Karaman İlimizin tanıtımına çıkarken 70 bin erenimizden ilham alarak yola çıkmıştım. Fakat kasabamızın tanıtımını biraz geciktirmiş olacağım ki, Kazımkarabekir İlçemizdeki erenlerin fısıltısı yavaştan gelmeye başlayınca hemen kalemimi elime aldım ve kasaba yoluna düştüm. Çünkü Evliya Çelebinin dediği gibi kasabamızda büyük ulemalarımız yatmaktadır. İlçemiz hakkındaki yazımızı geciktirmeye gelmezdi… İlçemizin saygı değer büyükleri olan Emekli Komiser Osman Özler, Ulema torunlarından Ali Rıza Bardakçı ve babasının beş kızından sonra; Ali Beke Hz. giderek dua eden ve erkek olan Ali Beke Alanlı abilerimizden kasabamız hakkında edindiğim bilgileri şimdi sizlerle paylaşalım. Kendilerine ilgi ve alakalarından dolayı teşekkür ederim.
Karaman’a 27 Km uzaklıkta Hacı Baba Dağının eteklerinde ovaya hâkim bir konumda bulunan Türkiye’nin ve Karaman’ın tek Kasaba unvanlı olan ilçemizdir Kazımkarabekir. İlçemizin uzun yıllar kasaba adıyla anılması bu bölgeye yerleşen eski Türkmen Beyi olan Kasaba-i Mahmut’un adı olmasından kaynaklanmaktadır. Kazımkarabekir İlçemizin insanı yazı başlığımızda da söylediğim gibi eren, cesur, asker ve savaşçı ruha sahip, binlerce yıl öncesi Anadolu topraklarına gelen Türklerin kanını taşıyorlar sanki… İlçemizden çıkan ve yukardaki özelliklere sahip olan büyük denizci Piri Reis ve Kazım Karabekir Paşa ülkemizin düşman işgalinden kurtulmasında, Türkiye Cumhuriyeti’nin filizlenmesinde ve Türk Devletinin yaşamasında rol oynayan, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ten sonra gelen en önemli lider ve devlet adamıydı. Bir Karamanlı olarak övünç kaynağımız olan, aslen Taşkaleli Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve Kazımkarabekirli Kazım Karabekir Paşa’yla gurur duyuyoruz.
Karaman İlimizin sınırları, 10.000 yıldır Ortadoğu ve Akdeniz den Anadolu ve Avrupa ya geçiş noktasında bulunduğu için askeri stratejik bir noktada bulunuyordu. Toroslar adeta bir hilal gibi bölgemizde doğal bir kale oluşturmuştur. Geçiş noktalarından birisi Ayrancı İlçemiz ve diğeri Kazımkarabekir İlçemizdir. Ayrancı’nın yolu da Kazımkarabekir İlçemizde birleşmektedir. İşte böyle önemli bir yerde Asar Tepe Höyüğü çevresinde kurulan Kazımkarabekir İlçemiz, bölgemizin diğer yerleri gibi 10.000 yıllık (M.Ö. 8.000) bir geçmişe sahiptir. Hitiler, Frigler, Lidyalılar, Persler, Romalılar, Bizanslılar döneminde önemli bir merkez olmuştur. Bu dönemlerde el sanatları, dokumacılık, cam, kemik ve madenlerden yapılan pek çok eserlere bu bölgede rastlamak mümkündür. Bölgemiz maalesef kapalı bir kutu misali keşfedilmeyi bekliyor. Hacı Baba Dağı adeta yalvarıyor beni çözün diye, inanın o kadar sırrı içinde saklıyor ki. Kiliseler gün yüzüne çıkmak için bekliyor. Eski Türk mezarları ve yazıtları belki de bizi bekliyor. Hacı baba Dağındaki mağaralar keşfedilmeyi içerisindeki değerleri vermeyi bekliyor. Bu arada tabi çalışmalar devam ediyor, bölgemizde bulunan eserlerden ve yazıtlardan yola çıkan Üniversitemizin değerli hocaları bilinmeyenleri çözmeye uğraşıyorlar ve bunları yayınlıyorlar. Romanın önemli lejyonlarından olan Flaivusun Masdatlı olduğu yazıtlardan anlaşılmaktadır.
Hacı Baba Dağında, yazıtlardan da anlaşıldığı üzere çok büyük bir garnizonu, askeri birliği bulunan Roma İmparatorluğu buranın bir geçiş, güvenlikli ve stratejik bir nokta olduğunu biliyordu. Bölge askeri bir merkez olduğu için keşfedilmeyi bekleyen komutanların gizlenmiş kaya mezarlarına bölgemizin her tarafında karşılaşmak mümkün. Bölgenin hakimiyetini buradan sağlayan Romalılar tanrıların gücünü kaybetmemek için, bu birlik sayesinde Aziz Paulus ve Aziz Barnabas’ın Hıristiyanlığı Karadağ ve bölgesinde yayma çabalarında olumsuz yönde etkili olmuştur. Buradan giden birlikler Hristiyanlığa geçen halkı, Karadağ’ı adeta toplama merkezi yaparak, burada insanları kılıçtan geçirmiştir. Orijinal İncilleri yakmışlar, Hz. İsa tarafından kutsal Karadağa gönderilen Aziz Paulus ve Barnabasın peşine düşmüşlerdir. Bir rivayete göre Aziz Paulus ve Barnabasın ilk Hristiyan halkın Romalılar tarafından kılıçtan geçirilmesiyle Karadağ’da ki, dereden akan akanla yazdıkları incille birlikte Roma askerlerinden saklanmak için Karadağ’da veya Hacı Baba Dağında girdikleri bir mağaradan hiç çıkamadıkları ve burada ezberlerinde olan İncilin birkaç tane kopyasını çıkardıkları söylenir.
Roma İmparatorluğu işgal ettiği bölgelerde önemli eserler bırakmıştır. Özellikle Murat Dede, Manyan, Mastat, Kızılyaka, Akarköy, Yollarbaşı gibi daha birçok köyümüz antik dönemin önemli merkezlerindendi. Buralarda höyükler, kaleler, antik yollar, hamamlar, kiliseler gibi pek çok yapı kalıntıları göze çarpmaktadır. Özellikle büyük aslan heykelleri, mezar kitabeleri, yılan heykelleri yoğun bir şekilde bulunmakta ve kartal ile askeri figürler lahitleri süslemektedir. Bölgede gerek buluntu gerek yakalamalarda ele geçen eserlerde aslana dolalı yılan figürleri, tanrı figürleri ve daha birçok objeler ele geçmiştir. İlçemiz Bizans döneminde de önemini korumuştur. Her ne kadar Romalılar Hristiyanlığın yayılmasına mani olsalar da önüne geçemediler ve çöküşleriyle orantılı olarak Hristiyanlık Bizans’ın dini olmuştur. Hristiyanlıkla birlikte bölgede kiliseler yapılmış ve kullanılmıştır. Hacı baba Dağında hala keşfedilmeyi bekleyen kiliseler mevcuttur. İlçemizde Areyde’de zamanında Roma döneminde bir sikke darphanesi bulunmaktaydı.
Malazgirt savaşından sonra çöküşe geçen Bizans İmparatorluğu sonrası Anadolu Selçuklu Devletiyle bölgemiz yeniden şekillenmiş, Karamanoğulları bölgede uzun bir süre egemenliklerini sürdürmüşlerdir. Karamanoğulları Kale, Camiler, Türbeler, Çeşmeler, Köprüler, Hanlar ve Hamamlar yaparak topraklarımızı tescillemişlerdir. Osmanlı İmparatorluğu döneminde bölgemize fazla yatırım yapılmamıştır. Karamanoğullarının son dönemlerinde yapılan Tacii Camiinde Karaman’ın 70 bin ereninden olan Karabaş Efendinin kabri bulunmaktadır. İlçemizin ismi bir zaman Gaferiyat, bir zaman Kasaba isimleriyle anılmıştır. İlçemize 1955 yılında, Ülkemizin düşman işgalinden kurtulmasına vesile olan ailecek asker kökenli, dedesi de Osmanlı İmparatorluğunun fedailerinden büyük komutan Kazım Karabekir Paşanın ismi verilmiştir. 1989 yılında Karaman’ın İl olmasıyla birlikte Kazımkarabekir İlçesi unvanını almıştır.
İlçemizin arkasında adeta bir kalkan gibi duran Hacı baba Dağı, 2.481 m zirvesiyle bölgemizin en yüksek dağıdır. İlçemizin önünde de 2.271 m yüksekliğiyle kutsal volkanik Karadağ gelmektedir. Hacı Baba Dağı Toroslara uzantısı nedeniyle içinde yaban hayvanları, yaban koyunları barındırmaktadır. Hacı Baba Dağının yakınlığı Torosların yabani hayvanlarının Karadağa geçmesine vesile olan bir dağımızdır. 1870’li yıllarda demiryolu hattının döşenmesiyle yaban hayvanlarının Karadağa geçişi durmuş ve Karadağ’daki yaban hayvanı çeşitliliği azalmıştır. Karadağ’daki Hodul Baba’nın dağ koyunları ve yabani hayvanları Hacı Baba Dağından gitmişlerdir. İlçemizin bir özelliği de dünyada ve Türkiye’de nadir olarak görülen bölge halkı tarafından Kasaba Taşı diye bilinen taşımızdır. Yerin bir metre altında çıkan ve otuz iki katman olan taş neojen kalker tabakalarından oluşmuştur. Yerin altındayken yumuşak havayla temas ettikten itibaren sertleşen bir yapıyı sahiptir. Bu taşlar geçmişten günümüze bütün yapılarda kullanılmış olup günümüzde daha fazla dekoratif mimari amaçlı kullanılmaktadır.
Yazımızın başında da söylediğimiz gibi İlçemizde büyük ulemalar yatmaktadır. İlçemiz, Hacı Baba Dağının adını aldığı ve yedi kardeş olan erenler, Gaffar Hz., Peygamber efendimizin soyundan gelen Seyyidi Yusuf Hz. gibi daha bir çok erenimize yurt olmuştur.
Ulemalardan olan yedi kardeşten Hacı Baba, adını aldığı dağda yaban koyunlarına bakar dervişliğini inzivaya çekilerek yürütürmüş. Arada bir köyüne iner ihtiyaçlarını karşılarmış. Köyüne inerken de koyunların sütünü heybelere doldurur getirirmiş. Heybeye konulan süt hiçbir zaman akmazmış. Yine bir gün köyüne inen Hacı Baba terzilik yapan Karabaş Dede’nin dükkanına uğrar, burada genç ve güzel bir kadın görür ve gözleri oracıkta kadının imanına kayar. O güne kadar heybeden hiç sızmayan süt sızmaya başlar. Kendisi gibi eren olan abisi Karabaş Dede, Hacı Baba niyetini bozdun düzelt der, arkasından da bu iş dağda dervişlik yapmaya benzemez der. Hacı Baba çok utanır ve dağın yolunu tutar o günden sonra köye hiç inmez. Kabiri de şu anda Hacı Baba Dağının zirvesinde bulunmaktadır. Karabaş Dedenin kabirde Tacii (Büyük Cami) Caminin yanında bulunmaktadır. Diğer bir kardeş olan Ağrı Dede zamanında ağrısı sızısı olanlara şifa verirmiş. Şu anda kabri Karamanoğlu Mehmet Bey Üniversitesi Yüksek Okulunun bahçesinde inşaatı devam eden caminin hemen yanı başında bulunmaktadır. Burayı ziyarete gelenler kabri başında bulunan delikli kayaya ağrıyan yerlerini sürerek şifa ararlar. Cami inşaatının yanına bir türbe yapılması erenlerimize verdiğimiz değeri gösterecektir. Dördüncü ulema kardeşin adı Sığırcı Dede. Bu eren kardeşte malı melalı olanların hayvanlarına dua eder hastalanmazlar ve sütleri çok verimli olurdu. Kardeşlerden bir diğeri çocuğu olmayanlara şifa verir, bir diğeri ise aşıkların derdine çare olur. Karı Koca kavgalarını muhabbetle sonlandırırdı. Kardeşlerden yedincisi Gaffar(Yağmur Dede) Dede’nin hikayesi apayrı tüylerimizi diken diken edecek…
İlçemizde, zamanında atların ayaklarına nal çakmayla geçimini sağlayan Nalbant Dede vardı. Nalbant Dede bir gece rüyasında cami yaptırdığını görür. Bunun üzerine köyünde cami yaptırmaya karar verir ve işe koyulur. Bunca sene biriktirdiği üç beş kuruşla caminin yarısını bitirir. Fakat parası kalmamıştır artık, rüyasında bir kere görmüş! camiyi bitirmesi gerekiyor. Kara kara düşünürken, Yavuz Sultan Selim Mısır seferine giderken ordusuyla kasabaya gelir ve otağını kurdurur. Ordunun başındaki komutanlar atların ayaklarına nal çaktırmak ve yenilemek için nal bantçıyı çağırır. Nalbant Dede komutanlara nalları çakacağını fakat Padişahla görüşmek şartıyla der. Komutanlar bu duruma biraz kızsalar da durumu Padişaha iletirler. Padişah huzuruna kabul eder ve Nalbant Dedeye derdini söylemesini ister. Nalbant Dede olanı biteni anlatır ve caminin kalan yapım parasını ister. Padişah, biraz düşündükten sonra Nalbantçı benimle beraber sefere gelirsen dönüşte senin camini yaptıracak parayı veririm der. Nalbant Dede kendisinin savaşta bir işe yaramayacağını yanında savaşçı biri olan Gaffar Dedeyi götürmesini ve çok faydasını göreceğini söyler. Yavuz Sultan Selim buna bir anlam veremese de kabul eder. Ordu Sina Çölüne varınca susuzluktan kırılmak üzereydi. Gaffar (Yağmur) Dede orada ellerini semaya kaldırarak Allaha yakardı ve hemen arkasından bardaktan boşalırcasına gökten yağmur inmeye başladı. Askerler kurtulmuş bakraçlar suyla dolmuştu. Bunu gören Padişah Nalbant dedenin ne demek istediğini anlamış ve Gaffar Dedeyi ordunun başında gitmesi için talimat verdi. Ordu ilerlerken Gaffar Dede bir anda attan indi ve yürümeye başladı. Bunu gören Padişah sebebini sordu, Gaffar Dede, Padişahım “Peygamber efendimiz önümüzde giderken ben nasıl atın üzerinde giderim” dedi. Yavuz Sultan Selim dona kalmıştı, hemen kendisi ve bütün ordu atlardan indi ve yürümeye başladılar. Cenk alanına varan ordu savaşı kazandı. Bu savaşta Kutsal Emanetler ele geçirildi ve Anadolu’ya getirildi. Dönüşte kasabaya uğrayan ordu burada yine dinlenerek otağ kurdu. Yavuz Sultan Selim caminin yapılması için hem asker bıraktı hem de ganimetlerden bıraktı ve cami tamamlandı. Ayrıca cami ye üç adet altın şamdan hediye etti. Gaffar Dede tarafından korunan ve yakın zamana kadar duran şamdanlar Mevlana Müzesinde koruma altına alınmıştır.
Peygamber efendimizin soyundan gelen Seyyidi Yusuf Efendi, Malazgirt fatihi Alparslan tarafından, Malazgirt savaşından önce Seyyidi Yusufu çağırarak obasıyla hayvanlarıyla birlikte Anadolu’ya gitmesini ve yurt kurmasını istemiştir. Seyyidi Yusuf Anadolu yoluna düşer ve Hacı Baba Dağının eteklerine gelince, yol boyunca çaktığı fakat yanmadığı çakmak taşı burada yanınca obasını buraya kurar. Burada hayvancılık, bağcılık ve kırmızı toprağından faydalanarak çömlekler yaparlar. Bu bölgede ilim irfan yayar ve Alparslan’ı bekler. Bölgede 7-8 metrelik Müslüman mezarları bulunmakta, bu bölgeden ne bir taş ne bir toprak, nede bir ağaç hiç kimse götüremez. Götürenlerin başına mutlaka bir iş gelmiştir. Ruhları daralmış, rahatsız olmuşlardır.
Hacı Baba Dağının kuzey kesiminde hiç kar tutmayan yerin altından sıcak hava gelen bir yer bulunmaktadır. Tandırlı in, ayrıca içinden su akan dipsiz bir kuyu bulunur, bu kuyuya düşen herhangi bir nesne veya hayvanın Akdeniz den çıktığı söylenir. Büyük denizcimiz Piri Reisinde köyü olan İlçemiz hakkında yazımız biraz uzun oldu ama çok acıklı bir hikâye daha anlatmadan geçemeyeceğim.
Meşhur Ballı kayamız 100 metre derinliğinde bir uçurum ve burada arılar yerleşir ve devamlı oğul yaparlar. Zamanında 17-18 yaşlarında nişanlı üç genç kız, kuzu güderken buraya gelirler. Oyuklardan birinden bal almak isterler, ama tam o esnada bütün arılar bu üç genç kıza saldırır ve uçurumdan aşağı düşerler. Ağıtlar feryatlar köyde yükselir, civar köylere kadar gider. Yürekler yanar bölgeye hüzün çöker. Üç genç kızın nişanlıları bu durum hazmedemez ve Ballı kayaya gelerek arılara zarar vermek isterler. Fakat o kadar çok arı vardır ki baş edemezler ve bütün arılar başlarına üşüşür ve oracıkta ölürler. İşte Ballı Kaya’nın böyle hüzünlü bir öyküsü vardır.
Aşamazsın Karaman elini---Köprüsü yok geçemezsin selini---Gerdan Yaylasını perçen yelini---Lale Sümbül bürüsünde gidelim--- Sökülsün dağların buzu çözülsün---Öne eğilsin düz ovaya dökülsün--- Hacı Baba dağının karı çekilsin---Ak koyunlar yürüsünde gidelim. (Bu dizeleri köylülerimiz dile getiriyor. Kaynağı (?)Yunus Emre ( veya hangi şair tarafından belli değil)
Kamu spotumuzu da yapalım. “Ulemalarımıza/Erenlerimize hepimiz sahip çıkalım, yerlerini yurtlarını temizleyelim güzelleştirelim ki, Karaman'ımızda yatmakta olan 70 bin erenin duasını alalım” 3 Fatiha 3 İhlas okuyup ruhlarına hediye edelim.