Sanat üzerine yazılan pek çok metin başlarken uzun cümlelerle tarifini yaparlar. Oysa hissedilenlerin kâh sözle, kâh sesle, kâh çizgiyle yansıtılmasından ibaret bir olguyu süslü anlatımlarla daha zor anlaşılır yapmaya ne gerek var? Hatta sanat bir kelimeyle “hissetmektir” sadece. Dünyanın en uzun romanını yazmanız gerekmez aslında. Bazen yalnızca “seviyorum” demektir sanat. Dünyanın en müthiş düşünü resmetmek değildir. Kimi zaman tuvalin ortasına bir çizik atıp bırakmaktır. Dünyanın en zor çalınan bestesini yapmak da değildir elbet. Itri’nin Segâh şaheserindeki gibi kısacık ve kolay icra edilir bir nağmeyle milyarlarca gönlü etkilemektir. Dokuzuncu senfoniyi sağır olduktan sonra besteleyen Beethoven, sanatın sadece “hissetmek” olduğu görüşümü kuvvetlendiren en önemli örneklerden biridir. Esasen zor olan sanat yapmak değil, sanatı meydana getirecek yüreği taşımaktır.
Sanatçı yaptığının farkında değildir hiçbir zaman. Seyredenler, dinleyenler ve eser sahibinin hissiyatını anlayabilenler, ortaya çıkan ürünü zaman içerisinde sanat eseri yapar ya da yapmaz. Demek ki yüzyıllardır tartışıla gelen saçma bir mevzu da anlamını yitirmiş oluyor. Sanatın toplum olmadan ya da bir başka deyişle tüketicisi olmadan sanat olabilmesi mümkün değil. Yani her ne kadar piyasa kaygısı ile yapmamış olsanız da eserinizi tüketen bilinçli bir takipçi kitleniz olmadan değerinizin anlaşılabilmesi mümkün değil.
Velhasıl hoşa gitmektir sanat. Bu demek değildir ki bugün her hoşa giden de sanattır. Yarınlarda yaşamaya mecburdur sanat eseri. Değere değer katabilmelidir. İşitsel ya da görsel estetik unsurları içinde barındırabilmelidir. “Sizi takip edenlerin bilgisi, kültür düzeyi ve anlayışı da çok önemlidir.” derler. Ancak kendini beğendirme kaygısı ya da sanatsal endişe taşımayan halk müziğimizde nice ifadeler vardır sanat adına yapılmış bir çok eseri katlayacak ifadelerle bezelidir:
“Her an gözümde perdesin
Nere baksam hep ordasın
Mevlam ayrılık vermesin
Gökte uçan kuşa Leylam”
Sanat üretenlerin, tüketenlerin ve eleştirmenlerin yanılgıları yok mudur? Yıllar önce Klasik Türk Musikimizde “yenilik” yapmak adına güncel ögeleri kullanan Saadettin Kaynak gibi kimi üstatlara o günlerde “Arabesk” diyerek dudak büküp, bugün onları en ünlü Türk Musikisi bestekârlarımız arasında göstermek, sanat çevrelerinin ve eleştirmenlerin garip çelişkilerinden biri değil midir?
Tarifini yapamayacağınız hislerinizi hissettirmektir bütün mesele. Yapıt, tüketeni kasmadan, yormadan gönül teline değebiliyorsa ve üretici, eserini sunduğu kişiye bir şeyler katabiliyorsa kavramlar üzerinde çok fazla durmaya da gerek yok hani.