Türkiye ve dünyadaki gelişmelere/olaylara baktıkça birtakım dönüm noktalarının, kırılma noktalarının yaşandığını söyleyebiliriz. Karşımızdaki fotoğraf yıllar sonra okunduğunda o günkü var olan düzenin bugünkü gelişmelerin neticesinde ortaya çıktığı sonucuna bizi götürür. İnsanın tarihi serüveninde değişim ve dönüşüm hep var olmuş ve olacaktır da. Ancak bazı değişim ve dönüşümler insanlığın gidişatında belirleyici bir vasfa sahiptir. Bu anlara atıflar yapılır, o anlar üzerinden değerlendirmeler yapılır. O günkü olaylar ve kişiler yazıların ve konuşmaların ana eksenini oluşturur. Tabi ki tarihin seyrini ve gidişatını değiştiren bu değişim ve dönüşüm hamleleri o günün dünyasında yaşayan insanların çoğu tarafından algılanamaz. Ya da çeşitli sebeplerden ötürü algılanmak istenmez. Hatta bu algının oluşmaması için de özel gayret ve çaba içerisine girilir. Ancak değişim ve dönüşüm mukadder ise ki mukadderdir bunun önüne kimse geçemez. Gece ve gündüzün değişimi ve değişim sürelerine kimse müdahale edebilir mi? Etme cüretinde bulunsa bile başarılı olabilir mi? Gece ve gündüz bir realitedir. Vardır. Kıyamete kadar da var olacaktır. Gece geceliğini gündüz de gündüzlüğünü yapacaktır. Tıpkı iman ile küfür gibi, iyi ile kötü gibi, adaletle zulüm gibi. Biri diğerini tamamen yok edemez. Biri diğerini minimize edebilir, etkisini ve hükmünü ciddi anlamda düşürebilir fakat asla yok edemez. Tuş edebilir, sırtını yere getirebilir ancak ortadan kaldıramaz. Bunu imtihan sırrı olarak ifade edebiliriz.
İnsanlık 19. ve 20. asırda gecesini en doygun bir şekilde yaşadı. Zulme, adaletsizliğe, inkara, redde, açlığa, sefalete, küfre, kana doydu. Tam ciğerinden kansere yakalanmış bir insan gibi insanlıkta bu zaman aralığında kansere yakalanmış ve yıkımı yaşayabileceği en kötü bir şekilde yaşamıştır. Yeryüzünün bütün köşelerinde Sezai KARAKOÇ’un dediği gibi kanserin bayrakları sallandı durdu. Sallanmaya da devam etmektedir. Nefislerini putlaştırıp servete ve insanlara tapanlar bu yolu açtılar. İnsanlığı karanlığın dehlizlerine çektiler. Allah’ın peygamberimiz eliyle diktiği kutlu avizeyi taşa tutup düşürdüler. Parçalara ayırdılar. Avize düştü. Parçalandı. Ancak bu düşüş ilk değil. Daha önce de düşmüştü, parçalara ayrılmıştı. Kutlu avizenin ışık huzmelerini yüreklerinde yedekleyen kutlu avize yolcuları, dağılan parçaları toplayıp o avizeyi asılması gereken yere tekrar astıkları gibi, o değişim ve dönüşümü sağladıkları gibi, yine bugün de kutsal avize yolcuları dağılan avize parçalarını yine asılması gereken yere asacak ve bu değişim ve dönüşümü tamamlayacaklardır.
Avizenin parçaları/kristalleri toplanıyor. Varsın görmek istemeyenler bunu görmesin. Güneşi görmek istemeyenler gözlerini kapatarak güneşi yok sayamazlar.
Avizeyi taşa tutanlar onun bir daha yanmaması için çok çabaladılar. Salyalar saçarak zaferlerini ilan ettiler. Ettiler etmesine de 21. Yüzyılda bu zafer sarhoşluğundan diriliş erlerinin tokadıyla uyanacaklardır.
İnsanlık yeni bir güce yeni bir ruha şiddetle ihtiyaç duymaktadır. Yine KARAKOÇ’un ifade ettiği gibi bu yeni güç ve yeni bir ruhtan başka kurtuluş yolu yoktur. Bu bir diriliş ruhudur.
Bugünkü resim Türkiye’nin avizenin ana iskeletini tuttuğunu gösteren bir resimdir. Avize artık tutulmuştur. Şimdi sıra parçaların bir araya getirilmesinde. Gelişmeler ve olaylar bize gösteriyor ki parçalarda yavaş yavaş avizedeki yerini almaya başlıyor.
Batı/yıkım medeniyeti tesirini kaybederken müjdeler olsun ki inşa/gül medeniyeti yeniden tarih sahnesine çıkıyor.
İnşa/gül medeniyeti yolculuğunun yolcusuna seslenen Sezai KARAKOÇ’un sözleriyle noktayı koyalım. ‘Hakikat yolunu arayarak, yaşayarak, onun çilesini çekerek, teker teker ve toplu olarak, Medeniyet Dirilişimizin erleri olmaya bakalım. Yeni insan, Diriliş insanı, Diriliş nesli, bu çileyi çekerek olgunlaşma ve ondan sonra insanlığın umutsuzluk ufkuna, bir fecir gibi ağma borcundadır. Tarihi borcunda.’
Yolları süpürecek süpürgeyi iyi seçemezsek medeniyet sarayına ulaşamayız. Tıpkı Karakoç’un dediği gibi. ‘‘ ‘La’ süpürgesiyle yolları süpürmeden ‘illa’ sarayına varıp ulaşamazsın’
Diriliş medeniyet yolcusunun bütün meselesi budur.
M. Abdulkadir YUSUFOĞLU