En az okumak kadar değerlidir, yazmak da.
Sözlerine hayat vermenin kalıcı bir yoludur yazmak.
Yazabilen insan kendisine ve bulunduğu zamana söyleyecek sözü olan insandır aslında.
Yazmak isteyen insan, esasında hayata dair sorguları olan ve anlam arayışı içerisinde olan insandır.
***
Zaten insanın da donanımsal varoluşuna yakışan da hayatını sorgulaması ve anlam araması demek değil midir?
Özüne inerek, sırrını keşfederek ve kendini bilerek farkındalığının zirvesinde hayatını zenginleştirmesi gerekmez mi insanın?
Hem sorgulamayacaksa insan, sahip olduğu o aklı nerede kullanacak ki başka?
Hem hissetmeyecekse insan, ruhunda taşıdığı vicdanı nerede kullanacak ki başka?
***
Öncelikle kendinin farkında olmalı insan.
Düşünebilen ve hissedebilen bir varlık olarak sorgulamanın ve duygulanmanın keyfini sürebilmeli. Diğer varlıklardan üstünlüğünü hissetmeli ve bu üstünlük vasıflarını sonuna kadar kullanmalı. Ama bu vasıfları “insan”a yakışır şekilde kullanıp kendi türüne veya diğer varlıklara zarar vermek için değil, kendini ruhen yüceltmek için kullanmalı.
Evet, yücelmeli ve yücelmeyi bilmeli insan.
Bu yüzden insafını kaybetmemeli.
İnsafını kaybettiği nokta, düşünce yetisinin artık işlevsizleştiği noktadır aslında.
Bu yüzden ölçülü olmalı.
Ölçüsünü kaybettiği nokta, vicdan terazisinin artık şaştığı noktadır aslında.
Bu yüzden sözü olmalı insanın. Kendine ve hayatına anlam katacak anlamlı sözleri… Bu sözleriyle insafına istikamet vermeli, vicdan terazisini her daim cilalamalı. Nitekim sözünün bittiği nokta, manevi olarak da nefesinin bittiği noktadır aslında.
Bu yüzden yazmalı insan. Yazdıklarıyla ruhuna nefes vermeli harf harf.
Hayatına anlam katmalı, kelime kelime.
Yüceltmeli kendini cümle cümle.
İnşa etmeli kişiliğini paragraf paragraf.
Nitekim mürekkebinin bittiği nokta, hayata dair izlerinin silinmeye başladığı noktadır aslında.
***
O yüzden yazmak hayattır, hayat yazmaktadır...