Not: Bir İlâve (Düzeltme)

1) Bu yazı serimizin (III). sünde Karaman Müftisi Abdullah Hasib'den bahsederken, onun oğullarından Mehmed Muhtar'ın mezartaşı kitabesine, bunun «Dârü'l-Hilâfeti'l-Aliyye» müderrisliği meselesine temas etmiştim.

Dolayısı ile Dârü'l-Hilâfeti'l-Aliyye medreselerinin 1914'den sonra ortaya çıktığını, 1863'te ölen Mehmed Muhtar'ın Dârü'l-Hilâfeti'l-Aliyye ile ilgisi olamayacağını yazmıştım. Bu mesele şunu gösteriyor, bu mezar taşı 1914'ten sonra dikilip, kitabesi yazılmış veya yenilenmiştir. Anlaşılıyor ki, Mehmed Muhtar'ın müderrislik yaptığı veya müderrislik payesinin bulunduğu Konya'daki medrese de 1914'ten sonra «Dârü'l-Hilafeti'l-Aliyye» kapsamına alınmıştır. Dolayısı ile ilgili mezartaşı 1914 sonrasına aittir.

2) Yine Abdullah Hasib'in diğer oğlu Larende sâbık müdürü Hüseyin Nesib:

Abdullah Hasib'in müftilikten oğlu Hüseyin Nesib'in müdürlükten azlinden sonra, 1268 (1852)'de Dersaadet'te bulunduğu sırada, verdiği bir arzuhâlde, aynı tarihlerde Larende Sandık Emini olup, yine yakın zamanda ölen (veyâ öldürülen) Kigork'a ait borcun kendisinden istendiğine dair «Mehmed Muhtar, Müdir-i sâbık, kazâ-i Larende» ifâdesi kullanan şahsın da Abdullah Hasib'in oğlu olduğu, dolayısı ile Larendelilerin şikâyetinde beyân olunduğu gibi, gerçekten Abdullah Hasib'in bu oğlunun da Larende Müdürlüğü yaptığı ortaya çıkmış oluyor.

Bunun üzerine bizzat Konya Valisi ve Konya Defterdârı tarafından Mehmed Muhtar'ın iddiâları tedkik olunarak, Larendelilerin iddiâ ettiği gibi gerek Mehmed Muhtar'ın ve gerek ise Hüseyin Nesib'in 1266 (1850) senesi Larende emvâlinden (vergisinden) 53 bin guruşu zimmetlerine geçirdiklerinin ve bu borcu 91 gün içinde ödemeleri gerektiği;

«hem a‘zâdan ve hem de mu‘teberândan olan böyle birinin deyn-i mîrîsi (borcu) hakkında müsamaha olunduğu takdirde sâir şunun bunun tahsîl-i zimmetleri (borç tahsili) emrinde hiçbir vechile çâre bulunamayacağı (…)»

belirtilip, bunlar «müteneffizândan olmak mülâbesesiyle» babaları Larende Müfti-i sâbıkı el-Hac Hasib ile beraber araya «hâtırlı» kişiler koyarlarsa, gerçeğin bu merkezde olduğuna dair müştereken Sadaret'i bilgilendirmişlerdir.

Bu müşterek yazı üzerine Meclis-i Vala tarafından o ân itibâriyle aynı zamanda Konya Meclis Azası da olduğu anlaşılan Hüseyin Nesib'in bu şartlarda meclis azalığına devâm ettirilmesinin doğru olamayacağından, azl edilip, yerine başkasının tayini ile bu iki kardeşin ileri sürdükleri bahânelere «kulak asılmayarak» borçlarının kat‘i surette tahsili emredilmiştir.

Hüseyin Nesib'in babası Müfti Abdullah ile birlikte Larende'de yaptıkları yolsuzluktan sonra işsiz kaldığı gibi, aynı zamanda bu zâtın Konya'da Mevlana Dergâhı Şeyhi Sait oğlu Mehmed'in de damadı olduğu anlaşılıyor.

Burada «hâtırlı kişiler»'den maksadın, Hüseyin Nesib'in devlet ile olan ilişkilerinin her dâim arkasında olan Mevlânâ Celâleddin hocanın torunları olan Mevlânâ Dergâhı post-nişînleri, Hüseyin Nesib'in kayın-pederi ve kayın-birâderi olduğu ortadır. O tarihte dergâh şeyhi olan Sait, Sadaret'e yazdığı bir yazıda Hüseyin Nesib'den «damadım» diye bahsediyor ve «açıkta olduğunu, bir işte kayırılmasını» istiyordu.

Çünkü Osmanlı hânedânı ve devlet ricâli öteden beri «çelebi efendi» diye hitâb ettikleri bu şıhlara çok büyük hürmet gösterirlerdi, hattâ çoğu zaman Karaman (Konya) Vâlisine ve oradaki kâdı gibi diğer üst düzey yetkililere bazı mühim konularda yazdıkları yazının aynısını bu «çelebi efendi»lere de gönderirlerdi. Burada konumuz «çelebi efendi»ler değil ama şu kadarını söylemekle iktifâ edelim. 1600-1700-1800'lü yıllarda bu «eşrâf» denilen ve sonradan bir kısmı «a‘yân»lığa evrilen gürûh vesilesi ile çelebi efendilerin de bunlar ile işbirliği hâlinde bir hayli vukuâtları vardır.

Dolayısı ile Hüseyin Nesib'in kayınpederi Mevlana Dergâhı Şeyhi Sait oğlu Mehmed ve ondan sonra yerine geçen artık oğlu mudur? kardeşi midir? yeni Mevlana Dergâhı Şeyhi Mahmud Sadreddin Çelebi'nin nüfûzu ile Yozgat Mutasarrıflığı'ndan önce Hamid (Isparta), Niğde, Alaiyye (Alanya), Burdur'da kısa sürelerle kaymakamlıklar yapmış, yine boşta kaldığı, müteakiben Yozgat Mutasarrıflığına Mevlana Dergâhı'ndaki akrabaları sayesinde tayin edilse de, tekrar boşta kaldığı ve nihâyet 1291'de, yine Mevlana Dergâhındaki koruyucuları çelebizadelerin nüfuzu sayesinde bu defa Konya Meclisi Azası olduğu anlaşılıyor.

Tartanzâdeler

3) Tartanzâdelerin bu «zimmete para geçirme» ile doğrudan ilgileri olmayıp, fakat «kurâ-i hamse» yani adı belirtilmeyen 5 köy ahalisine zulm ettikleri, bunun üzerine bu köy ahâlilerinin meseleyi o tarihte (1267 / 1851) Konya Valisi bulunan Halil Kâmil Paşa'ya kadar götürdükleri, Halil Kâmil Paşa'nın da bizzat meseleye dair gizlice araştırma yaptırarak, Tartanzâdelerden Kaza Meclisi azası bulunan Hacı Ağa ve Hacı Baba'nın yargılanmalarına karar verdiği, mahkeme günü bunların «konaklarından» çıkıp, mahkemeye gelmek yerine, yanlarına aldıkları Hatiboğlu Şakir Efendi ve çarşıdan topladıkları kırk kadar adamları ile Vali tarafından gönderilen Zabtiye Konyalı Eşrefoğlu'nun kaldığı evi basıp, buna karşı su-i kast tertib ettikleri, bu hareketlerinin bir şekilde önlendiği, bunun üzerine Tartan kardeşlerin, Konya'da bulunan Abdullah Hasib'in oğlu Meclis Azası Mehmed Muhtar'ın yanına ve daha sonra da oradan İstanbul'a kaçtıklarını zamanın Larende Nâibi Abdurrahman Nafiz, anlatıyor.

Dolayısı ile Tartanların vergi yolsuzluğu ile bir ilgisi olmayıp, Abdullah Hasib ile oğullarının meselesi ile bunların yargılanma süreci tesâdüfen aynı zamana denk gelmiştir.

Maalesef gerek Abdullah Hasib ve oğulları, gerek ise Tartanzâdeler meselesinin cereyân ettiği yıllar olan 1266, 1267 ve 1268 yıllarını da içine alan 1265-1276 yılları Karaman kadı sicilleri mevcûd olmadığı için, Karaman mahkemesinde neler geçtiğine dair bir bilgiye ulaşılamadı.