“Yokmuşum gibi…
Var olan sizlere merhaba.
Yokluğun sesini duyamazsınız ki…
Kaldı merhaba; bastığınız ayakaltı kaldırımlarda.
Yazık, ziyan oldu sinemde heyecan…
Yazık, ziyan oldu dudaklarımdan dökülen o selam…
Başımın sol yanını tırmalayan bir ağrı, yüreğimi, ruhumu çalkalayan bir öfke, gönlümü yoran nice yarım kalmış cümle saf tutmaya başladı satır satır. ” dedi ve kapattı pencereyi kalın perdeleri çekti artık yalnızdı gecenin karasına dahi sitemliydi o gece… Ahşap pencerenin köşelerinden inceden soğuk sızıyordu odaya, yaprak hışırtıları duyuluyordu bir de anlam veremediği heyecandan kaynaklı sık aldığı nefesinin sesi… Sandalyesine oturdu kalemine verdi kendini.
Çayın tadı yok artık, kahvenin de köpüğü tutmuyor. Payımıza öfke düşüyor, gönülden selamımız; buruk tebessümlerde kalıyor. Aynalara yansıyor kasvetli bakışlarımız.
Öfkenin ruhu dinç tuttuğunu, özgüvene güç kattığını duydunuz mu? Muhabbetin taze tuttuğu, ruhun gücü; öfkeden de nasibini aldıysa değmeyin keyfine. Gücüne güç katmıştır, o damarı yakaladıysa. Yüce kudret sahibi Allah’a tevekkülü samimi ise besler kendini adım adım… Duruşunda; kibirden sarhoş olmuş beyhudelere; kafa tutacak kadar vakar vardır
Geçmiş ensede bir gölge edasıyla; hançer! Uyku firari! Öfke taze, Umutlar baki!
Öfkeyi dizginlemek de gönülde ki heyecana bağlı. Öfkenin heyecanı deyip de savurmamak gerek kendini. Ah şu kalemin bir ayarı yok yine bir çelişki… Olsun farkındalık güzel, farkında olmak öfkenin, aşk dediğimiz muammanın, sevdanın, özlemin ve tutkunun farkında olmak ne güzide bir hâl…
Duyguları yaşamak iliklerine kadar, kendi yağında kavrulmak, burnun sürtüle sürtüle olgunlaşmak, hayatı içmek kana kana... Acısıyla tatlısıyla şükrü edasıyla, tövbesiyle farkında olmak, yaşamak bu olsa gerek… susarak, tevekkül ederek yerine göre acıta acıta yerine göre merhametle yaşamak. Gönül bazen faşist eylemlerde bazen en masum hülyalarda ve sevdaya dair her şeyi inkâr ediyordu büyük cesaretle haykırıyordu sessiz malikânesinin duvarlarına Hayır yalan söylüyorsunuz sevmek, muhabbetle bakmak gözlerine ve özlemek yalan, külliyen yalan. Ne kadar sadıksınız ki sevdadan bahsediyorsunuz? Nefretin samimiyeti; o duyguları yendi. Aklına geldikçe o kasvetli bakışlar, gönlünde ki çelişkiler susmuyordu.
Ah ne güzide hatırı olan,
Ne naif bakışlar öyle,
Acımasız, umursamaz tavırlarına
Nispet âdeta o tebessümün
Ah Sevgili aç kapılarını
Boş lakırdılardan uzak çekilelim inzivaya.
Sabahattin Ali’nin dediği gibi “…ben dünyadan ziyade kafamın içinde yaşayan bir insanım .”
Aklından birçok karakter geçiyordu, kimi karaktere kalın kaşları çatılırken kimine manasız tebessüm mimikleri eşlik ediyordu çehresine. Toparlayamıyordu heyecanını bu keşmekeş halini özetlemeye…
“Aynaya bakar mısınız lütfen? Birbirinize çok benziyorsunuz! İki ayrı beden, tek ruh gibi…”
Kalemini defterinin sol tarafına bıraktı; sandalyesinden doğruldu, ahşap pencerenin perdesini araladı, rüzgârın sesi, zeytin ağaçlarının yapraklarının oluşturduğu hışırtı, huzur veriyordu. Derin bir nefes aldı heyecanını yatıştırmış olmanın vermiş olduğu gurur ile çalışma odasından çıktı.
Saat ikiyi bulmuştu, hırkasını yatağın ayak ucuna attı, başını yastığa koydu, dağınık gece karası saçları yastığı kaplamıştı. Öfkenin, hasretin ve aşk olan muammanın heyecanı ile uykuya daldı.