KONYA, AKŞEHİR, ILGIN, KADINHANI

KONYA VİLÂYETİ

Asya kıtʻasının garb-i cenûbîsinde, Asya-yı Sugrâ (Küçük Asya) üzerinde ve cenûbundadır.

Kitapta «Konya» merkez kazâsından başlamak üzere o târîh itibâriyle Konya'ya bağlı olan kazâlar («Konya merkez», «Akşehir», «Ilgın», «Saidili (Kadınhanı)», «Karaman», «Ereğli», «Ermenek», «Sultaniye (Karapınar)», «Bozkır», «Seydişehir» ve «Beyşehir» ayrı ayrı fakat aşağıda geniş bir özetini verdiğimiz «Karaman»'a dâir kısımdaki düzen içinde, aynı başlıklar altında bilgiler verilmiştir.

Konya, bu onbir kazâya taksîm edilmiş ve topografyası ve ahâlinin sıhhi durumuna âid maʻlûmât ve tafsîlât her kazâya âid olmak üzere ayrı ayrı verilmiştir.

1) KONYA MERKEZ KAZÂSI

Konya'nın önce vilâyet, sonra merkez kazâ olarak hududu, arazi yapısı, arzı, dağları, suları, yaylaları, gölleri ve jeolojisi, madenleri ve tuzlaları ile ormanları zikredildikten sonra (s. 3-8), Konya ve civârında yetişen ve yetiştirilen bitkiler ile ehli ve vahşi hayvanlarından ve Konya'nın merkez kasabasından bahsedilmiştir.

Mülkiye taksimatı olarak da merkeze bağlı 1 köy ile Meram, Suvarık (Sudirhemi), Akviran (daha sonra merkezi Hatunsaray'a taşınııp, nahiyenin ismi de değişmiştir s. 17), Çumra, Kızılviran, Sille ve Dinek nahiheyeleri ile buralara bağlı mahalle ve köyler, merkeze bağlı 120 mahallesinin ayrı ayrı isimleri ile kadın, erkek ve yekûn nüfûsları verilmiştir (s. 9-17).

İklim ve buna bağlı olarak rüzgâr ve yağmur durumu (s. 17) anlatılmıştır.

Nihâyet olarak 59.572 erkek, 66.769 kadın olmak üzere merkez kazânın umûmî nüfûsu 126.341 olarak hesaplanmıştır.

Daha sonra Konyalıların giyim kuşamından bahsediliyor:

«Konya ahâlisi ekseriyetle fes üzerine sarık sararlar, lata ve elifî şalvar giyerler. Esnâf ise abanî sarık ve şalvar ve alelade palto ve ceket iksâ ederler (giyerler). Li-ecli't-ticâre ihtiyâr-ı sefer edenler sivil giyinirler. Kasaba ve kurâ gençleri paçaları mufassal bir rükibe? (رکیبه)nin dört parmak tahtına mümted kısa bir potur, ayaklarına konçları uzun bir mes ve kundura veyâ yemeni giyip, bellerine silâhlık ve kuşak sararlar. Üzerlerine mintan ve kırma giyerler ve fesleri üzerine de yemeni bağlarlar».

«Konya kadınlarının dörtte üçü bilhâssa kasabanın hârice yakın aksâmı el-ân geniş ağlı don ve başlarına şelme taʻbîr ettikleri yünden maʻmûl bir setre ile yalnız bir gözü hâricde bırakmak sûretiyle mestûrdurlar. Vasatta bulunan bir kısmı da başlarında fes olduğu hâlde çarşaf giyerler

«Meʼmûr ve esnâf ve eşrâf âileleri miyânında İstanbul modasına tebean (uyarak) çarşaf iskâ edenler (giyinenler) bulunmaktadır.»

«Anadolu'nun her tarafında olduğu gibi burada da kısmen kadınlar ve bilhâssa kızlar saçlarını küçük ziynet altunlarıyla örerek, tezyîn ederler». (s. 18-19)

Kasabadaki esnâfın tamâmı, tenekeciler bile müslümândır. Köylerin ahâlisinden ovada olanlar zirâatle, dağlık kısmı zirâat ve bağcılık ile meşgûldür.

Kasaba ahâlisi mutaassıb olmakla berâber maârif ve yeniliklere meyillidir fakat yeni usûl mekteblere kızlar fazla rağbet etmiyor.

Düğünlerde silah atılır ve «semâh» dedikleri fahişeleri oynatmak, 30-100 arabalık gelin alayları tertîb etmek, cenâze evlerine komşular tarafından birkaç gece yemek göndermek, lohusalara paluza göndermek; recebin ilk kandilinde «pişi» (bişi) dedikleri lokma hamurunu susam yağında kızartıp, dağıtmak ve kandil sabahı çocukların toplanıp, kapı kapı gezip «şiyulik, şiyulik» diye bağırarak, üzüm ile karışık leblebi toplamaları ve yine çocukların kandilden bir hafta kadar önce mahallelerde «şiyulilik» dedikleri oyunlar oynamaları gibi makbûl ve makbûl olmayan âdetleri vardır. (s. 19)

Kasabada halkın tabâbete karşı rağbetleri var ve günden güne artmakta ise de, bâtıl itikadlar da yok değildir. Meselâ hastalık geldiğinde türbeye, tekyeye gitmek, hocaya okutmak, nüsha almak, frengi için tütsüye girmek, bal karıştırıp, saparta yemek, suyunu içmek; sıtma için dalak kestirmek, tekke pencerelerine iplik bağlamak, husûmet hâlinde «büğü» dedikleri sihir ve efsûn yapmak, ikindiden sonra un, sirke, âteş vermemek gibi bâtıl inançlar devâm ediyor. Mayıs ayında sülük tutunmak âdeti pek yaygındır. Sarılığa karşı cezr-i enften kan almak dahi âdettir.

Konyalılar nezâfet ve tahârete (temizliğe) riâyet ederler ise de bit konusunda tiksinlik hiss etmezler. %70'i bitli olup, köylerde daha fazladır.

Konya'nın havâsı muʻtedil olup, havâsı ve suyu sağlam, gıdâsı bol olduğundan beden olarak tam ve mükemmeldirler. Konya ovasında bataklıkların çok olmasından dolayı ahâlide her türlü bataklık hastalıkları çok olup, kansız ve cansızdırlar fakat dağlık yerlerin ahâlisi gürbüzdür. (s. 20)

Müessesât

Konya kasabasında 75 yataklı mülkî, 300 yataklı askerî ve Amerikan muâvenet heyʼeti idâresinde 40 yataklık üç hastahâne ile Hilal-i Ahmer'in 200 yataklık bir hastahânesi ile askeriyenin muhtelif binalara dağıtılmış 2.000 yataklık hastahâneleri vardır.

Kasabada «Hadîka-i Sıhhat», «İstikâmet», «Sıhhat», «Şifa» ve «Osmanlı» adlarında beş eczâhâne ile Eczâcı Âsaf Bey'in idâresinde bir eczâ deposu bulunuyor. Ayrıca Hilal-i Ahmer tarafından işletilen bir «dispanser» vardır.

Konya'da oniki senelik sultanî, mekâtib-i ibtidâiyeye muallim yetiştirmek üzere açılmış dört senelik bir demircilik, marangozluk, terzilik, kunduracılık, fanilacılık şuʻbeleri olan bir mekteb-i sanâyiʻ ve yüzelli mevcûdlu bir dârü'l-eytâm, on erkek ve sekiz kız ibtidâî mektebi vardır.

Bunlardan başka «Dârü'l-İrfân» adıyla mükemmel bir husûsî ibtidâî mektebiyle, gayr-ı muntazam sekiz sıbyân mektebinden başka nâhiye ve köylerinde kırk kadar ibtidâî mektebi bulunmaktadır.

Kasabada «Dergâh-ı Mevlânâ», «Şeyh Sadreddin Konevî», «Yusuf Ağa», «Hacı Abdürrahim Efendi» ve «İlikçi Câmii» olmak üzere beş kütübhâne bulunmakta olup, ehemmiyeti olanlar ilk üçüdür.

Konya'da 53 medrese mevcûd ise de, bunların büyük bir kısmı içinde oturulamayacak bir hale gelmiştir. Kasabada «Dârü'l-Hilâfetü'l-Aliyye Medrese-i İlmiye Şuʻbesi» adıyla 250 talebelik bir medrese olup, «İrfaniye» ve «Kürd Hacı Ali Efendi» medreselerinde de bir mikdâr talebe bulunuyor. (s. 19-22)

Konya kasabasında muhtelif otel ve hanlar bulunuyorsa da, bunlar hâl-i hâzırda askeriye emrine tahsîs edilmiş durumdadır. Şehirde kadın ve erkeklere mahsûs kısımları olan «Mahkeme», «Türbe», «Sultan» isimli hamamlar faâldir.

Şehir içinde motor ile çalışan büyüklü küçüklü bazı fabrikalar olup, günlük kapasiteleri altıyüz çuvaldır (herhâlde bunlar un değirmeni veya fabrikası olacak) olup, Meram nehri üzerinde su ile çalışan 22 değirmen ile 3 kiremid fabrikası vardır.

Konya şehri ve köylerinin durumu

Şehir eskiden sur ile çevrili ise de, şimdi etrafı tamâmen açık olup, manzarası pek hoş değildir. Evleri umûmiyet itibâriyle kireçsiz ve basık olup, ışık ve havânın girmesine müsâid olmadığı gibi, eski usûl üzere inşâ edilmişlerdir ve sıhhate uygun değildir. Son zamânlarda istasyon civârında yeni tarz evler yapılmaktadır. Evlerin büyük kısmının üzerleri toprakla örtülü ve adi çamurla sıvanmış hâlde olup, insana büyük bir kasvet vermektedir.

Kasaba içinde iki ana şose olup, istasyon tarafına giden yol üzerinde ayrıca bir tranvay hattı vardır. Sokakları intizâmsız ve büyük çoğunluğu kaldırımsızdır. Kasaba yazın toz, kışın çamur içindedir. Alâaddin tepesi düzensiz olup, çevresindeki ağaçlar bakımsızlıktan kurumuştur. Eski vali Muammer Bey, buraya bir nizâm vermek istemişse de, muvaffak olamamıştır. Tepe üzerinde bir câmi, bir türbe ve saray harâbesi bulunmaktadır.

Şehir çevresi bağlık ve bağçelik olup, bunların en meşhûrları «Hozan» ve «Meram» bağlarıdır. Meram meskûn bir yer olmakla beraber daha ziyâde zengin takımı yazlık olarak kullanmaktadır.

Şehir ile nahiyeler ve köyler arasında düzenli yollar yoktur. Köylerde ahâli hayvân pisliklerini evlerinin civârına dökerler. (s. 23)

Konya'daki resmî yapılar: Hükûmet konağı, Dârü'l-muallimîn, Mekteb-i Sultanî, Sanâyiʻ Mektebi, askerî kışla ve hastahânesi, Düyûn-i Umûmiye, Zirâat Bankası ve Bank-ı Osmanî'den ibârettir. (s. 23)

Kasabadaki helâların hiçbirisinin mecrâsı yoktur; herkes hânesinin yanına bir çukur kazıp, üzerine kapatır. Dolunca bağçelere nakl edilir. Köylerin çoğunda hânelerin böyle bir tuvaleti bile yoktur; ahâli kapı önlerinde ve ahırlarda def-i hâcet ederler. (s. 24)

Kasaba içindeki Şems-i Tebrizî hatîresi ve Şerafeddin Camii bitişiğindeki kabirlere defin yasaklanmış olup; bunlardan başka şehrin şimâl-i garbîsindeki «Musalla», Mevlânâ Türbesi ile askerî kışla arasındaki «Üçler», Pir Esad Tekkesi hatîresi ve çevresi ile şehrin güneyindeki «Yağlıtaş» adlı kabiristanlar vardır. Köy mezarlıkları ise umûmiyetle köye yakın çıplak arâzilerdedir. (s. 24)

Kasaba içinde bataklık olmayıp, köylerde ise ahâli bazı suları düzensiz olarak tarla ve bağçelerine akıtarak, bataklıklar oluşmasına sebeb olmakta olup, bu en çok ova köyleri ile Çumra'da görülmektedir. Hayıroğlu, Bakıroğlu, Bakioğlu, Küçükköy ve Alemdar ile bunların çevresindeki köyler sazlık ve bataklık bölgeleridir. Eğer su kanalları ihtiyaca göre düzenlenirse, bu bataklıklardan kurtulmak mümkün olabilecektir. Çarşanba suyuna bağlı kanallar mevsiminde ahâli tarafından temizlenmediğinden bataklıklar oluşmaktadır.

Kasabanın «buz» ihtiyâcı, Meram çayından gelen bir kanal ile İstasyon civarında kurulan mahzenlerden temin edilmekte olup, burada biriken su ve buzların yazın etrafa akmasından dolayı taaffüne ve «malarya (sıtma)»ya sebeb olmaktadır. (s. 26)

İçme suları

Şehirde «Çayırbağı», «Dutlusuyu», «Hozan» adıyla üç ayrı su akmaktadır.

Çayırbağı suyu, Çayırbağı köyü civârından 1320 tarihi itibâriyle Alaeddin Tepesi'ne demir borular ile getirilerek oradan taksim edilmektedir. Dutlusuyu künkler ile şehre getirilip, bazı çeşmelere taksim edilmiştir. Hozan suyu şehre açık kanallardan getirilmekte olup, kar ve yağmur suları da karışmakta olup, bu zamânlarda bulanık akmaktadır ve aslında içmeye müsâid değildir. Ancak özellikle içmeye müsâid olan Çayırbağı suyu şehrin büyüklüğüne göre kifâyetsizdir. (s. 26-27)

Hastalıklar

Konya ve mülhakatında hüküm süren bir hastalık yok ise de malarya (sıtma), frengi gibi hastalıklar son zamânlarda bu bölgeye mahsûs bir hâle gelmiştir. Bunlardan başka yine son zamânlarda zatürre, iltihâb, romatizma ve bazı göz hastalıkları çoğalmaktadır.

Kadınlarda çocuk doğurmak «beliyyesi» artmıştır ve bunun için en çok kullandıkları vâsıtalar rahme kibrit suyu ve gülyağı ile pamuk sokmaktır.

Konya ve Ermenek'te çokça gizli fuhuş hüküm sürmektedir. Her ne kadar umûmhâneler yok ise de, önceleri askere gidip gelenler ile ticâret için sağa sola gidenler de görülürken, artık gizli fuhuş çokça artmıştır. Konya'da adet olan «oturak» alemleri dolayısı ile fahişe kadınları üç beş delikanlının köylerde dahi günlerce kapatması yaygınlaşmış ve bu yüzden frengi illeti her yere sirâyet etmiştir.

Malarya (sıtma)nın her türü Konya'nın her tarafında görülmektedir. Konya'da verem yok ise de, ahâlinin aşıya karşı rağbeti arttığında çiçek hastalığı da azalmakta fakat özellikle bu sene (1922) Karaman, Akşehir, Ilgın, Ereğli ve Konya merkezinde salgın halini almıştır. Bunun başlıca sebebi aşının yokluğudur. Bunun diğer bir sebebi de küçük sıhhiye memûrlarının askere alınmış olmasıdır. Şimdiki hâlde ise aşı ihtiyâçtan fazladır.

Dizanteri hastalığına ender râstlanmaktadır.

Bulaşıcı hastalıklardan hummanın her türlüsü görülmeke olup, bunun başlıca sebebi gayr-ı müslimlerin Akşehir ve Ereğli'ye nakillerinden kaynaklanmıştır. Kolera görülmüş ise de, önü alınmıştır. Aklî ve asabî hastalıklar ender olup, cinnet vakʻası görülmemiştir.

Tevellüdât (doğum) ve Vefiyât (ölüm)

Son zamânlarda erkeklerin memleketleri haricinde bulunması, iâşe, hayâtın devâmının müşkil hâl alması, bunun hâricinde gıdasızlık ile vâlideleri elinde kalan çocuklara gereği gibi bakılamaması yüzünden çocuk ölümleri doğumlardan fazla olmuş ve bunun nisbeti %40'dan az değildir. (s. 30)

Tarih ve Asâr-ı Atîka

Burada Asurilerden başlamak üzere Konya'nın tarihine yer verilmiş olup, bu kısım bazı hususlar hâric özetlenmemiştir.

Konya'nın Likaonya kıtʻa-i kadîmesinin merkezi olup, «sanem (put)» demek olan «ikon»'dan gelmek üzere Romalılar ve Rumlar (Bizans) zamânında «İkonium» denildiği, Selçuklular zamânında ise bunun «Konya» hâlini aldığı belirtiliyor. (s. 31)

Konya'daki en eski islâmî eserin Alaeddin Câmii minberi olduğu belirtildikten sonra, şu eserler hakkında bilgi verilmiştir.

Sultan Alâeddin köşkü harâbesi, Karatay medresesi, Sırçalı medrese, Dârü'l-hadîs, Kadı İzzeddin türbesi, Sahib Ata medresesi, Sadreddin Konevî câmii ve türbesi, Hoca Fakih türbesi, Abdülmümin mescidi, Beşare Bey mecsidi, Hatuniye minâresi, Akıncı mescidi, Pir Esad türbesi, Şeyh Gılman türbesi, Zazadin (Sadreddin) hanı, Konya suru, Ferhuniye ve Karaaslan türbeleri, Bulgurcuk tekkesi, Mevlânâ dergâhı, Hasbey dârü'l-huffâzı, Turgutoğlu türbesi, Ebu İshak Kazrunî türbesi, Hacı Hasan câmii ve sâr câmi, türbe, tekke ve medreseler sayılıp, haklarında bilgiler verilmiştir. (s. 40)

2) AKŞEHİR

Burada diğer merkez kasaba ve kazâlarda olduğu gibi, Akşehir'in hudûdu çizildikten ve coğrafyasına dâir (dağlar, nehirler, göller, ormanlar vs.) bilgi verildikten sonra, nâhiyelerinden Yunak, Hatırlı, Cihanbeyli'ye de ayrı ayrı birer paragraf açılmıştır. (s. 40-42) Daha sonra kazânın zirâatine, ekilip-biçilen ve yetiştirilen hubûbât ve sâir sebze ile diğer bitkilere yer verildikten sonra, kazâ dâhilindeki ehlî ve vahşî hayvânlara da yer verilmiştir. (s. 43)

Kazânın mülkiye taksîmâtına göre o tarihte merkez kazâya (s. 43-44), Doğanhisârı, Yunak, Hatırlı nâhiyelerine (s. 44) bağlı köylerin adları bulunuyor.

İklimine dâir bahiste mevsimlere göre sıcaklığı, ruzgârları ve yağmurları anlatılmıştır.

Aşiretler bahsinde Akşehir'in Saray köyünde çok daha önceleri gelip yerleşen «Karakeçili» aşiretinden (s. 45) ve Cihanbeyli taraflarındaki Kürt aşiretlerinin Hicaz'dan geldikleri belirtiliyorsa da, aslında bunlar Doğu Anadolu bölgesinde yaşarlar iken, 1600'lü yılların sonunda ve 1700'lü yılların başlarında, buralardan daha güneye ve Rakka tarafına sürgün edilmiş insanlar olup 1800'lü yılların ortalarında buralara iskân edilmişlerdir. Rakka taraflarından geldikleri için burada «Hicaz»'dan yani Arap coğrafyasından geldikleri ve tamâmının «Türkçe» konuştuğu da belirtilmiştir. (s. 46)

Ahâlinin kadın-erkek giyim kuşamlarının yukarıda Konya bahsinde bahsolunan tarzda olduğu ancak, bunlardan ayrılan Kürtlerin giyimleri olup, Cihanbeyli Kürtlerinin «yırtmaçlı entari» giydikleri belirtiliyor ki, burada kadınlara ayrı bir bahis açıldığı için, bu yırtmaçlı entari giyenlerin Kürt erkekleri olduğu anlaşılıyor.

Kadınların giyim tarzına gelince: Burada kadınlar «İslâm» ve «Kürd» olarak ikiye ayrılmış ki, burada «islâm»dan maksadın «Türk» olduğu anlaşılıyor. Buna göre «İslâm» kadınlarının «şalvar» ve «fes», Kürd kadınlarının «fes» ve «yırtmaçlı» entari giydikleri, zengin kadınların («İslâm», «Kürd» ayırmaksızın) feslerine altın, fakirlerinin ise «penez» diktikleri belirtiliyor;

«[Kadınlar] hârice çıktıkları zamân yan ve üzerlerine «şelme» taʻbîr ettikleri beyâz yünden maʻmûl bir örtü atarak, yalnız bir gözü görülebilecek kadar kapanırlar. Saçlarını ale'l-umûm 20-30 kadar müteaddid ve ince örüp, arkalarına salarlar. Bunları her vakit çözüp, taramak zahmetine katlanamadıklarından haftalarca bozulmayan saçlar bitlere ve sirkelere (bit yavrusu) makar (merkez, yatak) olurlar». (s. 46)

Akşehir ahâlisi umûmiyet itibâriyle rençberdir; ancak kazâ merkezinde ticâretle iştigâl edenler, kunduracı, fırıncı, semerci, kahveci, hancı, hamamcı, arabacı ve bakkallık yapanlar da vardır.

Akşehirliler kendi menfaatlerini temin bakımından zeki ve cesûr olup, sosyal terbiyeleri ve sosyal bağları noksândır. Son zamânlarda açılan tarz-ı cedîd mekteblere gidenler umûmiyet itibâriyle meʻmûr ve yabancı çocuklarıdır.

Ahâlinin âdetleri Konyalılara benzer fakat Cihanbeyli Kürtleri kızlarını evlendirecekleri zamân oğlan tarafından, kudretlerine göre «tepelik» veyâ «başlık» adı altında para alırlar.

Ahâlinin bâtıl itikâdları arasında «kurşun dökmek», «üzerlik ile tütsülemek», «mavi boncuk takmak», «Salı günü yola çıkmamak», «bıçkı biçmemek», «Pazar günü çamaşır yıkamak», «hastalara yedi çöplükten yedi çöp getirip, bunu çeşme suyuna atıp içirmek», «türbe pencerelerine iplik bağlamak», «Nasreddin Hoca'nın türbesinden toprak alıp, su ile içmek», «ikindiden sonra ekmek, sirke, un, bugurt? ve tuz» gibi şeyleri evlerden çıkartmamak, «sihir» ve «efsûn» gibi hurâfeler çoktur. Difterinin gülyağı ile tedâvi edileceğine inananlar çok olup, tabâbete karşı lakaydidirler. (s. 47) Başlıca köylerde olmak üzere nezâfete riâyet edenler çok azdır. Ancak ahâli umûmiyet itibâriyle beden olarak sağlamdır.

Kasabada harb-i umûmî zamânı istasyon caddesi üzerinde elli yataklı bir hastahâne inşasına başlanmış ise de, ikmâl olunamamıştır. Kasabada iki eczâhâne vardır.

Kazâ merkezinde biri idâdî ve ikisi ibtidâî üç erkek ve biri ibtidâî ve biri ana olmak üzere iki kız mektebi ile kurâ ve nevâhisinde 35 ibtidâî mektebi bulunuyor. Ayrıca 28 medrese var ise de sadece biri faal durumdadır.

Kazâ merkezinde 3 hamam, 5 han ile 4 otel bulunuyor. Yine merkezde bir un fabrikası ile bir zirâî aletler fabrikası vardır. Un fabrikası aynı zamânda kazânın elektriğini de üretmektedir. Etekli ve Alkiras köylerinde de birer değirmen bulunuyor.

Akşehir-Karabulut, Akşehir-Ilgın ve Akşehir-Karaağaç yolları üzerinde birer köprü bulunmaktadır. (s. 48)

Kasaba evleri umûmiyetle bahçe içlerinde ve intizamsız olup, duvarları kireçle sıvanır. Köylerde ise evler kerpiçten yapılıp, üzerleri kamışla örtülür.

Emâkin-i emiriyeden (resmî binâ) olarak merkezde üç kârgîr câmi ile otuz kadar mescid ve hükûmet konağı ve bitişiğinde rutubetli bir jandarma karakolu vardır.

Kazânın hiçbir yerinde lağım tertibatı ve düzenli helâ olmayıp, neredeyse tamamı «çukur» şeklindedir.

Merkez kazâ dâhilinde üç kabiristan olup, hiçbirinin etrafı duvarlarla örülmüş değildir.

Kazâ dâhilinde «Kerpiçlik» denilen yerde bir bataklık olup, ahâlinin sağlığına bir hayli zararlıdır. Yine bazı daha küçük bataklıklar var ise de, bunların kurutulması mümkündür. Köylerin bazılarında da bataklıklar olup, bunların «malarya (sıtma)»ya sebeb olabilme ihtimâli vardır.

Kazâ ahâlisi sularını çeşmelerden içerler; bu sular künkler ile gelmekte olup, eskerisi kırık ve bozuk olduğundan, muhtelif yerlerde âdi sular ile karışmakta olup, ahâlinin sıhhatini tehdîd etmektedir. Ancak kasabaya yakın bazı dağlarda lezîz sular olduğu hâlde, bunlardan istifâde edilmiyor. Akarsu olmayan yerlerde ve bilhâssa Cihanbeyli kurâsında ahâli suyu kuyulardan içerler. (s. 49)

Mevsim hastalıkları

İçilen sulara dikkat edilmediğinden kazâ dâhilinde su ile geçen dizanteri, humma, tifo, ishâl ve askarid ile, temizliğe dikkat edilmediğinden bitlerle geçen tifos ve humma çok vakit başgöstermektedir. (s. 50) Çiçek, kızamık, boğmaca ile özellikle yaz mevsiminde «malarya» (sıtma)» ve fuhuştan mütevellid zührevi hastalıklar dâimî hastalıklardır.

Yerli ebelerin cahilliği ile tahâret ve nezâfete iʻtinâ edilmemesi yüzünden kadınlarda «humma-yı nefasi» (loğusa), seylân ve iltihâb-ı rahmiye gibi hastalıklar çoktur.

Frengi ve fuhşiyat

Gizli olarak fuhşiyatın çokluğu, frenginin artmasına sebeb olduğu gibi, bu fuhuş yüzünden yaralama ve katil gibi vukûât gün geçtikçe artmaktadır. (s. 50)

Verem, çok değilse de eksik de değildir. Malarya (sıtma), çiçek, difteri özellikle Akşehir gölü çevresi, köyleri ve düz ve engin arâziler çok olduğundan, Akşehir bir sıtma memleketi kabul edilebilir. Ahâli artık aşıya alışmış olduğundan çiçek ve difteriye az râstlanmaktadır.

Kolera: «Özellikle su yollarının mazbût ve köylerde hamam olmaması, köylülerin senelerce(!) yıkanmayıp, mülevves bir hâlde bulunuşları ve köylünün her hafta Pazar vesîlesiyle merkez kazâya gelip, büyük bir izdihâm teşkîl etmesi, gerek karayollarından ve gerek şimendüfer yollarından gelebilecek sârî bir hastalığın kolaylıkla intişâr ve tevessüüne sebebiyet vereceği şübhesizdir. Binâenaleyh emrâz-ı sâriye zuhûrunda hastalığın önüne geçmek müşkildir». (s. 50)

Kazâ dâhilinde aklî ve asabî hastalığa tesâdüf olunmamıştır.

Tevellüdât (doğumlar) ve Vefiyât (ölümler)

Doğum ve ölüm bilgileri resmî makamlara bildirilmediğinden bu konuda katʻî bilgi vermek imkânsız olmakla berâber genel olarak ölümlerin %5 ve bu nisbet çocuklarda %50'den fazla olduğu tahmîn edilebilir. (s. 51)

Türbeler ve Ziyâretgâhlar

Bu bölümde (s. 51-55) zikredilen başlıca türbe ve ziyâretgâhlar şunlardır:

34 hicrî tarihinde (m. 654-655) sefer için gelmiş olan Abdülvahab Gazi, Seyyid Mahmud Hayranî ve elbette geniş şekilde Nasreddin Hoca türbelerinden; ve bu türbe vesilesi ile 2 resim resim olup, kitâbelerinden bahsedilmektedir. Bunların hâricinde daha 17 türbe ziyâretgâhtan bahis vardır. (s. 55)

Akşehir'in tarihine dâir bahiste eski isimleri sayılmıştır. «İntükya (انتوکیا)», «Şerare (شراره)», «Antipos» ve «Pise» olduğu, Pise isminin daha sonra «Pisisya»'ya dönüştüğü ve burasının hâlen (o tarih itibâriyle yani 1922) Akşehir'in güneyinde bir köy ismi olduğu ve burasının mîlâdî 4. Yüzyılda Konya, Akşehir, Isparta, Antalya'dan mütekeşekkil Pise devletinin merkezi olduğu belirtiliyor. Bahsi geçen «Pise>Bisse>Çamlı)» ile yine buraya yakın «Dörtkavak» mevkıinde hafriyâtlar yapıldığı, pek çok eski eser ile beraber yüzükler bulunduğu, köylülerin bunları Rumlara sattığı, çıkarılan bir heykelin de İstanbul müzesine gönderildiği belirtilmektedir. Kasabanın daha önceki nüfûsunun 70-80 bin civârında olduğu, çevresindeki Karahöyük, Maʻrûf, Kozağaç, Bermendi, Etekli gibi köylerin de kasabaya dâhil olduğu, kabristanlarının konumundan ve mezârtaşlarındaki yazılardan anlaşılabiliniyor, denilmektedir. Ayrıca Selçukîler devrinde kasabanın adının «Şehr-i Beyzâ» olduğu da ilâve edilmiştir. (s. 55)

Âsâr-ı atîkadan olarak, özellikle Cihanbeyli tarafında «Peribeyli», «Çelenk», «Küçükhasan», «Alahacılı», «Katırlı» köylerinde büyük binâların olduğuna dâir işâretler, büyük mermer taşları olmasından anlaşılıyor. İslâmî devre dâir ise Keykavus bin Keyhüsrev'in veziri «Ali bin Hüseyin» (yani «Sahip Ata»)'in medresesesinden, Maʻruf köyündeki «Hacı Ali Türbesi»'nin artık harâb bir hâlde bulunduğundan, kasabada bulunan iki hamamın faal olduğu, bunların da âsâr-ı atîkadan sayılması gerektiği belirtilmiştir.

Âsâr-ı atîkadan 3 câmi sayılmıştır: «Câmi-i Kebîr» (Ulu Cami), «Yeni Câmi» (İplikçi Câmii) ve «Hasan Paşa Câmii» (İmâret Câmii) ve son câmi içinde «Hacı Ömer Efendi» kütübhânesi olduğu belirtiliyor. (s. 86) Bunların hâricinde artık ne olduğu belirsiz hâle gelmiş ve muhtemelen Selçuklulardan kalmış olan bazı mescid harâbeleri olduğu da belirtilmiştir.

Müteâkiben Akşehir'in tarihi hakkında bilgi verilirken mesele Selçuklulardan itibâren ele alınarak, Selçuklu devletinin kuruluşuna kadar gidilerek, Yukak'ın oğlu Selçuk'tan, Türklerin müslüman olmasından, onların Anadolu'ya gelmesinden ve nihâyet Konya merkezli bir devlet kurmasından (s. 57) ve yukırada da adı geçen Gazi Abdülvahhab dolayısı ile islâmiyetin Akşehir'e girmesinden bahsolunuyor.

Çeşitli anekdotlar (Yıldırım Bayezid'in ilk önce burada Seyyid Mahmud Hayrani türbesine defni ve IV. Murad'ın Bağdad seferine giderken buraya uğraması ve bir ara Ankara ve çevresinde bir idâre kurdukları iddiâ olunan «Ahiler» gibi) ile Osmanlı zamânına da temas edilmiştir. (s. 59)

3) ILGIN

Ilgın bahsinde, yukarıdaki Konya ve Akşehir bahislerindeki plan çerçevesinde, coğrafî bilgi olarak önce hududu, dağları ve irtifâları, gölleri, jeolojik yapısından bahsedildikten sonra (s. 59-61), meâdin bahsinde burada bir mermer ocağı bulunduğu ve işletilmekte olduğu; ormanları, zirâat ile nebâtâtı, kazâ çevresindeki ehlî ve vahşî hayvanlardan sonra, mülkiye taksimâtı olarak Ilgın merkez kazâsına bağlı 43 köy ile «Argıdhanı» nâhiyesinde bulunan 5 mahallenin isimleri zikr edildikten (s. 62) sonra, iklimine dâir bilgiler verilmiştir.

Ilgın'a dâir üzerinde durulması gereken en farklı husûs kaplıcalarıdır. Buna göre Ilgın kasabasının batısında 2 km. mesâfede üzeri örtülü bir kaplıca, Ilgın gölünün kuzeydoğusunda üzeri açık bir bir maʻdensuyu olduğu ve ikisinin de çelik ve kükürtünün az olduğu, 42˚ sıcaklığı bulunduğu, «felç», «nikris» ve «cild» hastalıklarına iyi geldiği umuduyla pek çok ziyâretçi ve hasta geldiği; bunun yanında ahâlinin bu kaplıcaları «hamam» yerine kullandığı ancak bu suyun terkîbinin tahlîl edilmemiş olmasından dolayı, ne dereceye kadar sağlıklı ve faydalı olduğunun bilinmediği de belirtilmiştir. (s. 64)

Ilgın'da 17.453 erkek, 17.419 kadın olmak üzere tamâmı «Türkçe» konuşan 33.872 ahâli yaşamakta idi ki, bu verilerin Konya'nın gerek merkez ve gerek diğer kazâlarına göre erkek-kadın sayısının dengeli olduğu görülüyor.

Ilgın'da ahâlinin genel olarak «elifî» biçimi şalvar salta ve fes giydikleri; bazılarının ise fes üzerine «abanî sarık» sardıkları; kadınların basma ve alacadan bol şalvar, başlarına âbanî yünden imâl edilmiş geniş bir parça ile örttükleri fakat Ilgın'a mahsûs bir giyim (telebbüs) tarzının olmadığı da ilâve edilmiştir.

Ilgın'da sanâyi sayılabilecek tek faaliyetinin kendi ihtiyâclarına yetecek kadar ürettikleri mensûcât gösterilmiştir.

Ahlâk ve maârif:

Özellikle köy ahâlisi, gelip gidenler ve ihtiyâc sâhibleri için hâneler yapıp, misâfir ağırlamaktan «zevk duyarlar» imiş.

Ahâlinin adetleri olarak da (s. 65) düğünlerde tabanca atmak, mayıs aylarında kan aldırmak, sıtmalının dalağını kesmek gösterilmiştir; ahâlinin bâtıl inançlara karşı büyük bir hevesi fakat tıb fennine karşı hiçbir ilgileri olmadığı, bu bâbda tabîbe gitmeden önce muhakkak itikâdlarına göre çâreler aradıkları, bu bâbda «ocaklara» gitmekten geri kalmadıkları, frengi ve «kızıl çiçek»e karşı tütsü yapmaktan geri kalmadıkları, «nezâfet» ve «tahâret»e dikkat etmedikleri anlatılmıştır.

Müessesât

Kasabada erkek ve kızlara mahsûs iki rüşdiye ile Argıdhanı, Rus (روس), Derbend ve Çiğil köylerinde de birer ibtidâî mektebi bulunup, diğer köylerde ise çocukların eğitiminin tamâmiyle köy imâmlarına terk edilmiş olması dolayısı ile kazâda bir maârif teşkilâtı olmadığı fakat biri kasabada ve onüçü de mülhakâtında olmak üzere 14 medrese olmakla berâber bunlardan sâdece ikisinin faal, diğerlerinin ise tamâmen harâb olduğu, Lala Mustafa Paşa Câmii'nin içinde 570 aded kitâbı hâvi bir kütübhânenin de bulunduğu belirtiliyor.

Sıhhiye teşkilâtı olarak: bir hükûmet tabîbi ve sıhhiye memûru, belediyenin bir aşı memuru, bir eczâhâne olduğu, hastahâne ve dispanser bulunmadığı; kasabada üç büyük han ile hamam yerine kullanılan ve yukarıda da bahsi geçen iki kaplıca ile Çavuşlu gölünden akan dere üzerinde sekiz un değirmeni bulunuyor. (s. 65)

Kasaba ve köylerindeki evlerin, birkaç istisnâ hâric, tamâmı gayr-i muntazam olup, temeli taş, üzeri kerpiç ve ahşâb olup, damları kamış ve topraktır. Kazânın hiçbir yerinde lağım olmayıp, helâlar çukurlardan ibârettir. Şehrin kabristanları tamâmen açıkta olup, sıhhate mugâyir haldedirler.

Sıhhat-ı umûmî

Kazâda özellikle Çavuşçu gölünün civârı tamâmiyle bataklık olduğu gibi kasabada da pek çok su birikintileri olup, bunlar da bataklık hâlini almakta ve bataklıklardan mütevellid hastalıklar çoğalmaktadır.

Kasabada içilen su Bolcuk dağındaki Bolcuk suyundan gelmekte olup, bu suyun sıhhati hakkında tıbbî ve kimyevî hiçbir bilgi yoktur. Ancak daha önce künkler ile gelmekte iken, yakın zamânlarda dökme borular vâsıtasıyla getirilmekte olduğundan, en azından kasabaya gelene kadar sâfiyeti muhâfaza edilmiştir. Kasabada otuz kadar çeşme vardır. Köylerde ise çoğunlukla kuyu ve dere suları içilmektedir. (s. 66)

Hastalıklar

Kazâ dâhilinde buraya mahsûs bir hastalık yoktur. Kış mevsiminde zâtü'l-kasabât (bronşit), zâtü'r-re (zâtürre), zâtü'l-cenb (akciğer hastalığı) ve romatizma; yazın ise muhtelif hazımsızlıklar ile göz hastalıkları ve bilhâssa trahom oldukça yaygındır.

Çiçek: Ahâlinin aşıya olan rağbeti oldukça fazladır; fakat köylerde çiçek hastalığı istilâ hâlini alıncaya kadar vukûât merkeze bildirilmemektedir; Frengi ve fuhuş: Kazânın her tarafında frengi görülmekte ise de, henüz müstevli olmuş değildir; Malarya (sıtma): Kazâ dâhilinde en yaygın hastalık olup, bunun da sebebi bataklıklardır; kazâda şimdiye kadar aklî ve asabî hastalık tesbit edilmemiştir; Harb-i Umûmî'den sonra «lekeli hummâ» kazâda oldukça büyük bir tahrîbât yapmış olup, «kolera» zuhûr etmemiştir.

Kazâ dâhilinde tevellüdât (doğum) %10, vefiyât (ölüm) ise %25 nisbetinde olup, çocuk ölümleri %40'dan aşağı değildir. (s. 67)

Kazânın tarihine dâir şimdiye kadar yazılmış bir şey yoktur. Lala Mustafa Paşa tarafından yaptırılan bir câmi, medrese ve evkâfından harâb bir hamâmdan başka bir şey yoktur. Kasabada ziyâretgâh olarak Şeyh Bedreddin, Şeyh Vefâ, Turabî Dede, Çavuş Baba, Hacı Satılmış, Zencir Baba türbeleri olup, «mahall-i münâcânidir». (s. 67)

4) SAİDİLİ NÂM-I DİĞER KADINHANI

Saidili (Kadınhanı) Kuzeyden Haymana, doğudan Koçhisar ve Aksaray, güneyden Konya merkez kazâsı ve Ilgın, batıdan yine Ilgın ve Akşehir ile çevrili olup, tren yolu üzerinde olup, kazânın umûm manzarası bir ova şeklinde ise de, güneyinde bazı az yüksek dağlar olup, diğer kısımları aslında bir çöl hükmündedir. Kazâ dâhilinde 15-16 km. cereyândan sonra kaybolan Ilgın çayı ve daha az bir mesafeden sonra kaybolan Gözlü çayından başka bir nehir yoktur. Bu çayların mecrâsının bazı mahallerinde bataklık ve sazlık meydana geldiğinden özellikle çevresindeki köylerde «malarya (sıtma)»ya sebeb olmaktadır. Kazânın Koçhisar hudûdunu teşkil eden tuz gölünden başka gölü olmayıp, bu civârdaki «Yavşan» köyü bir memleha hükmünde olup, burada aynı zamânda bir memleha idâresi vardır.

Kazânın arâzi yapısı taşlık ve kumluktan ibâret olup, Ladik köyününün Kurşunlu mahallesinde «civa» madeni olup, güneyinde orman kabilinden bir kısım koruluklar bulunuyor. Kazâ dâhilinde buruya mahsûs herhangi bir ehlî ve vahşî hayvan ile yine buraya mahsûs özel bir bitki yoktur. (s. 66-69)

Saidili kazâsı: merkez kasaba, İnevi ve Yeniceoaba nahiyeleri ile merkezinde 14 mahalle ve 28 köyü; İnevi nâhiyesi 13 köy, Yeniceoba 10 köyden ibârettir.

Kazânın iklimi umûmiyet itibâriyle mutedil olup, dört mevsim hükmünü icrâ ederse de kışları daha uzun sürer. Yazın sıcaklık en çok +30˚, kışın ise -25˚ olabilir. Kazâ güney ve kuzey ruzgârlarına açık olup, yağmur çokça yağar.

Kazâ dâhilinde 35.000 kişi yaşayıp, bunun 20 binden fazlası Türk, 4 bin kadarı Kürt ve diğerleri Çerkes ve Yörüktür. Bunların tamâmı Türkçe konuşmakla berâber, Kürt ve Çerkeslerden kendi lisânlarını konuşanlar da vardır. (s. 70)

Kazâ ahâlisinin umûmu erkekler: uzun bir palto, uzun şalvar, pantolon, bellerinde şal kuşak, mintan ve fes üzerine ağbânî sarık; avâm takımı ise ağbânî yerine yemeni, şal yerine âdi kuşak sararlar. Kadınlar ise büyük bir başörtüsü ile geniş ağlı şalvar gibi don giyerler.

Ahâlinin tamamı rençber olup, yalnız Ladik köyünde halı ve seccâde dokunur.

Ahâli umûmiyet itibâriyle «mutîʻ» ve «mütevekkil» olup, maarif tamâmen ibtidâidir; ancak %5 nisbetinde okuma yazma bilirler.

Ölenlerin arkasından bütün mahalle ahâlisinin matem tutması âdettir. Ocak ve üfürükçülere itikâdleri olup, tabâbete karşı rağbetleri çok azdır. Temizliğe fazla ehemmiyet vermezler fakat, bataklık bölgeleri insanları hâric diğerleri gürbüz yapılıdır.

Müessesât

Kazâda bir doktor ve küçük bir sıhhiye memurundan başka, sıhhiye teşkilâtından hastahâne, dispanser, eczâhâne yoktur.

Kasabada birer erkek ve kız ibtidâî mektebi olup, köylerdeki mekteblerin tamamı imamlar tarafından idâre olunur.

Kasabada iki han ve henüz tamamlanmamış bir hamam, Kozaklı köyünde motorla çalışan 1 ve birkaç su değirmeni bulunuyor.

Kazâdaki bütün evler tek katlı ve kerpiçten inşa edilmiş olup, bütün zeminler ve tavanlar tamâmen topraktır; köy evleri ise harâb bir manzara teşkîl eder. (s. 72)

Kazâ dâhilinde, kasaba ve köylerdeki bütün helâlar mecrâsız olup, tamâmı çukurlar üzerine kurulmuştur.

Kasabada üç kabristan olup, tamâmı kasabanın içindedir; köylerdeki kabristanlar ise umûmiyet itibâriyle 10-15 dakika mesâfede olup, tamâmı açık mahallerde ve duvarsızdır.

Sıhhiye

Kazâ dâhilinde en büyüğü Yeniceoba karyesinde bulunan büyük ve diğerleri yağmur sularından mütevellid birkaç bataklık bulunup, bunların suyunun akacak mecrâsı yoktur. En önemli bataklıklar İnevi, İnsuyu arası, Helkanlı, Atlandı, Kolukası ve Gözlüdere dâimî bataklıklardır.

İçme sularının tamâmı neredeyse kuyulardan elde edilir. Akarsu mecrâları sıhhate uygun olmayıp, hiçbir yerinde demir boru yoktur. Kadınhanı'nın suyu kilislidir.

Kazâda yazın malarya (sıtma)nın ve kışın teneffüs (solunum) hastalıklarının tamamı görülür. Son onbeş senede bir çıban türünün dâimî bir hâl aldığı fakat buna dâir bir tedkikât yapılmadığı anlaşılıyor. Çiçek ve dizanteri pek nâdirdir. Sıtma daha çok Yeniceoba, İnevi, Gözlü, Zengi, Umran-ı Hamidî, Atlandı ve Helkanlı köylerinde görülüyor. Kazâda fuhşa çok nâdir râstlandığından, frengi de yoktur. Kazâda «emrâz-ı sâriye» (bulaşıcı hastalık) yok ise de, lağımların olmaması yüzünden olması mümkündür.

Ahâlinin doğum ve ölüm vukuâtını bildirmemesi yüzünden hakiki bir istatistik vermek mümkün değildir. Buna rağmen 10 doğuma nisbeten 15 kadar ölüm olduğu varsayılabilir. Harb dolayısı ile 5-6 senedir hiçbir istatistikî bilgi alınamıyorsa da, ölümlerin doğumlara göre fazla; çocuklarda ise daha fazla olduğu kesindir. Bataklık yerlerde ölümlerin daha fazla olduğu görülüyor.

Kazâ önemli bir hadisenin cereyân etmemesi yüzünden kayda değer bir tarihi olmadığı gibi, hiçbir âsâr-ı atîkası da yoktur; ancak Çürüksu köyünde bazı mağaralar bulunduğu, bazı yerlerde Bizans altınları çıktığına dâir rivâyetler vardır. (s. 74)

Konya Sâlnâmesi (1330), s. 165-169, 258-267, 304-305, 330-339

«beliyye»: felâket

Konya Sâlnâmesi (1330), s. 185-188, 277-279, 308, 344-345

Mehmet Yılmaz, «Cihanbeyli Aşiretinin Konya Havâlisine İskanı», Konya Kitabı, XVII, Konya 2019, s. 369-379

«penez»: altın süsü verilmiş, parlak metal para

«şelme»: örtü, şal

solucan

Bahsedilen bölge Pisidia olup, Pise denilen yer de «Bisse» köyüdür, bk. Köylerimiz, Ankara 1928, s. 830, bu köyün adı günümüzde Akşehir'e bağlı «Çamlı» köyüdür, bk. Köylerimiz, Ankara 1968, s. 622

Yukak (یقاق) dediği Selçuklu devletine ad veren Selçuk Bey'in babası Dukak'tır, bk. M. A. Köymen, Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi, I, Ankara 1979, s. 6

Konya Sâlnâmesi (1330), s. 209-210, 286, 316-317

Köylerimiz, 1928, s. 829'da «Reis (رئیس)» isimli Akşehir'e bağlı bir köy var, Rus imâsıyla yazılan köyün burası olması lâzım gelir.

Lala Mustafa Paşa: aslen Bosna'nın Sokol köyünden olduğu, bir şekilde saraya intisâb ettiği, küçük memuriyetlerle başladığı devlet hizmetinde, özellikle Sokollu Mehmed Paşa'nın da kayırması ile yükseldiği, paşa ve vezir olduğu, Kıbrıs, Şirvan ve Gürcistan fatihi olarak bilindiği, Kanunî'nin oğulları arasındaki kavgalarda mühim rol oynadığı, sadaret kaim-makâmlığına kadar yükseldiği fakat bütün hedefinin sadrazamlık olduğu bilinen Osmanlı devlet adamı. bk. Şerafettin Turan, «Lala Mustafa Paşa…», Belleten, XXII/88, s. 552-593; C. H. Fleischer, Tarihçi Mustafa Âli: Bir Osmanlı Aydını ve Bürokratı (trc. Ayla Ortaç), İstanbul 1996, s. 40-57, 77, 81-91; Necati Elgin, “Lala Mustafa Paşa ve Ilgın’da Yaptırdığı Cami, İmaret ve Han”, Konya Halkevi Kültür Dergisi, XI/120-121, Konya 1948, s. 51-54