Gazetesini almış her zamanki gibi otobüste en ön koltuğa oturmuştu. Bir taraftan şoförle muhabbet ederken, bir taraftan da gazetedeki haberlere göz gezdiriyordu. Üçüncü durakta her gün olduğu gibi tekerlekli sandalyesiyle bekleyen engelli küçük çocuğu göründüğünden ise, yine Metin beyin canı sıkılmıştı. Kendi kendine-"Yine bununla zaman kaybedeceğiz"-diye söylenmeye başlamıştı. Otobüs durunca, yardımsever iki vatandaş indi ve tekerlekli sandalyenin iki tarafından tutup, çocuğu otobüse bindirmişlerdi. En ön tarafta boşluk olduğu için ise, engelli çocuğu tamda Metin beyin koltuğunun yanına bırakmışlardı...
O an burnunu tuttu sinirle... Ve "Bu ne koku be evladım. Hiç mi yıkanmıyorsun. Ben her Gün seni çekmek zorunda mıyım? Üstelik her gün otobüse inip bindirilirken, on dakikamı çalıyorsun benden" dedi. Çocuk susmuş, otobüsteki insanlara rezil olduğunu düşünüp ağlamaklı olmuştu. Şoför adamı sakinleştirmek için," Deme öyle abi. Kimsesi yok bu çocuğun. Harabe bir evi var hepsi o..."deyince oncu da terslemişti. Çocuk biran Metin beye bakınca, "Bak bak hiç utanmakta yok. Birde cevap verecek ukala" diye azarlamıştı adam. Çocuk diyeceği sözleri içine atmış ve yol boyunca sessizce ağlamıştı. Meyin bey o günden sonra o engelli çocuğu bir daha asla otobüste görmemiş, birkaç sabah "Oh be kurtuldum" diye geçirmişti içinden. Ve zerrece de önemsemişti yaptığı şeyi...
Uzun yıllar sonra yaşadığı şehirde çok büyük bir deprem olmuştu. Ve yaşadığı ev yıkılmış, ailecek evin enkazından zor kurtulmuşlardı. Metin bey ise en çok hasarı alan kişiydi o enkazda bacakları üzerine düşen bir kolon onu ömür boyu yürümekten mahrum bırakmıştı. Depremden bir sene sonra ise eşini kaybedince kolu kanadı kırılmıştı. İki oğlu da evlenince engelli yaşlı bir babaya bakmak onlara ağır yük gibi gelmeye başlamıştı. En sonunda iki kardeş kafa kafaya verip babalarının gözyaşlarına aldırmadan onu huzur evine yatırmaya karar verdiler...
Metin bey kimsesizliğin yükünü yüreğinde hissetmeye başlamıştı. Yıllar geçmiş ama oğulları bir defa bile ziyaretine gelmemişti. Artık tutmayan ayakları sebebiyle başkalarına yük olmanın azabınızda çekiyordu. İstediği anda duş alamadığı içinde kendi kokusundan bile iğrenmeye başlamıştı... Tüm bunları düşünüp bir köşede gözyaşı döktüğü bir gün, kırklı yaşlarda olan huzur evinin müdürünün yanına yaklaştığını görmemişti. Nazik bir ses tonuyla konuşmaya başlamıştı sonra adam. "Amcacım neden ağlıyorsunuz? Yoksa burada rahatsız olduğunuz bir şey mi var? Yemekleri mi beğenmiyorsunuz yoksa?" diye sormuştu. Metin bey ise, "Yok evladım. Engelli olduğum için onca senelik evlatlarım beni hakir görüp buraya yerleştirdiler. Bir defa bile arayıp sormadılar. Bir insana yük olmak nedir bilirmisin sen? Karşındaki tarafından hakir görülmek nedir bilimisin? Bilseydin işte o zaman anlardın beni" diye cevap vermişti.
Müdür bey ise derin derin iç çektikten sonra, " Bilirim amca... Hem de çok iyi bilirim. Demiş ve davam etmişti. "Bende bir zamanlar senin gibi tekerlekli sandalyeye mahkumdum. Kimsesizdim Devlet tarafından bir hak tanınmıştı bana. Bir yıl boyunca fizik tedavi görürsem yürüyebilme ihtimalim varmış. Her gün bir otobüs şoförü beni parasız götürüp getirmeyi kabul etmişti. Sabah erkenden otobüse biner fizik tedaviye giderdim. Her sabah otobüste bir adamla yan yana gelirdik. Bir gün benden çok rahatsız olmuş olacak ki, pis koktuğumu söyledi onca insanın içinde. İnan bana kaldığım tek odalı yıkık dökük bir evdi ve banyosu bile yoktu. Bunu bilmeden etmeden rezil etti beni. Benim yüzümden zaman kaybettiklerini söyledi... Bu halimden dolayı kınadı beni. Nasıl canım yandı bilemezsin. O yüzden seni en iyi ben anlarım... Bir şey söylemek geldi içimden o adama... Yine azarladı beni. İçime attım söyleyemedim. Sonra bir yıl boyunca o otobüse bir daha hiç binmedim. Sabah ezanında kalkıp, tekerlekli sandalyemi karda, çamurda kendim sürerek gittim fizik tedaviye...
Metin bey bir an müdüre arkasını dönmüştü. Kendisinden bahsedildiği anlamış ve gözyaşlarına hakim olamamıştı. En sonunda hıçkırıklarının hafiflediği bir anda, “Peki evladım o gün ne söylemek geçmişti içinden? Ne demek istemiştin o düşüncesiz adama?” Diye sormuştu. Müdür bey ise seneler öncesine gitmişti o anda dudaklarından şu cümle döküldü. "Kınama amca... Çünkü kınadığını yaşamadan ölmezmiş insan...