Çocukluğum Kır Mahalle’nin Saylar denilen yerinde geçti. Zemin hep kaya olduğu için buraya Saylar (sert kaya) derlerdi. Türkmen köylerinden, Taşkale’den, İbrala’dan (Yeşildere) gelenler buraya yerleşmiş, kerpiçten tek katlı kiremitsiz, toprak damlı evlerimiz vardı. Yani gecekondu diyebiliriz. Evlerde su ve elektrik yoktu. Suyu camiinin çeşmesinden alırdık. Akşamları gaz lambası yakardık. Yani eve hiç fatura gelmezdi. Mahallede hiç araba yoktu. Sadece şimdiki Erkin Telekom firmasının kurucusu Kamil Amca’nın üç tekerlekli motosikleti vardı. Kâmil Amca tekstil fabrikasında çalışırdı, mahallenin diğer sakinlerine göre durumu oldukça iyiydi. Mahallenin erkekleri çiftçilik, amelelik ve hayvancılık yaparlardı. Her evin bir ahırı bir samanlığı vardı. Koyunlar çobana verilir, kuzuları da kendimiz güderdik. Bizim ev şehir mezarlığına yakındı. Mezarlığın arkasında da belediyenin çöp döktüğü alan vardı. Vaktimizin çoğunu çöplükte geçirirdik. Çöplükten bulduğumuz malzemelerle oyuncaklarımızı kendimiz yapardık. Şimdiki Cumhuriyet Mahallesinin olduğu yer bom boştu. Halk arasında oraya Harmanlık denilirdi. Çoğu insan harmanını oraya döker ve sürerdi. Her evin bir ahır ve samanlığı vardı. Kimi büyükbaş ve kimi de küçükbaş hayvan beslerdi. Hayvan besleyenler oraya hayvanların gübrelerini(dışkı) dökerlerdi. Herkesin yeri belliydi. Harmanlık denilen bu yerde fare deliklerine su dökerdik. Fare boğulmamak için deliğinden çıkar, biz de yakalardık. Cesarete bak. Farenin ayağından iple bağlar sokak sokak gezdirirdik. Kanalizasyon olmadığı için atık sular sokaklara akardı. Eşek arıları bu pis sularda beslenirdi. Biz de onları ıslak çaputları üstüne atarak yakalardık. İğnesini çıkarır, yerine kibrit çöpü takardık. Arıyı bırakınca kibrit çöpüyle uçar giderdi. Herhalde sonra da ölürdü, çocukken bunu düşünmezdik. Belediyede çalışan Kör Teyfik vardı, omuzunda tüfek mahalle mahalle, sokak sokak gezer, başıboş köpekleri vururdu, işi buydu. Hayvanlar konusunda örneğimiz oydu. Yani hayvanlara eziyet ediyormuşuz. Şimdi olsa tefe koyarlar. Velhasıl çocukluğumuzu iyi veya kötü dört dörtlük yaşıyorduk.
Dedemle, ebem(Babaannem) Kırmahalle’de otururlardı. Dedem 1974 yılında hacca gitmişti. Ben o zaman yedi yaşındaydım, hayal meyal hatırlıyorum. Bütün hacca gidenler gibi, hacdan dönerken hurma, zemzem, seccade, namaz takkesi gibi hediyeler getirmişti. Bir kaç gün sonra dedem beyaz namaz takkesini giymiş ve çarşıya çıkmış. Bu halini gören polisler, nasıl bu takkeyi giyersin diye dedemi tutuklamışlar. Dedem bir ay cezaevinde yattı. Eski hapishaneye ziyaretine gitmiştik. Dedem hapisten çıkınca bu haksızlığa daha fazla dayanamadı ve kısa bir süre sonra kahrından öldü. Ben Mümine Hatun İlkokulu birinci sınıf öğrencisiydim. Şimdiki Şehir Mezarlığı yanındaki okul. Sınıfımız mezarlık manzaralı idi. Sınıfın penceresinden dedemin mezara getirilişini gördüm. Şimdi düşünüyorum da beni o gün bile okula göndermişler. Okuldan, öğretmenden ne kadar çekiniyormuşuz.