“Neden milyar dolarlık uçaklar, helikopterler, radar sistemleri, haberleşme araçları alıyoruz da, Kandil’deki zerdüştle mücadele edemiyoruz?

Neden bizim de yerli, milli, adamakıllı bir savunma sanayimiz yok?

Neden havada uçan, yerde gezen, denizleri yaran Abd, İngiliz, Yunan uçakları tankları gemileri… bizim sistemde “dost(!)” görünüyor?

Onlar dostsa düşman kim?

Neden aviyonik sistemlerin kontrolü bizde değil?

Biz bu araçların ev sahibi miyiz, kiracısı mı?

Neden Telaviv Vaşington Londra destekli Kandil maşalarını 40 yıldır temizleyemiyoruz?

Hani dünyanın en büyük ordusuyduk?...”

Kahraman mühendislerin aklını kurcalayan sorular, yıllar sürecek emeğin ve kutlu bir çilenin habercisiydi.

Uçak tanıma sistemlerini millileştirecekler, ABD güdümlü elektronik sistemleri devre dışı bırakacaklardı.

Savunan Adam ne demişti, yıllar önce:

 “İsrail’den İstanbul’u vurmak için gönderilmiş bir füzenin kontrolünü, bilgisayarınızın başında oturarak,

çok ucuza mal olan ama yüksek teknolojilerle oluşturulan elektro manyetik dalga boyutları (bir nevi küçük karadelik kuyuları) sayesinde ele geçirmeniz, imha etmeniz,

füzenin gönderildiği adresin koordinatlarını füzeye tekrar yükleyerek İstanbul yerine İsrail’e geri göndermeniz mümkündür!”

Şifreleme sistemi üzerinde çalışan 3 Yiğit Adam’ın gayretleri, Pensilvanyalı ‘The İmam’ın dikkatinden kaçmamıştı. Bir yolunu bulup mani olmalıydı. Yakın takibe aldı. İzledi, not aldı, düğmeye bastı.

7 Ağustos 2006

Hüseyin Başbilen’i aracında kıstırdılar. Boğazını bileğini kestiler. 20 santim yara açtılar. İlk başta direndi, lakin oluk oluk akan kan, tahammül sınırını zorladı, dayanma gücünü sıfırladı.

Araziye götürdüler. İşkence edip cesedini arabaya bıraktılar. Paçalarındaki çamur izleri, yaşadıklarını anlatıyor; ucu kanlı falçata, “Ben cinayet silahıyım” diye bas bas bağırıyordu.

Milli Tankçıydı. 10 yıl var ki, Aselsan’daydı.

O gün füze savunma sistemleri seminerine gidecekti. Altay Projesinin detayları, sunum dosyası, harici belleği… derdest edilmiş; ilgiliye(!) iletilmişti.

16 Ocak 2007

Halim Ünal, ODTÜ’nün gelmiş geçmiş en başarılı mezunu ve şeref öğrencisiydi. Savunma sanayi seminerine katılacak, F 16’ların modernizasyonunu yapacaktı.

Kafasına sıkıp, aracının içinde Eymür Gölü kenarına bıraktılar. 3 gün sonra dünya evine girecekti.

26 Ocak 2007

Evrim Yançeken, 26’sındaydı henüz. Telgram yoluyla beynini iğdiş ettiler. Elektromanyetik dalgalarla, zihin kontrolü yöntemiyle intihara sürüklenmişti.

Kirli bir müdahale vardı. Elektromanyetik alanda en fazla 6 dakika kalabilirdi.

Bu da başağrısı ve depresyona sebep oluyordu. Ortadan kaldırmak, daha da kolay hale gelmişti.

…………..              

Şimdi onların mirasını, 4 Anadolu yiğidi devralmıştı…

7 Ekim 2007

Burhanettin Volkan, Fantom uçakları üzerinde çalışıyor, ne iş yaptığını soran babasına: "Onlar sır. Her şeyi açıklarsam size de zarar verirler. Uçaklara sahip çıkmaya çalışıyoruz. Irak'ın uçakları vardı ama savaşta hiçbirini yerden kaldıramadılar!" diyordu.

Asker ocağında nöbetçi silahıyla canına kıymıştı(!)

5 Mayıs 2008

Zafer Oluk, üniversite sınavında Türkiye 85.si.

Çok önemli savunma projeleri üzerinde çalışıyordu. Terhisine 2 ay kalmıştı, evlenecekti. Tugayın trafo bakımında, elektrik çarpması sonucu(!) hayata veda etmişti.

25 Ocak 2012

Hakan Öksüz, önce öldüresiye dövülüp köprü altına atıldı. Cüzdanını gaspetmeyi  ihmal etmediler. Birkaç ay sonra da trafik kazasında(!) can verdi. Kimliği, cüzdanı, telefonu neredeydi?

15 Ocak 2015

Erdem Uğur

Aselsan’da Ölçüm ve Kalibrasyon mühendisiydi. Ölümüne sebep olan, gaz kaçağıydı. İki gündür işe gitmeyen Erdem Uğur’u, ne hikmetse kimse merak etmemişti(!)

7 Güzel Adam’ın şehadetine “intihar” diyen Sincan Hakimliği, hangi millet adına karar veriyordu?

Fetöcü ihanet, yarım asırdır 15 Temmuz’a hazırlanıyor; Aselsan’ı engel görüyordu. Meriç ne güzel demişti:

“Olimpos Dağı’nın çocukları, Hira Dağı’nın evlatlarını asla kabul etmeyecek”ti!

O nursuz, onursuzdu.