“Bayrakları bayrak yapan üstünde ki kandır. Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır.”

Şair muhteşem bir söz etmiş olmakla birlikte tarihi yapanların yanında yazanların ki sadece bir tasavvur ve tasvirden öteye gidemeyecektir. Bu nedenledir ki tarihle ilgili yazı yazmak çok zor, tarihi yaşanmışlıkları algılamak ve hissetmek imkansız. Umarım kelimelerimizin kifayetsizliği, kefensiz yatan şehitlerimiz;  dedelerimizi, ninelerimizi, gençlerimizi, çocuk yaşta ki kınalı kuzularımız atalarımızı incitmez.
1071 Malazgirt’te Alparslan la başlayıp Anadolu’yu ve Rumeli’yi yurt yaparak İnsanlığı ortaçağ karanlığından kurtaran Fatih’ e, Çaldıranda Yavuzla başlayıp yedi kıtaya ayak basarak yakın tarihimize ulaşan II. Abdülhamit’e kadar  yirmi dört milyon metrekare toprağa medeniyetimizi taşıyan, adalet ve İnsanlık götüren milletimize karşı yedi düvel bir araya gelerek Malazgirt’in 1000 yıllık kininin, öfkesinin rövanşına kalkışmış ve Çanakkale de bir kez daha İman’ın kanında boğulmuşlar, karanlık denizlerin akıntılarına kapılmışlardır. Bakın ne diyor şair;
Dur yolcu! bilmeden gelip bastığın
Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın
Bir vatan kalbinin attığı yerdir.
Ne yazık ki bilmeden bastığımız, hatta ihanetle satmaya kalkıştığımız bu toprakların metre karesine 22 litre şehit kanı aktığını, 6000 mermi düştüğünü kaçımız biliyor ya da hatırlıyoruz! Yoksa mirasyediler misali şehitlerimizin kanını mı dondurmaktayız! Yedi düvele bir şans daha mı lütfetmekle meşgulüz! En önemlisi bir daha bu destanı yazacak İman ve kudretimiz, birlik ve beraberliğimiz var mı?
Milletlerin en asli görevlerinden birisi geçmişlerini bilerek, sahip çıkarak, ders alarak; geleceğe yön verebilmektir. Geçmişten günümüze ve geleceğe kültürel, mimari sanat eserleri taşımak, bilim ve teknolojide var olabilmektir. Bütün bunların sorumluluğu içinde bir İnsanımıza dahi Çanakkale ruhunu bu vesileyle hatırlatabilirsem bahtiyar olabileceğim düşüncesiyle haddim olmayarak tarihi yapanların manevi müsaadeleriyle, Şehitlerimize sonsuz saygı, minnet, şükran duyguları içinde yazma gereği duydum, sürç-i lisanımız affola! Maksadımız şehitlerimiz yâd ola, neslimiz ceddimizden haberdar ola, yedi düvelin 100 yıldır pusuda kinle, nefretle beklediğini, sissice kültür emperyalizmiyle, teknoloji transferiyle, bilim ihracıyla iliklerimize kadar nüfus ederek kanımızı kirletmek suretiyle post modern sömürgeler oluşturduklarından emin ola ve dahi bir çıkış için bir ola, iri ola, diri ola…
Çanakkale harbini destanlaştıran tarihçiler değil bizatihi harbi yapanlardır. Sekiz asırdır yeryüzüne İnsanlığın hâkimiyetini yerleştirmeyi görev edinmiş ve bu uğurda kanlarını ve canlarını bir gül bahçesine girercesine severek vermiş milletimizin çevresi şeytani ateş çemberiyle sarılmış Trablusgarp’tan, Balkanlardan çekilmek durumunda kalmış, kendi iç iktidar çekişmeleri de üzerine eklenince şer güçler tarafından “ hasta adam” olarak nitelendirilerek bölüp parçalanarak tarihin yaprakları arasına defnedilmek istenmiştir.
Tarihin en büyük askeri güçlerini, deniz filosunu ve teçhizatını bir araya getiren ve bin yıldan buyana bu günleri bekleyen iştahı kursağına düşmüş yedi düvel; elleri ceplerinde Çanakkale’yi aynı gün içinde geçerek ikindi çayını Dolmabahçe de içmeyi hayal etmişlerdir.
Abdülhamit Han yıllar önce bunu öngörerek Çanakkale tabyalarını kırk yıl öncesinden güçlendirmiş, yeni tabyalar inşa etmiştir. Her ne kadar Alman bir komutanın yönettiği stratejiyle savaşa girilmişse de savaşın kaderini tayin eden elleri kınalı çocuklarımızın, lise ve üniversiteli gençlerimizin, silahı, mühimmatı, iaşesi, libası yetersizde olsa şanlı ve İmanlı askerimizin tek seçeneği şahadet şerbetini içmek üzere savunmada, taarruzda, meydan muharebesinde, göğüs göğse çarpışmada yer almış olmasıdır. Bakın nasıl tarif ediyor tarifi imkânsız harp alanını milli şairimiz;
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer
O ne müthiş tipidir: savrulur enkaz-ı beşer…
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara, vadilere, sağnak sağnak.


Gövdelerin kanlardan oluşan akıntılarda sürüklendiği, kayaları kemik, toprağı et olan yeni coğrafi tepelerin oluştuğu, sadece sekiz metre mesafede olan siperlerde ölümün muhakkak olduğu bilinmesine rağmen toprağın kara bağrında sıradağlar oluşturmak için koşulduğu, havada çarpışarak birbirine kilitlenen mermilerle alanların kaplandığı, zamanın adeta donduğu, toprağın adeta yandığı, denizin filo mezarlığına ve müzesine tanıklık ettiği yedi düvele karşı İmanın güneş yüzlü kınalı kuzularının, koç yiğitlerinin iman dolu göğsünü siper ettiği bir destandır Çanakkale…
Mazlumun; zalime, adaletin; hileye, hoşgörü ve merhametin; kin ve nefrete galebesidir Çanakkale…
Devleri devirerek devleşen kınalı kuzuların, Kabataş erkek liseli, Galatasaraylı, medreseli koç yiğitlerin, Diyarbakırlı Hasanların, Rizeli Hızır alilerin, Erzurumlu Dadaşların, Edirneli Yağızların, İzmirli Efelerin, Saka Hüseyinlerin, imalat ustası Ramazan Ağaların, Koca Seyitlerin zalimlere meydan okumasıdır Çanakkale.
Çanakkale Savaşlarını benzersiz kılan, işgalci devletlerin dönemin en muazzam savaş gemileri ve binlerce askeri ile boğazı kuşatıp arsızca saldırması değil, gökten yağmur gibi yağan ateşe göğsünü siper eden aziz Mehmetçiğin üstün cesaretidir. 
Çanakkale’yi Çanakkale yapan, bitmek tükenmek bilmeyen düşman mermilerinin sesi değil, yaralı düşman askerini sırtına alarak onu düşman mevzisine kadar götürerek, işgalci askerlere insanlık dersi veren kahraman Mehmetçiğin adaletidir.
Çanakkale ruhu; Fransız zırhlısı Büve’nin 610 mürettebatının denize saçıldığı anda; İngiliz zırhlısı Oşin’ın, sudaki karıncalar gibi çabalayan düşman askerlerini toplaması için ateş kesen Türk topçusunun hoşgörü ve merhametidir.
Çanakkale Geçilmez dedirten ; “haydi git Hüseyin’im, haydi git, ancak eğer bayrağımız göklerden inecekse, minarelerden ezan sesleri susacaksa, camilerimizde kandiller sönecekse, namusumuza yad eli değecekse sakın gelme, öl de dönme Hüseyin’im” diye haykırarak kınalı kuzusuna tek seçenek olarak ölmeyi emreden bir annenin feryadıdır. Anaların feryadına Akif’in deyimleriyle bakın nasıl cevap veriyor kınalı kuzular, koç yiğitler;
Vurulup, tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilal uğruna ya Rab ne güneşler batıyor.
Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker
Gökten ecdat inerek öpse o pak alnı değer.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
Gömelim gel seni tarihe desem sığmazsın.
Çanakkale bir milletin diriliş destanıdır, İstiklalimizin ön sözüdür.
18.03.2015  Dr. Mustafa AKGÜN