İnşaat isçisi adamın oğluyum. Bunu şeref nişanesi olarak taşımaya devam edeceğim. Kimsenin kapısına gitmeyen, bizi hiç kimseye muhtaç etmeyen adamın… Soframızda başka çocukların sofralarında olan yemeklerden olmadı belki ama onların çantasında var olan kitapların hepsi bizim çantamızda da vardı. Çocuklarının eğitimi için gençliğini inşaatlarda tüketen onurlu adamın oğluyum. Çocuklarıma da onurlu bir geçmiş bırakmak için mücadele ediyorum.
İnsanın ömrünü canhıraş mücadeleler ile tükettiği gerçekliğin karşısında bütün çabalarımı, uğraşlarımı bu prensip üzerine kurdum. Her şey gelip geçtiğinde… Acı dolu günler, problemli zamanlar, güldüğümüz dönemler, mutluluğu ve mutsuzluğu birbirine kardeş görüp yuvamızda ağırladığımız anlar bir olup terk ettiğinde bizi geriye dönüp baktığımda onurlu bir geçmişe dalmak tüm hayalim.
Akşam çocuklar uyuduğunda bir bardağa çay koyuyor mutfakta sandalyeye oturup pencereden geçmişi seyrediyorum. Dışarıda yağan bembeyaz kar ile serin bir yolculuğa çıkıyorum. Çayımı yudumlarken babamın alın teriyle inşa ettiği geleceğimizin tadını alıyorum… Yudum yudum…
Bugünler yüzümde bir tebessüme dönüşüyorsa eğer bunu o onurlu geçmişi bize hediye eden insana borçluyum. Çocuklarının geleceğine gençliğini feda eden adama… Kimseye eyvallahı olmayan, hiç kimseye boyun eğmeyen, birinin yapacağı iyilik ile boynumuza tasma takmasına izin vermeyen ve bizi ona minnet duygusuyla hareket etmek zorunda bırakmayan adama…
Bazen sofrada ekmek ve zeytin olurdu bir tek. Doyardık. Bilirdik ki asıl mesele çeşit çeşit donatmakta değil sofrayı; kimseye minnet etmeden hayatta kalmaktı. Hayattaydık. Yaşıyorduk ve en önemlisi de mutluyduk. Tıka basa doymuyorduk ama aç da kalmıyorduk.
Sofraya içimiz rahat oturuyor, huzurla kalkıyorduk. Dışarıda başımız dik yürüyorduk. Herhangi birinin yaptığı iyiliği gözümüze sokarcasına bize bakması karşısında boyun bükmek durumunda kalmıyorduk.
O dönemlerde anladım ki “mutluluk” parayla satın alınabilir bir şey değil. Öyle bir şey ki ne değeri parayla ölçülebilir ne de yüksek meblağlar harcamak gerekir elde etmek için. Akülü arabaya binen çocuğun mutsuzluk saplantısı ve karton kutuya araba muamelesi yaparak eğlenen çocuğun mutlu oluşunda saklı her şey…
Akülü arabamız yoktu. Çeşit çeşit oyuncakların kalabalığında suratı asık çocuklar olmadık. Mutluyduk. Kırık antenli televizyonumuzun karıncalı yayınlarını seyre dalarken belki o an ekranda olanları tam olarak göremiyorduk ama bulanık görüntülerde 4K görünümlü hayallere dalıyorduk. Her şey çok netti: Kardeşlerimle Kimsenin Kahreden Küçümsemelerine maruz bırakılmıyorduk. Düşlerimizde gerçekleştiriyorduk her şeyi.
Mutluyduk ve gülebiliyorduk. İçten gülüyorduk hem de. Yuvamızın odalarının kapı kollarını açmak için tuttuğumuzda kırılıp elimizde kalan kollara bakıp bakıp kahkaha atıyorduk. Acaba bu sefer kimin elinde kalacak tahminleri üzerinden iddialara tutuşuyorduk.
Arkadaşlarımın yanında kıyafetimden utandığım anlar oluyordu bazen ama bu iç burukluk çok uzun sürmüyordu. O kadar da olsun. Her onurlu yaşamın bir bedeli var. Çocukluğumda kısa süren utangaçlık nöbetleri ile ödemiş olayım ben de bu bedeli.
İnşaat işçisi adamın oğluyum. Bir yerde bir muhabbette adım geçerse eğer “Hangi Yakup?” sorusunu soran kişiye “İnşaat işçisi Mehmet Emin Yaşar’ın oğlu Yakup Yaşar” denmesini isterim. Bunun dışında kalan tanımlamalar bu kimlik üzerine inşa edildi, edilecek. İnşaat işçisi adamın oğlu olarak doğdum, inşaat işçisi adamın oğlu olarak yaşıyorum, inşaat işçisi adamın oğlu olarak öleceğim…
Yazarın yeni çıkan romanı ‘Gerçek Sanrı’ adlı kitabı internette tüm kitapçılarda