Ne Alamancısı, ne gurbetçisi!
Bir milletin bağrından çıkmış, bugün itibari ile yurt dışında 7 milyonu bulan ve 70 yıllık geçmişi olan bu insanlara hala gurbetçi denmesine artık bir son verilmelidir.
1950’li yılların başında bireysel girişimlerle, daha sonraları gruplar halinde, 1957 yılında ise ilk 10 kişilik resmî stajyer kafilesi Avrupa’ya çalışmaya, o yılların deyimiyle gurbete çıkmışlardır.
İkinci dünya savaşından sonra işçi açığı oluşan Avrupa, özellikle Almanya, Türkiye ile 31 ekim 1961 yılında "Türk iş gücü" anlaşmasını imzalar. Çok sıkı, bir o kadar da insanlık dışı sağlık taramalarından geçebilenler çalıştırılmak üzere seçilirler ve gönderilirler. Bu işçi gönderme hadisesi 1973 yılına kadar devam eder.
1973 yılında Almanya’da çalışan işçi sayısı yaklaşık 2.6 milyondur ve bunun bir milyonunu Türkler oluşturmaktadır.
1980’li yıllara gelindiğinde sayıları iyice artmış özellikle ikinci jenerasyonun dahil olmasıyla dernekler, camiler açılmış, federasyonlar kurulmuş, bir çok dalda kendi işyerlerini kuran insanımız artık işçi değil işveren olmuştur.
Üçüncü nesiller ise yaşadıkları ülkelerin dilleri, ana dili olmuş, yüksek okullardan mezun olup her dalda başarılar sağlamışlardır.
Bu durumdan huylanan Almanya 1984 yılında çıkardığı geri dönüşe teşvik yasasıyla 290 bin Türk’ü ellerine üç beş kuruş vererek geri yollamışlardır. Buna benzer uygulamaları diğer Avrupa ülkeleri de zaman zaman uygulamışlardır. Avrupa ülkelerinden bir şekilde geri dönenleri de hesaba katarsak bugünkü nüfus on milyonun üzerindedir.
Yurtdışına giden Türk toplumu, anadillerini, dostluk, dayanışma kültürlerini, anavatana olan yüksek sevgi bağlarını koparmadan bulundukları toplumların, sosyal, ekonomik, siyasal ve kültürel hayatına katkıda bulunan, hukuk düzenine saygılı, komşuluk ilişkilerini gözeten Avrupa’da tek topluluktur.
Ne acıdır ki geçen bunca zaman diliminde Türkiye’de "gurbetçi-Alamancı", Avrupa’da yabancı muamelesine hep maruz kalmışlardır. Zaman zaman evleri yakılmış, işyerleri taşlanmış, camilerine, derneklerine molotoflu saldırılar düzenlenmiş, "Türkler Dışarı" pankartları yazılmış, anadillerinde eğitim, öğretimleri bile yasaklanmış, en zor ve pis işlerde Türkler çalıştırılmışlar, karşı gelenlere de kapıyı göstermişlerdir.
24 Aralık 1994 yılında Amsterdam’da benimde başkanlığını yaptığım Mescid-i Aksa camisi molotoflu saldırı sonucu tamamen yanarak kullanılamaz hale gelmiş, saldırıyı düzenleyenler ise hala bulunamamıştır.
Bu çilekeş insanlar yıllardır çalışıp kazandıkları birikimlerinin bir kısmını ya izin sıla yolunda ki yankesicilere, ya memleketlerindeki en yakınlarına, ya da sahte işbirlikçi aracı, holdingciler tarafından bir şekilde soyulup mağdur edilmişlerdir.
Adlarını da hala ısrarla birileri "gurbetçiler" olarak nitelendirmektedir.
Hem öz yurdunda "Alamancı", gavur ellerinde ikinci sınıf vatandaş; "Türk"...
Yazının devamı (Batı Avrupa Türkleri)