Her devlet, devletleşme sürecinde birçok alanda rekabete girmiştir. Rekabet, karşıdaki devletin gücüne bağlı olduğundan, kendi bünyesinde bir devletle boy ölçüşebilmek tabii ki doğru bir yol izlemeyle, stratejiyle mümkündü. 1789 Fransız İhtilalinden sonra devletler kutuplaşmış ve bir sömürgecilik anlayışı başlamıştı.  Fransa’nın, İngiltere’nin, Rusya’nın da bir araya gelerek oluşturduğu İtilaf devletleri, bu sömürgeciliklerini her yerde gösteriyorlardı. Milliyetçilik akımının da kendini hissettirmesi üzerine, itilaf devletleri rekabet halinde olduğu devletlere karşı planlarını bir bir devreye sokmakta gecikmedi.  
Osmanlı bir imparatorluk muydu, değil miydi, hâla günümüzde de tartışılan bir meseledir. Birçok farklı milletten insanı içinde barındıran devletlere imparatorluk adı verilmiştir. Tabii ki bu kadarla sınırlı olmayıp, imparatorluk adını alan her devlet için bu adlandırma paha biçilemez bir şey olmakla birlikte, diğer devletler üzerinde de söz söyleme ve yaptırım gücüne sahip olması önemli bir durumdur; fakat bu adlandırmanın olumlu tarafları olduğu gibi olumsuz tarafları da vardır hiç şüphesiz. 
Fransız İhtilali ve milliyetçilik akımının tüm devletler üzerinde etkili olmaya başlamasıyla insanlar özgürlük, eşitlik gibi fikirlere uyanmış ve insanlarda ötekileşme başlamıştır. Bunun sonucunda da Osmanlı devleti böyle bir adlandırmanın bedelini ödemek zorunda kalmıştır. Osmanlı devleti henüz devletleşme sürecini tamamlayamamış bir beylikken, Selçuklu devletinin varisi olarak görülmekteydi. 
Yaşanan her talihsiz olay, yaşanacak her olumlu olaya gebedir. Özellikle devletler tarihinde bir devletin yıkılması olumsuz bir olayken yerine kurulacak olan devlet için aslında olumlu bir gelişmedir. “Devletin talihi olur mu?” diye bir soru gelecektir akıllara. Her devlet kendi kaderini kendi belirler bir bakıma. Osmanlı devleti, Selçuklu devleti gibi güçlü bir devletin varisi olmak ya talihle açıklanabilir ya da şansla. Tabii ki Selçuklu devletinin yükseldiği yerlere yükselebilmekse Osmanlının başarısına bağlıdır. Başarı talihle bir araya gelince önü alınamaz işlerinde gerçekleşememesi düşünülemez. Osmanlı devleti de 600 yıl ayakta kalarak böyle bir düşüncenin hakkını vermiştir. 
Osmanlı devleti yaptığı her işle adını tarihe yazdırmayı başarmıştır. Her attığı adım her aldığı karar gerek kendi imparatorluk döneminde gerekse şuanda Türkiye Cumhuriyeti devleti üzerinde yeterince rol oynamaktadır. Tarih olmakta talih işidir aslında; çünkü dünya üzerinde birçok devlet kurulmuş ve yıkılmıştır. Kimisi adını duyurabilmeyi başarmış, kimisi ise duyuramadan tarihe gömülmüştür. Osmanlıyı Osmanlı yapan insan gücümüydü, yoksa iman gücü mü? Onu tarih yapan güç neydi? Bunun için tarihe adını altın harflerle yazdırabilmek ya ardı arkası kesilmeyen bir başarı ile mümkün olabilir ya da talihli olmakla…