Kitaplıktan defterini aldı, sayfalar hıncahınç cümleler ile dolmuş, kapanmış o defter.
Saat gece yarısını geçti, Haziran sıcağı vuruyor pencereden. Gerdanından akan damla damla ter gecenin sessizliğini bozuyor. Uykular geceden uzak cümleler toparlanamıyor, boğazında kör düğüm…
Okumak için terekten aldığı kitabının sayfasını bu gece açamadı. Her yeni Roman yeni bir karakterle öz deşmek, kendini yeniden keşfetmekti… Bu gece yeni bir sayfa açamadı.
Klişe hikâyelerden çok uzaktı kafasının içinde ki dünyada barındırdığı hikâyeler. Soğuk, uzak, tuzak, heyecan, öfke, kırgınlık, kızgınlık, suçluluk. Gerçekti!
“Gerçeklerin bir gün ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu vardır.”
Tedirgindi, gecenin gerginliğine kahvesi eşlik ediyordu. Bitmeyen okumalar, sonu gelmeyen yazılar…
Yarım kalmış, yaşanmamışlıklar… Adını koyamadığı bir duyguyu üzerine mi çekiyordu yoksa kabullenemiyor muydu adı olmayan bu hikâyeyi.
İnsanların kalabalık varsayımlarını umursamıyor sadece kendine öz kelimelere odaklanıyordu her gece olduğu gibi…
Yaşanmışlıklardan cümle kurulmazdı ona göre. Hikâyeler yaşanmayan yaşanamayan yarım kalmış hislerden bir araya gelmez miydi?
Dağlardan taşlardan denizlerden rüzgârdan uçuşan yapraklardan tenine değen yağmur damlalarından toprağın sesinden besleniyordu kelimler.
Geçmişi, geleceği düşünmeden anda kalmak, anı yaşamak hikâyenin temeli bundan ibaret.
Yelkovan ile akrep kilitlenmiş, zaman ilerlemiyor bir an var. O anda takılı kalmış. Mutlak enerji izin vermiyor ve bunların her biri hayatın yaşanmışlıklarını bir araya getiriyor yani yarım kalan her şey; bir gülüş, bir öpüş, konuşulmayan nice konu yaşanmışlığa dâhil. Tek mesele kabullenmekte.
Mutluluğu, hüsranı, üzüntüyü, kırgınlığı, öfkeyi, ihtirası kabullenmekten ibaret.
Her yarım kalış hikâyenin temel konusu…
Sonu yok, üzgünüm…