Ey! Badısabah. Uğrarsa yolun semtiharemeyne! Selamımı arzeyle resulüssakaleyne. Ona olan hasret kelimelerle anlatılmaz elbet. Hiçbir sevgili onun kadar sevilmedi. Hiç kimse onun kadar özlenmedi. Ona; yollar hasret! Yıllar hasret! Güller hasret! Kullar hasret. Bende düştüm bir hasretin içine. Yıl 2007. O yıllar; bir ekmeği ikiye bölüp yarısıyla yetinilip medineye gidilebilen yıllardı. Bir akşam namazı vakti hocam garip bir sevinçle camiye geldi. Sevincinin sebebini sordum? Beni müftü bey umreye gönderiyor! Dedi. O yıllarda en çok önemsediğim, sevdiğim insan; hocam resule gidecekti. Keşke onunla bende gidebilseydim. O kadar kıskandım ki hocamı! Aslında daha yaşım 17 idi. Çocuk sayılırdım. Üstüne üstlük engelliydim de. Benimkisi haline bakmadan tam bir cüretkarlıktı belki. Ama anlamlandıramadığım bir sevdaya düşmüştüm. Azmettim! Bir gün; ya Resulullah! Halime bakmadan işte bende geldim! Diyecektim. Artık kimi görsem, kiminle tanışsam bu hasretimi dillendiriyordum. Bir farkındalık oluşturabilme adına çabalıyordum. Bir gün üniversitenin BESYO bölümünde okuyan abilerle tanışmıştım. Onlar; kutlu doğum etkinliği adına üniversitede bir program gerçekleştirecek ve o programda bana Kur’an-ı Kerim okutacaklardı. Bu sebeple de onlarla sık bir araya geliyordum. Onları çok seviyordum. Programdan sonra bana: kardeşim! Senin ızdırabına şahit oluyoruz! Senin Umre’ye, Medine’ye gitmeni çok istiyoruz! Bizimde bir katkımız olsun! Deyip elime 331 TL verdiler. Ben öylesine duygulanmıştım ki! Onlar; öğrenci halleriyle beni Medine’ye göndermek için belki de ceplerindeki son harçlığı veriyorlardı. Günler geçiyor ve beni Medine’ye götürecek param birikiyordu. Tek engel para sanıyordum. Param birikirse gidebileceğimi düşünüyordum. Bir sabah; müftülüğün telefonunu çevirdim. Halimi arz edip Umre’ye gitmek istediğimi beyan ettim. Telefondaki sesin beni kucaklayacağını: ne demek kardeşim! Senin gibi bir kardeşimiz Umre’ye gitmek ister de biz nasıl yardımcı olmayız! Diyeceğini sandım. Öyle olmadı. Telefondaki ses bir Ermenek şivesiyle: Gardeşim! Bu iş gönül meselesi! Oralar çok galabalık! Biz kime diyelim de seni götürtelim! Şahsen ben gidecek olsam ben bile götüremem! Diyerek gayet samimi bir karşılık verdi. Amma ben böyle bir karşılık beklemediğimden; müthiş bir yıkıma uğradım. Demek ki; tek engel para değildi. Şimdi karşımda daha çetin bir engel vardı! Elimden tutuverecek, oralarda beni idare ediverecek bir insan engeli. Cemaatimizden bir amcamız şöyle dedi bir gün: yahu Mustafa! Zaten gözlerin görmez! Oraları görmekte sevap! Ha! Sayüstü camisi! Ha Kabe! Gözün görmedikten kelli ne fark eder senin için! Deyivermişti. Amma ben oralara hiçbir zaman daha fazla sevap almak için gitmek istememiştim ki. Çok merak ediyordum Kabe’nin kokusunu, Ravzayımutahharanın ihtişamını! Efendimizi; Medine’de hayal etmek! Mescidinebevinin ezanlarını dinlemek! Mescidinebinin imamı: şeyh Hüseyin Elişşeyhin arkasında bir akşam namazı eda etmek. O zamanlar; belki de çocukluğumun verdiği saflıktan mıdır bilmem ya; öyle kolay kolay pes etmezdim. Bu sefer umre şirketlerine halimi arz eden mailler atmaya başladım. Bir Cuma günü camide açtım ellerimi rabbime; dedim ki: yollarımı açmayacak mısın daha! Diyerek bir niyazda bulundum. Aynı günün akşamında telefonum çaldı. Kocaeli’nden bir umre şirketinden bir bayan mailimi okuduğunu ve beni memnuniyetle umreye götürebileceklerini söylüyordu. Öyle heyecanlandım ki! Uçuyordum sevinçten. Allahım! Gidiyor muydum yani ben Medine’ye! Yani açılıyor muydu hayal perdelerim. Pazartesi günü pasaporta başvurmak için emniyet müdürlüğüne gittim. Hiç unutmam; emniyet müdürlüğünde pasaporttan sorumlu bir Bedri bey vardı. Bana dedi ki: kardeş! Senin yaş küçük! Sana pasaport verebilmemiz için anne ve babandan muvafakat belgesi almamız gerekiyor! Dedi. Haydi buyurun cenaze namazına derler ya! Al sana koskoca bir engel daha? Anam yanımdaydı amma babam Romanya’daydı. Pasaporta başvuramadan eve geri döndüm. Babama bir muvafakat name fakslamasını rica ettik. Neyse ki babam birkaç gün içinde muvafakatnameyi gönderdi. Pasaporta tekrar başvurmaya gittim. Gülen yüzünü hiç unutmadığım Özcan Marancı abi bastı pasaportumu. Pasaportu kargo ettik Kocaeli’ne, malum umre şirketine. Yusuf Özakın hocamda bir ihram hediye etmişti. Öyle ki: akşamları bile ihramı kucaklar öyle uyurdum. Umre şirketinden artık felan tarihte gidiyorsun! Diye telefon beklerken; şirket sorumlusu bayan: Mustafa kardeş! Sana vize alamadık! Bize amcanın ya da dayının pasaportunu gönder! Demez mi. Sanki ben çabaladıkça Medine yolları benden uzaklaşıyordu. Dayıma pasaport çıkarttırabilmek için rica ettik. Dayımda pasaportu çıkarmaya razı oldu. Gittik pasaport bürosuna. Büroda tanımadığım amma son derece sert bir memur vardı. Dayıma sert bir biçimde pasaportu ne amaçla almak istediğini soruyordu. Dayımda hasbelkader cevaplar veriyordu. Adam pasaportu yarın alın! Deyip bizi gönderdi. Barut gibi gerilmiş bir vaziyette ayrıldık pasaport biriminden. Ertesi gün dayımın çalıştığı yere gittim. Niyetim dayıma pasaportu aldırır aldırmaz umre şirketine bir an önce kargolamaktı. Dayımı pasaportu almak için emniyet müdürlüğüne gönderdik ama dayım geri dönmedi. Bir saat bekledim dayım yok, iki saat bekledim dayım yok. Öğrendik ki; dayım bir isim benzerliği neticesinde bir suçtan tutuklanmış pasaport bürosunda. Allahım! Şimdi ben ne yapacaktım! Adamcağız benim yüzümden durduk yerde tutuklanmıştı. Ya birde suçsuzluğu ispatlanamaz da cezaevine girerse işte o zaman ne olacaktı benim halim! Üstelik yengem hamileydi ve doğum yapması an meselesiydi. Dayımın tutuklandığı akşam perşembe akşamıydı. Cuma günü İstanbul Taksim emniyetinden dayımın suçlu olup olmadığına dair; bir faks gelmesi gerekiyormuş. Eğer faks gelmeden önce dayım cezaevine gönderilirse işte o zaman çıkması daha bir güçleşirmiş? İşte şimdide resule giden yola; gözyaşıyla örülmüş koskoca bir duvar çıkmıştı. Hani belaya: nerden gelirsin? Diye sormuşlarda oda: eliğin köründen! Demiş ya! Benimki işte o hesap. Kabe’ye yüz sürmek, peygamberime dertlerimi arz etmek uğruna milletin başına bunca gaile açmış oldum hasılıvelkelam. Yazıyı uzattım istemeden. Bunca gailenin ardından yolun sonu Medine olacak mı; inşeallah badısabah yazımın ikincisiyle cevap vereyim. Son olarak birde dua edeyimde samimi bir amin deyiverin olmazmı: Allahım! İmkanların zorlaştığı bu günlerde; bana kadife kafalı oğlumla, ciğer paremle Medine’ye gidebilmeyi, Ravza’nın kokusunu özgürce içime çekebilmeyi, orada yaşayamadığım duyguları oğlumla yaşayabilmeyi ve resule komşu olup cennetülbakide kalabilmeyi bana nasip eyle! Amin. Sonsuz salat ve selam onun ve alieshabının üzerine olsun.