1920’den 2012’ye kadar 75 Milli Eğitim Bakanı görev almış. Bu süre içerisinde bakanların ortalama görev süreleri 1,2 yılı geçmemektedir. En uzun görev yapan bakanlar Mustafa Necati Uğurel (1925-1929) 4 yıl, Hasan Ali Yücel (1938-1946) 8 yıl, Tevfik İleri (1950-1953) 3 yıl, Hüseyin Çelik (2003-2009) 6 yıldır. Aynı yılda en az 4-5 bakanın değiştiği dönemleri de dikkate alırsak milli eğitimde temel politikaların oluşumu ve uygulanmasının ihtimal dahilinde olması çok gerçekçi değildir. Ki zaten öylede olmuştur. Bir diğer önemli hususta bakanların büyük çoğunluğunun eğitim kökenli olmamasıdır. Mesela 1987’den bu tarafa görev alan bakanlardan sadece ikisi eğitim kökenlidir. Avni Akyol ve Hüseyin Çelik.
Eğitim bir ülkenin geleceği ile doğrudan ilişkili bir olgu ve bir ülkenin gelecekte abat mı berbat mı olacağının en temel belirleyici bir unsuru olduğundan önemlidir, önceliklidir. Ne yazık ki ülkemizde eğitim politikaları popülist ve ideolojik yaklaşımların kurbanı olmuştur. Bunun neticesindeki olumsuzluğu da yine ne yazık ki millet olarak çektik hatta çekmeye de devam ediyoruz.
Eğitim alanında atılan her adım, sistem değişiklikleri, içerik değişiklikleri (müfredat), teknoloji kullanımı v.b neslin yetişmesinde belirleyicidir. Bunların belirleyiciliği önemlidir önemli olmasına da asıl belirleyici unsur hiç şüphesiz eğitimcidir. En muteber sistem, en doyurucu içerik, en son teknoloji öğretmen olmadan eksiktir, yetersizdir ve hatta hiçtir.
Ruh tenden ayrılınca ortada kalan ceset bir an evvel kurtulunması gereken bir metaya nasıl dönüşüyorsa, eğitimcisiz sistem, içerik ve teknolojide öyle bir metadır. Siz eğer sistemi, içeriği ve teknolojiyi yüceltir ana unsur yapar, sistemi benimseyecek, içeriği sunacak ve teknolojiyi kullanacak eğitimciyi yan unsur haline getirirseniz korkarım boşa kürek çekmiş, yorulmuş ve hiçbir mesafe alamamış bir kayıkçıya dönersiniz.
Eğitimci şimdiye kadar yetersiz kalmış olabilir, yaptığı işten doyum alamamış olabilir, donanım açısından kendisini yenileyememiş olabilir, dışlanmış ve sahipsiz kaldığını düşünmüş olabilir, motivasyon eksikliği duymuş olabilir ve buna benzer daha sayabileceğimiz birçok şey olabilir.
Bunların hepsinde sadece öğretmeni suçlu görmek, onu yermek ve yargılamak sorunu çözmek değil sorunu çözümsüz bırakmak demektir. Öğretmeni anlama yerine, onunla birlikte düşünme, onunla birlikte çözüm arama yerine, onu haşlayarak, onu adeta yok sayarak, tehdit algısına yol açacak yaklaşımlar sergileyerek, parmak sallayarak, hımm diyerek çözüm üretilemez. Bu yaklaşımla eğitiminde eğitimcinin de sorunu asla çözülemez.
İyi şeyler düşünüyor, değişimin öncülüğünü yapıyor, çözüm için radikal adımlar atıyor, reformist yaklaşımlar sergiliyor olabilirsiniz fakat eğitimciyi bu işin içine çekmez/çekemezseniz bir yere varmanız mümkün değildir.
Bütçeden eğitime ayrılan payın birinci sıraya oturtulması, derslik ihtiyaçlarının hızlı bir şekilde giderilmesi, donanım açısından ciddi mesafelerin alınması elbette ki takdir edilen bir husustur. Bunlara kimsenin bir diyeceği yoktur ve olamazda. Ancak ana unsur olan eğitimciyi görmezden gelirseniz boş saraylarda, kaşanelerde caka satmaktan öteye gidemezsiniz.
Şayet siz çağın insanını yetiştirmek istiyor, bir medeniyet tasavvuru tasarlıyorsanız eğitimciyi motive etmeden bunu asla başaramazsınız.
Bataklıktan, kokuşmuş ve çürümüşlükten insanlığı zümrüt tepelere çıkaran anlayışa ihtiyacımız vardır. Unutmayınız ki o anlayışta parmak sallama anlayışı yoktur, sevgi ve anlamaya dönük bir anlayış vardır. Peygamberi bir anlayış vardır.
Elbette ki her şey para değildir. Lütfen öğretmeni üç kuruşun hesabını yapıyormuş gibi bir duruma düşürmeyin.