O gün sabah annemi son görüşümdü ve ben bunu çok sonra fark ettim. Sabah kalktığımda her zamanki gibi elimi yüzümü yıkayıp, en sevdiğim kupama vakit kaybetmemek için sallama çay yapıp, pijamalarımı da değiştirdikten sonra masama tam oturmuştum ki annem uyandı ve kahvaltıyı hazırlıyorum diye seslendi. Zaten ben ne zaman erken uyanıp ders çalışmak istesem o da erkenden kalkar; annem nasılsa erken uyanıyor diye ders çalışmaya başlamasam o gün öğleye kadar uyurdu.
Bir sinirle masamdan kalktım ve aynı sinir yavaş yavaş azalırken kahvaltımızı yaptık. Tam karşımda oturuyor her zamanki gibi bir yandan kahvaltısını yaparken bir yandan da televizyon izliyordu. Onun bu haline o kadar çok alışmıştım ki artık dikkat bile etmiyordum ne yaptığına. Sanki her karesini ezberlediğim bir filmi tekrar izlerken detaylara dikkat etmemem gibi annemin de ne yaptığına dikkat etmiyordum. Ama o günün ayrıntıları o ezbere bildiğimi sandığım sahnede saklıymış. Kahvaltımızı yaparken o gün ne yemek pişirileceği, temizlik yapılıp yapılmayacağı gibi günlük şeyleri konuştuk. O gün temizlik yapamazdım çünkü arkadaşlarımla buluşacaktım. Hani o çok mühim (!) toplanmalar vardır ya onlardan biriydi bu buluşmada. Annem de “Ben de biraz hasta gibiyim, o zaman yarın yaparız temizliği” deyince geriye bir tek yemek kalıyordu onu da ben ikindin eve gelince yaparım dedim.
Sıradan bir günde olduğu gibi ev işlerini bitirip anneme son kez sarılıp öptüm ve evden çıktım. Sanki bir şeyleri hissetmiş gibi yarı yoldan geri döndüm, ayakkabılarımı çıkarıp içeri girdim, annemi yeniden öptüm ve kendini yormamasını, ben gelene kadar dinlenmesini söyledim. Eve dönerken uzaktan gördüğüm evin önündeki kalabalık beni şaşırtmıştı ama böyle bir şeyi aklımın ucuna getirmemiştim. Zaten insan ne zaman düşünür ki sevdiği birini kaybedeceği anı. Ben de hiç düşünmemiştim.
Evime yaklaştıkça ağlama sesleri geliyordu. Kalbim bir yandan hızla atmaya devam ederken bir yandan da komşumuz Mehmet amca hastaydı acaba ona mı bir şey oldu diye kendimi telkin etmeye çalışıyordum. Ama kaçınılmaz sonu kapının önünde teyzemin ağlarken bana sarılmasıyla anladım.
O an kavrayabildiğim tek şey vardı o da ölümün habersiz geldiğiydi. Her gün gördüğüm insanlara sarılmak ya da onları sevdiğimi söylemek önceleri anlamsız gelirdi. Sanki hiç yanımdan ayrılmayacaklarmış gibi hissederdim ama şimdi herkes her an gidebilirmiş gibi geliyor. Avcumun içindeki kuşu çok sıkarsam ölecek, avcumu açarsam bırakıp gidecek gibi geliyor. Belki de bu yüzden en yakınını toprağa veren herkes orta yolu bulmaya çalışırken ya çevresinden uzaklaşır ya da onları avucunun içindeki kuş misali sıkarak öldürür…