse o, ağabeyler ne derse o, falan hoca efendi ne derse o, başkanımızın bir bildiği vardır elbet, hocam demişse vardır bir hikmeti” gibilerinden sorgusuz sualsiz her denileni yapmaya ve her söyleneni onaylamaya “baş başa bağlıdır başta falana” nevinden mankurt Müslüman olmaya devam ettiğimiz sürece…
16 Temmuzlarda zihnimizi, gönlümüzü, çolumuzu ve çocuğumuzu daha çok kaptırırız akıbetlerinden emin olmadığımız “Fetölere”,”Oktarlara”,”Kuytullara... Ve de devam ederiz “unutmadık, unutturmayacağız” diyerek kendimizi kandırmaya.