İnsanoğlu, hayatın ve hatalarının kendisine yüklediği sıkıntılar karşısında zaman zaman acizlikler yaşar. Bu acizlikler özellikle yalnız kaldığımız da çullanır üzerimize. Böylesi anlar demir atacağımız bir limanın arayışına iter bizi. Bu liman bir dostun o sıcak müşfik ve bedel istemeyen atmosferinden başkası değildir. Zira dost yaşamın tadıdır. Onunla paylaştığımız her acı ve her hüzün yeniden dirilmenin iklimine doğru adım adım yaklaştırır bizi.
Dostun dosta ihtiyacı vardır. Bir ayet diğer bir ayeti nasıl seyrederse öyle seyretmeli dost dostunu. Dostun yüzüne bakıldığında içimizdeki kara bulutların dağıldığını hissetmeliyiz. Karanlıklar kara yurduna çekilip gitmeli.
Dost az bulunur bir değerdir. Bu yüzden de çok kıymetlidir. Taşıdığı kıymet gereğince bu övülmüş meziyeti ayakta tutmak için karşılıklı sorumluluklar yükler dostluklar. Dost hem seven olmalı, hem de sevilen olmalı. Dost, dostunun yüreğinde ayırdığı kocaman coğrafya da serbestçe gezebilmelidir. Zira hayatın debdebesinin içinde nefes alabileceği mekanlar arar dostlar. Sıcak ve latif bir dostun sesini duymaya ne kadar hasret kalır insan. Sevinçler paylaşıldıkları zaman çoğalır gerçeği burada devreye girer. Zira çok sevindiğimiz veya çok üzüldüğümüzde bunu paylaşamıyorsak hiç yaşamamış gibiyizdir.
Bazen dostluklar önceliklerini kaybedebilir. Bu doğal bir sonuç da değildir üstelik Bir yürek dostlukları ağırlamaya müsait değilse ona yüklenen bütün sevgiler bir süre sonra geri dönecektir. Geri dönmesi ise nice ıstırapları yaşatır insana. Dostluk frekansını göndereceğimiz yüreğin sonsuzluğu ve sığlığı çok önemlidir bizim için. Zira yöneldiği şeyler bazen bir eşya, bazen bir menfaat, bazen de genlerinde taşıdığı ihanet duygusu olabiliyor. Ve Rabbimiz buyuruyor; “Doğrusu insan çok nankördür”
İonesco bir oyununda;
“Yaşadığımız dünya da, insanın ana gündemini eşya yığınlarının doldurduğundan, dünyada insana hiç yer kalmamasından söz eder”.
Maalesef önce yüreğimizi, beynimizi ve sonra da evimizi, mahallemizi, kısacası dünyamızı eşyalar doldurdukça, dosta ve dostluklara hiç yer kalmıyor. Dünyalık tutkuların oluşturduğu çekim merkezine kapılınca yürekler, artık karın doyurmayan ve gelir getirmeyen bir değer olarak tanımlıyoruz dostluğu.
Nesneler dünyası çoğaldıkça, insanın dünyası durmadan küçülüyor. Eşyaları konuşmaktan dostluklara sıra gelmez oldu. Herkes arabaların markasını, pahalı telefonların onların karizmasına kattığı 'şeyleri',' hülasa şeyleşmeyi' konuşuyor.
Hem sevgiyi hem de üzüntüyü paylaşabildiğimiz zaman bu paylaşım insanı hayata bağlar. Bağlandığımız bu hayat ebedi dosta ulaşmak adına yeni sayfalar açar durur hayatımızda.. Özellikle de dostları sevgiye şahit kılmak insanı daha da mutlu eder. Çünkü mutluluk ancak birileri ile paylaştıkça artar.
Fakat bu paylaşım bir dostluk içerisinde olduğunda hakikaten unutulmayacak bir anın resme dönüşümünü de sağlar. Bu resim ise bizim hayatımızın diğer alanlarında da etkisini yıllar yılı sürdürecek bir hatıraya dönüşür.
İnsan hem sevilmeyi ve hem sevmeyi kendi bütünlüğü içinde yaşamalı., Yaşanmış bilgilerin güzelliği ile ve o tecrübe üzerinden Allah ile ilişkisini sahih ve sağlam bir çizgiye taşıyabilir.
Karşılıklı sevginin yoğunluğu kişiyi ilahi sevgiye taşıyan bir antrenman mahiyetine bürünebilir. Bu çerçeve içinde sevilmek ve sevmek bizatihi ilahi sevginin doğasına yönelik tecrübe edinmenin bir imkânı da oluşturabilir.
Dostluklarda minnet asla olmayacak bir şeydir. Dostlukları ayakta tutan bütün eylemler de minnet duygusu yer almışsa orada dostluklardan söz edilmez. Dostluklarda alınan ve verilen her şey coşkuya dönüşmeli, minnete değil.
İnsan doğası gereği kendisine ilgili olan ve sevimli gelen bir başka ben ile yaşamaktan büyük bir haz alır. İşte dost bu ikinci bendir. Zira dostluğu kazanmak öyle kolay değildir. Dost olabilmenin yanı sıra dost kalabilmek büyük bir paylaşımı gerektirir.
Sevgiyi oluşturabilmek, gerektiğinde nedensizlik içinde karşılıklı ilişkiyi derinleştirmekle alakalıdır. Bu da yoğun bir çaba ve arzuyu ister… Buna vakti ve gücü olmayan dost olamaz ve kazanamaz da.
Sevgiyi sevip, düşmanlığa düşman olabilmeyi başarma adına ne kadar adım varsa atabilme umudu ile…
Hamit Zeki