Daha dün gibi. İnsan geriye dönüp hatırlamak bile istemese de 15 Temmuz gecesi milletin yüreğinde açılan o yara kapanacak gibi görünmüyor. Belki de kapanmaması daha iyi kim bilir. Kelam ilminde “Keşke” diye bir şey yoktur. Varsa yoksa yaşananlardan hem dünyamız hem de ahretimiz için olabildiğince payımıza düşen hisseyi alabilmek vardır. 15 Temmuz 2016 tarihi hiç kuşku yok ki her haliyle üzerinde düşünülesi, yazılar yazılası ve dersler çıkarılası bir zaman dilimi. O gece tabi olduğumuz imtihanın farkında olup haddini bilerek vatanı, şerefi ve namusu için ardına bile bakmadan karanlığa koşanlara; hele ki bam başka bir güneşin doğuşuna vesile olanlara selam olsun. Ne var ki bu geceyi nefsi için nemalanacağı bir tarih olmaktan öteye götüremeyen zavallı zevatın da canı cehenneme. Ne diyelim.
Bu galiz ve haince ortaya konulmuş hadisenin müsebbibi olduğuna gönülden inandığımız başta o fetö denen alçak olmak üzere, içeride ve dışarıda onun dümen suyuna giden, meydanda sureti haktan görünüp tenha da üzerlerine boy boy kahpelik elbisesi uyduran her kim varsa lanetliyoruz elbet. Dahası bu ve benzeri birçok hadiseyi ülke ve millet olarak sırf mensubu olduğumuz dini mübin-i İslam’dan ötürü bize reva gören -Amerika’sından İsrail’ine varana dek bütün pespaye zihniyetlerin- hak ile yeksan olması niyazımızdır vesselam.
Yıl 2007…
“Tehlikenin farkında mısınız…?” diye bir spot çıkardı bir takım televizyon ekranlarında ve dahi kimi gazetelerin arka sayfalarında. Sözüm ona malum bir basının bir zamanlar kullandığı ve millet olarak hepimizi irite eden o çirkef kokan argüman. Neydi o tehlike dedikleri şey? Tabi ki bizdik. Müslümanlardı. Eşi başörtülü birisinin Cumhurbaşkanı olacak olmasıydı. Hani bir söz vardır. “Uzağı göremeyen tuzağı göremez” diye. Biz onurumuzla ve şerefimizle yaşayanlar olarak hiçbir zaman tehlike olmadık ama bir şey vardı ki asıl kendisi tehlike olanların tehlikesine de ne yazık ki 15 Temmuz gecesi mermiler başımıza yağana dekte uyanamadık. Uzağı ve de tuzağı göremedik...
Yıl 2016…
Bizi tehlike görenleri düşman belleyip yanı başımızda duran ve yıllarca bu topraklarda gözümüzün içine baka baka bizi gün gün çürütmenin derdinde olmuş bir zihniyeti sırf dünyevi menfaatler uğruna görmezden gelişimiz ne acı. Hepsi birer zeka ve kabiliyet küpü olan, bu ülkenin en zeki çocuklarının İbni Sina, Mimar Sinan, Fatih ve Abdülhamit olacak iken yıkanan beyinleri sonrası yok olup gittidiğine mi yanalım; yoksa daha beteri o çocukların bize silah doğrultan birer terörist olduğuna mı. Daha düne kadar çocuğum okusun da adam olsun demenin iyi bir yerde görev alması olmaktan öteye gitmediğini umarım hatırlarsınızdır. Oysaki okumakla kurtulunmadığını dahası teslim ettiğiniz yerin ne olduğuna bakmadığınız sürece, değil dünyasını ahretini de heba edebilecek olduğunu ne yazık ki acı bir tecrübe ile yaşamış olduk.
Diyeceğim o ki gözbebeğimiz evlatlarımızın kalbinde asıl olması gereken imanı hiçe sayıp "dersle, enstrümanla, sporla, sınavla, başarıyla, madalya ve diploma ile süsleyip bize arz ederek şirin görünenlere" ne yazık ki 2016 yılının 14 Temmuz Sabahına kadar kayıtsız kalanlar olarak çok geç kalmamış mıydık. Bu adama çocuklarınızı teslim ederseniz İsrail’e uşak yetiştirirsiniz diyen Cennet Mekan Erbakan Hocamız'a kulak asmayışımızın nedametini yaşadığımız o 15 Temmuz gecesi “Adam haklıymış be” demek için de geç kalmış olduk ne yazık ki.
Yıl 2017…
Daha vahimi de ne biliyor musunuz? Sanki 15 Temmuz hiç yaşanmamış gibi hayatını sürdürme gayretinde olan bizlerin düştüğü durumdur daha vahim olan. O malum zihniyetin kumpas niyetiyle açtığı kurum ve kuruluşlar kaybolup gitti şükür. Ama beri tafta yıllardır bu ülkenin sahili selamete çıkması için çaba sarf eden vakıflarına, derneklerine ve birçok sivil toplum kuruluşuna “bugün bir şey yok ama yıllar sonra ne olacağı ne olmaz” diyerek saçma sapan bir hal ile şimdilerde uzak duranlara ne demeli acep. Aslına bakılırsa Perşembesi Çarşambasından belli olan bir zihniyetin yaptıkları yüzünden bütün dini kurumları, kuruluşları ve değerleri öcü gören ve göstermeye çalışan zavallılara ne demeli acep. Bizim dinden diyanetten uzak duruşumuzu def çalıp oynayarak izleyen güruhun ekmeğine yağ sürercesine, Kuran kurslarından, camilerden elini eteğini çeken zavallılara ne demeli acep.
Çocukları için aslolan şeyin vatan sevgisi olduğunu onunda ancak ve ancak imandan zuhur ettiğini öğretmeyi bugün bile akledemeyip hala okusun büyük adam olsun türküsünü söyleyenlere ne demeli acep. Yavrum işine bak, dersine çalış, etliye sütlüye karışma, kimseye de bulaşma demeyi nasihat zannedenlere ne demeli acep. Çocuklarını, kapanan dershanelerin(şükürler olsun) ne yazık ki yerini alan ve apartman köşelerinde mantar misali büyüyen binlerce merdiven altı etüt salonlarına, özel ders mekânlarına kim olduğunu bilmediğimiz ama branşında iyiymiş deniliveren insanlara teslim edenlere ne demeli acep. Tenezzül edip evladının üniversite okuduğu şehirde kiminle, nerede kaldığına bile bakmayan, ardını aramayıp bir tek kayda ve mezuniyet programında gelmeyi ebeveynlik yaptım sananlara ne demeli acep.
Hadi onların ki cahillik diyelim. Pek ala dost meclislerinde dergahta, bargahta, medyada ve dahi her yerde malum zihniyete ancak küfreden ve küfretmekten öteye gidemeyen akil adamlara ne delmeli. Bu vatanın evlatları geçmişte birileri tarafından heba edildi. O heba edenler ki bu şer niyetleri için malını, parasını ve zamanını harcayarak girdiler çocuklarımızın kanına. Öyleyse bu çocuklara sahip çıkmak boynumuzun borcu ve bende malımdan, paramdan ve zamanımdan harcamalıyım demeyen diyemeyen okul müdürlerimize, öğretmenlerimize, imamlarımıza, esnaflarımıza, yöneticilerimize, annelerimize ve babalarımıza ne demeli acep. Hayırlı olsun lüks evlere ve son model arabalara para bulurken bu milletin evlatlarına üç kuruşu çok görenlerin ömrü(!)
Çocuğunu ya da öğrencisini karşısına alıp: “Bak yavrucuğum doktor ol, mühendis ol ne olursan ol ama önce Allaha kul, vatanına hizmet edecek şerefli bir insan ol. Bak Kuran ne diyor. Bak Peygamberimiz nasıl yapmış. Ceddin Alparslan, deden Fatih nasıl yaşamış anlatayım sana. Beraber okuyalım, beraber kılalım ve beraber yaşayalım 15 Temmuz’u 15 Temmuz yapan o iman denen güzelliği demek yerine; saatlerce tuzaktan kumandanın, cep telefonunun, hülasa tatilin, eşyanın, sosyal medyanın esiri olmuş caka satma telaşındaki anne ve babalara, velhasıl çocuklara örnek olacağı yerde gelir gider hesabı yapmaktan önünü göremeyen gününü gün edenlere ne demeli acep.
Daha birçok şey söylenebilir, yazılabilir belki. Bugün yine meydanlarda olacağız. Nöbetler tutup dualar edeceğiz. Bizi bu günlere getiren o meyus zihniyeti her türlü kınayacak ve lanetleyeceğiz elbette. Ezgiler, marşlar, Ezanlar ve Kuranlar eşliğinde o geceyi, o gece şehit olanları ve gazilerimizi yad edeceğiz. Tabi nöbet tutuyormuş gibi yapan, mış gibi duran, dahası meydanlarda selfiye çekip niyet okuma derdinde olanları saymazsak. Ama on altı temmuzdan bu yana devam eden vurdumduymaz halimiz on dört Temmuz’dan ders almadığımızın resmi gibidir sanki. Hani Ağustosla beraber yine bilindik yaşantılarımıza devam edeceksek ne kıymeti kalacak başımıza gelen bu hadisenin. Mevla başta Cumhurbaşkanımız olmak üzere bu ümmetin kabul olunmuş duası olan idarecilerimize uzun ömürler versin. Rabbim bizleri haddini bilenlerden, hadsizlere haddini bildirenlerden ve de akledebilenlerden eylesin. Amin.