Türkiye ilginç bir ülke… Özellikle yönetime aday siyasi kurumların topluma sunduğu tartışma ve gerilim konuları şaşırtıcı olmaya devam ediyor. Dünya, kendi toplumuna refah sağlamak, itibar kazandırmak, ileriye gitmek, kısacası “muasır medeniyet seviyesi” ne çıkabilmek için yoğun bir mücadele vermeyi kendisine düstur edinmişken, ülkemizde en önemsiz konuların bile hayati tartışma konuları haline gelebileceğini hayretle ve ibretle izliyoruz.
Bu hayret ve ibret verici tartışmalardan birisi de, 12. Cumhurbaşkanlığı Seçimi sonrasında tanıştığımız “Ak Saray” oldu. Her zaman karşılaştığımız düzeneğe uygun şekilde son derece masum ve insani bir “kılıf” içine sokulmuş eleştiri oklarının gerçek niyetleri gizleyebileceğine dair hiç şüphesi olmayan kişilerce fırlatılması, ortalama insanların kendilerine “Acaba biz mi çok safız, yoksa karşıdakiler mi bizi böyle sanıyorlar?” sorusunu sormaya itiyor. Böyle bir zamanda, ülke ekonomik zorluklar içindeyken ve “Çankaya Köşkü” gibi Türkiye Cumhuriyeti’nin sembol bir mekanı da hala sapa sağlam yerinde duruyorken nereden çıktı bu “Ak Saray”? Sadece bir sütununa bilmem kaç tane maden işçisi ücretinin karşılık geldiği gibi, çok “hafife kayan” toplumu yönlendirme temelli değerlendirmelerin ardı arkası kesilmiyor. Hatta böyle bir yapının ortaya çıkışını teknik olarak değerlendirme yeterliliğine sahip bir kesim olan mimar camiası temsilcilerinin, Ak Saray için yaptıkları benzetme, “Alaturka Tuvalet” şeklinde bile olmuştur, olabilmiştir! Tam da bir uzman tarafından yapılacak bir değerlendirme! İnsanı pes dedirtecek bir vahamet taşıyor ülkemiz uzmanlarının bu hali!
Osmanlı’nın Batı’dan borç alarak inşa ettiği Dolmabahçe Sarayı’na atıf yapılarak, israf çılgınlığının toplum kesimlerinde olumsuz bir algı oluşturması yönündeki çabalar, belki de tartışmanın en “ipe sapa gelir” boyutudur. Burada bile özensiz bir beyanat var. Osmanlı’nın söz konusu sarayı inşa edişi dönemi ile günümüz Türkiye’sinin durumunu benzeştirmeye çalışmak, olsa olsa Türkiye düşmanlarının tarih boyunca sürdürdükleri çabalara destek olma gafletine düşmektir. O dönemin Osmanlı’sı, Emperyal Dünya’nın yutmak için fırsat kolladığı, hedef yaptığı ama aynı zamanda hiçbir hükmünün ve etkisinin neredeyse kalmadığı bir durumdaydı. Bugün ile o dönem arasında benzerlikler var, doğru! Ama benzerlik, o dönem Osmanlı’ya düşman olan ve yutmak için fırsat kollayanlar ve destekçilerinin bu gün de hala var olmalarıdır. Belki de bugün eskiye göre çok daha güçlüler. Ama benzemeyen tarafı da var bu iki dönemin: “Hasta Adam” Osmanlı yok artık, Dünya’nın en güçlü 20 ekonomisinden birisi olan bir Türkiye var. Dünya’nın en büyük caydırıcı güçlerinden birisi olarak kabul edilen, her geçen gün kendisini yenileyen, kendi teknolojik yenilik ve gelişimlerini ülke içi kaynaklarıyla büyük oranda temin edebilen, çağdaş ülkelerin orduları gibi demokrasi kültürünü artık özümsemeyi başarmış bir silahlı kuvvetlere sahip. Velhasıl, ülkenin bütün kalelerinin zapt edildiği, tersanelerine girildiği bir dönemden, etrafında olan bitenlere dahi müdahil olan, başkalarının yörüngesinde gezinen bir uydu olmaktan çıkıp kendi yörüngesinde olan bitenlere kendi görüşüne aykırı fiillere karşı dik bir duruş sergileyebilen bir ülke haline gelmiştir Türkiye. Bütün tuzak ve engelleme girişimlerine rağmen büyümeye, gelişmeye ve ezilen, sömürülen mazlum insanlık için bir umut olmayı tekrar başarabilen bir Türkiye var artık.
İşte, “Bu ahval ve şerait içinde” yeniden Büyük Türkiye inşa edilirken, yaşanan gelişimin sembolü olarak, üstelik Cumhuriyet’in kalbi olan Ankara’da bir prestij yapıya akla, izana sığmayan eleştiriler yapmak ne kadar anlamlıdır? Aslında bu kronik eleştirme hastalığı sahiplerinin gerçekte başka hedefler içinde olduklarını bilmek gerekiyor. Köprü yaparsınız, istemezler. Tüp geçit yaparsınız, saçmalık derler. “On Yılda”, yetmiş beş yılda yapılanın birkaç katı duble yol, oto yol, okul ve derslik yaparsınız, çevreci dürtüleri depreşir bu insanların. Kamu kaynakları kullanmadan Dünya’nın en büyük hava limanlarından birisini yapmak istersiniz, “yolsuzluk hıçkırığı”na tutulurlar. Ne zaman hayırlı bir gidişat görülse, hemen baş kaldırır, “elit bir Vandalizm” senaryosunu sahneye koyarlar. Ve daha niceleri…
Aslında bu hastalık sahiplerinin istedikleri, yeniden Büyük Türkiye yolculuğunda kendilerinden iktidar sahibi olma fırsatını esirgeyen aziz millete haddini bildirmektir. Bu sözde asil ve soylu sınıf, “Nasıl olur da, Anadolu’nun saf çocukları böylesine büyük bir ülküyü gerçekleştirebilirler?” sorusunu sormaktadırlar. Çünkü onlar ayni bugün iktidar emanetini üstlenen milletin temsilcileri, birer “baldırı çıplak”, sözü ve görüşü olmayan, olmaması gereken eğitimsiz ve cahil topluluk! Sadece güdülecek bir sürü! Nasıl olur da iktidarı işgal ederler ve hatta başarılı olabilirler? Hazmedemedikleri işte bunlar…
Gerçek niyetlerini gizleyebileceklerini düşünerek, “ağaç sevgisiyle” gezi direnişini organize ederler. Aziz millet 100 Milyar dolar zarar görür, oysa Ak Saray sadece, 1.4 milyar Türk Lirasına mal olacak. Anayasa kitapçığını fırlatırlar, elit sınıf gönlü hoş olsun diye, ülkemiz insanı bir gecede yarı yarıya fakirleşir. Bankaların içini boşaltırlar, milletin 40 milyar dolarını cebe indirirler. Oysa Ak Saray sadece 1.4 milyar Türk Lirasıdır.
Aynı hastalık sahipleri, işlerine gelmeyince kendi yaptıklarını ise çok olağan bir durum gibi görmekten de geri kalmazlar. Gezi ağaçları için bütün ülkeyi “kurban” etmeye kalkanlar, Yalova’nın “Ulu çınarları” köklenirken sade yutkunurlar. Muhterem Mimarlar Odası ve diğer büyük uzmanlık sahipleri, “korunması gerekli bir kültür varlığı” olan Atatürk Orman Çiftliği’ne inşa edilen bir “Prestij Anıtı” olan Ak Saray için olmadık davaları açma yarışına girerlerken, Sultan Alaeddin Keykubad’ın mirası olan Konya’daki Alaeddin tepesine inşa edilen mübarek “Subay Orduevi” için acaba kıllarını kıpırdatmışlar mıdır? Öyle ya onlar birer “tatlı su Demokratları”dır. Postal görünce “paydos!” etmek de marifetleri arasındadır.
Bırakınız, emanet sahibi insanlar emanete sahip çıksınlar. Bırakınız, “Yeniden Büyük Türkiye” özlemini gidersinler aziz milletin. Yeniden Büyük Türkiye için Yeni Türkiye’nin kalbinde bir şaheser gerekli. Ne kadar maliyetli de olsa, aziz millet ülkesinin itibarı için geçmişte olduğu gibi bugün de fedakarlık yapmaya hazırdır.
Sağlıcakla kalın!