İlham, Şenay ve Yılmaz… Sabahçı oldukları okulun öğleden sonralarında okulda kalır birlikte yalnızlığa misafir olurlardı. Duvar dibinde diz çöküp sevmeye mağlup oluşlarını konuşurlardı. Her söz her sözcük sevdikleri farklı kızların onlarda bıraktığı aynı yürek burkuculuğun önünde diz çökmelerine neden olurdu. Neyden bahsetseler etsinler üçünden biri muhakkak sözü oraya getirir o ana kadar neşeyle devam eden sohbeti derin bir sessizliğe gömerdi.
Çok seviyorlardı. Sevdikleri ölçüde umursanmıyorlardı. O kadar göz göze gelmek istiyorlardı ki… Fakat her bakışlarında baktıkları gözlerde zifiri karanlıkta kaybolup gidiyorlardı. Baktıkları yerde görünmüyor; gördükleri tarafından görülmüyorlardı. O gözlerde yok gibiydiler.
İlham: Abi bir kere baksa… Bir kere ya…
Yılmaz: Bir kere baksa… Eee… Ne olacak bir kere baksa?
İlham: Ne bileyim ya! Belki görür beni!
Yılmaz: (Hafif sinirlenir) Hâlâ belki görür beni diyor ya!
Şenay: Doğru diyor! Niye kızıyorsun ki!
Yılmaz: Kızmıyorum abicim! Üzülüyorum. Kaç kere geçtik önlerinden… Seslendik… Konuşmak istedik… Yanlarına gittik… Ne oldu? Bir kere bile oralı olmadılar. Oldular mı İlham? Şenay? Cevap versenize!
İlham: Olmadılar ama…
Yılmaz: Ama mı? Ama ne? Ama’dan sonra ne söyleyeceksin?
İlham: Ama…
Yılmaz: Ama mama yok İlham! Ama mama yok kardeşim!
Şenay: Niye yok? Bırak konuşsun çocuk! Hemen lafını kesiyorsun!
Yılmaz: Ne diyecek abi ama’dan sonra? “Belki bir gün bakar… Sever!” diyecek. Öyle değil mi İlham?
İlham: Evet!
Yılmaz: Unut onu sen… Ama’dan sonra gelen cümleyi kurmayı bırak artık. Bu kaçıncı oldu. Yeter. Olmadı. Olmuyor. Olmayacak.
İlham: Nasıl bu kadar emin oluyorsun?
Yılmaz: Üzerine bak! Üzerimize bak! Şu pantolon on gündür üstünde. Baksana! Derslerimiz bitti. Eve gidip üzerimizi değiştirip başka kıyafetlerle tekrar buraya gelebiliriz. Niye gitmiyoruz. Niye önlükle duruyoruz oğlum biz? Konuşsana İlham! “Ama” lı bir cümle kursana! “Kıyafetimiz yok; ama…” desene. “Belki bizi severler!” desene. Cebinde kaç para var? Şenay senin cebinde? Benim cebimde? Cevap versenize birader! Niye susuyorsunuz? Kızların yanına gittik. Konuştuk. “Sinemaya gidelim!” deseler ne yapacağız. Bilet parası var mı? Bir de bir kova patlamış mısır almak lazım. Var mı para? Boyun bükmeyin arkadaş! Söylesenize oğlum var mı? Sevmek bizim neyimize lan! Biz sevemeyiz oğlum. Sevmezler bizi. Görmezler. Alışın buna. Uzaktan onların gülüşlerine bakıp teselli olacağız. Bundan ötesi yok. Bunu kafanıza sokun. Bizim sevmeye hakkımız yok. Alın elinize bir neşter kalbinize “Sen sevemezsin!” diye kazıyın. Biz hayata 5-0 yenik başlamışız. Kaç gol atacaksın İlham? Şenay? Kaç gol atabiliriz? Söylesenize. 1, 2, Bilemedin 3… Sonra. Sonrası yok. Mağlubuz. Bırakın kardeşim. O 3 golü de atmayalım.
İlham: Haklısın da…
Yılmaz: Şimdi de ‘da’ çıktı başımıza… Ama’nın hayal kırıklığı yetmedi bir de ‘da’ ile cümle kur!
İlham: Ne yapayım Yılmaz! Seviyorum ne yapayım! Âşık oldum ben! Anladın mı? Geceleri onu düşünmeden uyuyamıyorum. Ona bakmadan duramıyorum. Onun var olduğu ortamlarda sadece nefes alabiliyorum. O gülünce mutlu oluyorum…
Yılmaz: O üzülünce de üzülüyorsun di mi? Geçen voleybol oynarken kızın suratına top çarptı; senin yüzün kızardı. Bir köşeye geçip ağladın. Niye? Topa sert vuran Servet’e kızdın… Kız da sana kızdı… “Sanan ne!” dedi… Konuşsana! Söylesene oğlum bunları da… Sen Şenay! Zaten isimden kaybediyorsun. Kız ismi değil mi abi bu?
Şenay: Ailem bana Tunay der. Siz de Tunay deyin oğlum.
Yılmaz: Kimliğinde hangisi yazıyor?
Şenay: Şenay.
Yılmaz: Kimlik bunalımı yaşıyorsun; bir de üstüne karşılıksız aşk bunalımına girmişsin.
Şenay: Ne bunalımı lan! İlham da ben de sen de seviyoruz Yılmaz. Neyin artistliğini yapıyorsun ki! Gel sen anlat kalbime… Beni dinlemiyor. Al neşteri sen kazı ne kazıyacaksan! Bizim elimizde mi kardeşim! Elimde olsa sevmem onu. Vallaha sevmem. Niye acı çekmeyi seçeyim ki ben? Niye? İki kitap fazla okudun diye başımıza filozof kesiliyorsun.
Yılmaz: Şenay sen gidip kıza “Ya benim olacaksın ya toprağın!” dedin. Kız şimdi Toprak isimli bir çocukla çıkıyor. Öyle beylik laflar etmeyle olmuyor. Lafını çiğnemeyeceksin!
Şenay: Ben onu mu kastettim?
Yılmaz: (Ayağa kalkıp yüksek sesle konuşur) Neyi kastettin lan!
Şenay: Boş yapma! Sen sevmiyor musun? Böyle atıp tuttuğuna göre sevmiyorsun.
Yılmaz: Ben öyle mi dedim? Sevmiyorum mu dedim? Siz sevmiyorsunuz mu dedim? Sevdim kardeşim. Yalan mı söyleyeyim! Fakat sevmemek için çok uğraştım. Bazen burnunda yemyeşil sümük olurdu. Burnuna bakayım soğurum belki dedim. Bir zaman sonra sümüğünü sevdim kızın.
İlham: Iyyy! Valla midemizi bulandırıyorsun!
Şenay: Verdiği örneğe bak!
Yılmaz: Oğlum anlasanıza ya! Bizi görmezler. Bizi sevmezler. Aynaya baktığımızda biz kendimizi beğenmiyoruz ki… Onlar nasıl beğensin! Sen kendini seviyor musun İlham? Sen Şenay? Şu halimize bak. Giyecek donumuz yok; saçımız jöleden geçilmiyor. Borç harç jöle aldık. Ne oldu Şenay? Hani kızların dikkatini çekerdi. Üstümüz perişan kafamız parlıyor. Bataklıkta çırpınan kelaynak kuşları gibiyiz.
Bir anda kahkaha atmaya başladı üçü de… Genelde böyle olurdu. Buluşur; duvar dibine çöker; konuşur; içlerindeki çaresizlikle birbirlerine kızarak kavga ederler; sonunda da içlerinden birinin söylediği komik görünümlü bir söz eşliğinde kahkahalar atar evlere dağılırlardı…
Instagram: "@yakupyasar11"
Yazarın yeni çıkan romanı ‘Gerçek Sanrı’ adlı kitabı internette tüm kitapçılarda.