Anadolu’nun dört bir yanından nice Mehmet cephede kardeşleriyle omuz omuza. Adına destanlar yazılan Koçyiğitler savaş meydanında öyle kahramanlıklar gösteriyor ki, akıllar duruyor, düşünceler bunu izah etmede yetersiz kalıyordu. Her bir asker adeta bir ordu olmuşçasına çarpışıyor, düşmana aman dahi vermiyordu. Yedi düvelin kum gibi aktığı cepheler bu çetin savunma karşısında adeta ceset tarlası; kol, bacak parçalarından toprak birer et yığını halindeydi. Düşman kuvvetleri bu korkunç manzara karşısında dili tutulmuştu. Bu düşman birliklerinin içerisinde yakında ölme sırasının kendilerine geleceğinin korkusu akıllarını başlarından alıyordu. Akif’in dizelerinde canlandırdığı o manzara yaşanıyordu meydanlarda;
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer; O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer... Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, Boşanır sırtlara vâdilere, sağnak sağnak.

Düşman karargâhlarında hep aynı soru soruluyordu üst rütbelilerce: “Dünyayı yığdık ama bir karış bile ilerleyemiyoruz. Birliklerimiz cephelerde kırılıyor, gelen askerlerse daha ne kadar dayanabilir belli değil. Acil olarak yeni stratejiler geliştirmeliyiz, aksi halde bu küçük kara parçasını ele geçirmek bizim için koca bir hayal, bu topraklarda bizlere mezar olur” sözleri düşman kuvvetlerinde yaşanan karamsarlığın ve ümitsizliğin ne derece büyük olduğunu göstergesiydi.
Çanakkale’de akıllara durgunluk veren çarpışmalar yaşanıyordu. Mehmetçiğin çarpıştığı cephelerde işgalcilere karşı yüreklerde kor olmuş sarsılmaz bir imanın meydan okuması vardı. Çanakkale Alemlerin Efendisi Resulullah’ tan (s.a.v) dualı koç yiğitlerin direnci, ölümü şerbet gibi içen ve her biri birer aslan kesilmiş Hamzaların, Halitlerin kahramanlıkları vardı.

Çanakkale üzerinde koç yiğitlerin destanlar yazdıkları kutsal bir beldedir. Çanakkale iman kalplerin oldukça değil bir milyon insan, tüm dünya oraya yığılsa emin olun ki bu cephe yıkılmaz diyen Seyitlerin cenk otağıdır. Çanakkale’de her asker bir Halid, her asker bir Musab’dı . İşte o Allah’ın Kılıcı unvanına mazhar olmuş o kutlu sahabenin taşıdığı o ruh hali cephede her bir Mehmet’in göğsünde imanıyla bütünleşmiş kor alev olmuşçasına yanıyordu;

Peki kimdi o kahraman sahabe. Halid Bin Velid (r.a) cahiliye devrinde Kureyş'in eşrafından idi. Hudeybiye umresine kadar bütün muharebelerde müşrikler safın da yer almıştır. Hicretin 7. senesi Hayber'in fethinden sonra -yahut Mekke'nin fethinden sonra Müslüman olmuş, İslam'a pek çok hizmetleri dokunmuştur. Hz. Ebu Bekir (r.a) zamanında Yemâme’nin fethi ve yalancı peygamber Müseyleme'nin öldürülmesi, mürtetlerin ve zekat vermek istemeyenlerin te'dibi (itaat ettirilmesi) için ordunun başında gönderilmiştir. Hz. Ömer'in hilafeti zamanında da Yermük'te ve İran hephesinde pek çok muharebelerde bulunmuştur. Yermük muharebesinde kaybolan takkesini ısrarla aratıp buldurmasının sebebini şöyle izah eder: ''Peygamber Efendimiz (s.a.v) veda haccından sonra saçlarını tıraş ettirdiğinde bütün insanlar saçlarından bir tutam alabilmek için yarışıyorlardı. Ben onları, Resulüllah Efendimiz ‘in mübarek alnındaki saçından alarak geçtim ve bu saçı takkemin içine koydum. Bununla girdiğim hiçbir muharebe yoktur ki Allah'u Teâla’nın Nusret’i ile galip gelmiş olmayayım.'' Hicretin 21. senesi, Hz. Ömer'in hilafeti devrinde, Humus ‘ta vefatı esnasında söylediği şu sözleri ibret vericidir: ''Yüz küsür savaşa katıldım. Vücudumda bir kılıç darbesi veya bir ok yarası yahut bir mızrak yarası olmayan bir karış yer yoktur. Şimdi döşeğimde ölüyorum. Şu halim, korkaklara ibret olsun da ölüm korkusu ile harp meydanından kaçmasınlar.'' Peygamber Efendimiz, Mute harbindeki muvaffakiyeti sebebiyle şanında ''Halid Bin Velid’e Allah'ü Teala'nın kafirler üzerine çektiği kılıçlardan bir kılıçtır.'' buyurmuşlardır. Hz. Halid (r.a) şehit olsaydı Allah'ın kılıcı kırılmış olacaktı. Bu mümkün olmadığı için çok arzuladığı şehadete kavuşamamıştır.


Bu büyük sahabeyi andırıyordu Edincikli Mehmet Er. Cephede öyle halet-i ruhiye içindeydi ki, kolu kemiğinden ayrılmış sadece derinin tuttuğu koluyla en ufak bir acı duymuyor kahramanca savaşıyordu. Kumandanına “ Komutanım ne olur şu kolumu kes!” keste savaşmama mani olan şu koldan kurtar beni de cephede kanımın son damlasına kadar mücadele edeyim. Ölmeden ne kadar direnirsem, bu aziz vatana borcumu o denli ödemiş olurum, diyecek kadar vefalı bir cengaver. Şair Erdem Beyazıt’ ın “Bulmak” şiirinde ölümsüzleşen o muhteşem dizelerindeki gibi;
" Sensiz geçen zamanı belli yaşamamışım Sensizlik bir kuyuymuş onu aşamamışım Bir yol buldum öteye geçerek gözlerinden İşte yeni bir dünya peygamber sözlerinden Ölüm bize ne uzak bize ne yakın ölüm Ölümsüzlüğü tattık bize ne yapsın ölüm”

Diyecek kadar iman dolu bir kalbe sahipti Edincikli Mehmet Er; Onun Çanakkale’de gösterdiği dillere destan öyküsü canlandı şu an gözümde ve 12. Alay 1. Bölük Komutanı Teğmen Saip, hatıralarında şöyle anlatıyordu, o kahraman askerini;

"Edincikli Mehmet Er'in bir top mermisinin parçaladığı kolundan kanlar içerisinde bir et parçası sarkıyordu. Yalvarırcasına: "Komutanım ne olur şu kolumu kes!" Sağ eliyle yakaladığı ve tuttuğu sarkık kola bakan Teğmen donmuştur. Edincikli Mehmet Er gür ve emin sesi ile bir kez daha tekrarlar söylediği o birkaç kelimeyi : "ALLAH Aşkına, ALLAH Rızası için kes şu kolumu!!!" Bu cümleleri bir ilahi emir gibi işiten Teğmen Saip, bıçağı aldığı gibi bir hamlede dirseğinden aşağı sallanan et parçasını koldan ayırdı. Gık bile dememişti, Edincikli Mehmet Er. Bir sağ elindeki kola, bir de ileride ALLAH! ALLAH! Nidaları arasında çarpışan erlere bakar ve kolu fırlatır: "Bu kol vatana feda olsun," der. Yerdeki et parçalarından başını yukarı kaldıran Teğmen'in karşısında kimse yoktur. Çünkü Edincikli, Hakla alış verişe başlayınca her şeyi, acıyı, özlemleri unutuyor, rahmet deryalarında, tecelli dalgalarında yıkanıp arınırken, kolunun fani bedenden ayrılma işlemini duymuyordu. O ateş, o yangın, fakat getirilmez feryatlar içinde, Edincikli bu cehennemi ateş altında kendinden geçiyordu. Bir avuç istek ve özlem halinde yandı, tüttü yüreği. Edincikli Mehmet, çoktan vatan için, ALLAH için hücum saflarına katılmıştı. Alayların içine karıştı, teke tek vuruştu. Onu durdurmak mümkün değil artık, yine harikalar gösterdi, bire bir dövüştü, bire on dövüştü, bire yüz dövüştü... Allah’ın(C.C) adıyla haklamadığı kâfir kalmadı. Ama kaderden kaçılmaz ki! Kolunun kopmasıyla kaybettiği kan onu halsiz düşürmeye başlamış Edincikli'ye şimdi de Resulüllah Efendimizin müjdelediği şehitlik mertebesi anı nasip oluyordu. Kaybettiği kandan dolayı feri kesildi, güzel yüzü soldu, sarardı ve bir kuş misali canı teninden süzülerek gözü dünyaya kapandı..."

Edincikli Mehmet Er ve daha nice koç yiğit, gözünü dahi kırpmadan kahramanca vuruşarak o canlarından çok sevdikleri vatan toprağını kefen misali örterek şehit oldular. Milletin yüreğinde bayraklaştı sevdaları.

Edincikli ve diğerlerinden geriye bir o yürekli sevdaları, bir de tarihe kanlarıyla kazıdıkları şu ölümsüz not kaldı;
“ÇANAKKALE GEÇİLMEZ”
ERDAL DEMİR